Nilüfer Şahin: Özgünlük değerleriyle örülü yaşam siz izin vermedikçe elinizden alınamaz

  • kadın
  • 09:13 13 Aralık 2025
  • |
img

HABER MERKEZİ - Kadınların cezaevinde birçok boyutla direndiğini belirten tutsak Nilüfer Şahin, fiziksel direnişlerle elde edilen kazanımların rahatlıkla gasp edilebileceğini belirterek, “Özgünlük değerleriyle örülü yaşam düzeni ve ilişkiler ise siz izin vermedikçe elinizden alınamaz” dedi.

Kadınlar yaşamın tüm alanlarında farklı biçimlerde şiddetle yüz yüze bırakılıyor. Toplumsal ve kamusal alanda katledilme, taciz, psikolojik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve çok yönlü hak ihlallerine maruz bırakılan kadınlar, bu saldırılara karşı kendi mücadele pratiklerini geliştirmeye devam ediyor. Kadınların şiddetin en yoğun biçimleriyle karşılaştığı alanlardan biri de cezaevleri. Çıplak arama dayatması, hastane sevklerinin engellenmesi, iletişim kanallarının keyfi biçimde kısıtlanması, kitap, ilaç ve temel ihtiyaçlara erişimin engellenmesi, keyfi disiplin cezaları ve tahliyelerin ertelenmesi gibi çok sayıda hak ihlaline maruz bırakılan kadın tutsaklar, bütün bu uygulamalara karşı örgütlülük ve özsavunmayla direniyor.
 
Mezopotamya Ajansı (MA) olarak, 20 yılı aşkın süredir cezaevinde tutulan ve halen Kandıra Cezaevi’nde bulunan Nilüfer Şahin’e, Kadınlara yönelik şiddetin görünür kılındığı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü kapsamında cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri kapsamında sorular yönelttik. Cezaevlerindeki koşullar nedeniyle mektubu ajansımıza gecikmeli ulaşan Nilüfer Şahin’in yanıtlarını okurlarımızla paylaşıyoruz.
 
 
Öncelikle sizi sizden dinlemek isteriz. Cezaevine girme süreciniz, mahpus olarak yaşadığınız ilk dönem ve şu an bulunduğunuz koşullar hakkında kısaca ne söylemek istersiniz?
 
2004 yılında dört arkadaşımla beraber tutuklandık. “Anayasal Düzeni Zor Yoluyla Ortadan Kaldırmak Maksadıyla Örgüt Kurmak, Yönetmek ve Silahlı Eylemlere Katılmak” suçlamasıyla yedi yıldan fazla yargılandıktan sonra müebbet hapis cezası aldık. Yirmi yılı aşkın süredir cezaevindeyim. 
 
Yirmi yılda cezaevi koşullarında pozitif değişimler olmadı fakat yasalar ve uygulamalarla cezaevi koşullarını, infaz biçimini daha ağır hale getiren pek çok değişiklik yaşandı. En önemlisi ceza ve adalet anlayışında yirmi yıl önceden çok daha gerici (siyasal anlamda) dönüşüm oldu. 2020’de çıkarılan infaz yasası, kuyu tipi cezaevleri, bu anlayışın ürünüdür. Esasında sistemin dünya genelindeki eğilimini de yansıtıyor. Kriz derinleştikçe devletlerin “suçlu” gördükleri ile mücadeledeki yöntemleri daha sertleşir. Bu egemenlerin bilinen özelliğidir. Ancak ceza ve adalet konusunda özgün bir yön vardır. Siyasi süreçler nasıl olursa olsun, ceza ve infaz biçiminde istikrarlı bir geriye gidiş, infaz sistemlerinin modernleştiği oranda gayri ahlaki hale gelmesidir. 
 
Kapatılmanın ötesinde, iradenin tümden yok edilmesini hedefleyen bir rejime evriliyor ceza sistemi. Bu açıdan cezaevlerini, ceza ve adalet sorunun biçimsel yanlarından ziyade tarihi, felsefi, etik boyutları ile tartışmamız, bunu toplumun, siyasetin gündemine de taşımamız gerektiğine inanıyorum. 
 
Yasalar, cezalar, ihlaller tartışılıyor ancak ceza ve adalet sistemi gözden kaçırılıyor. Agamben’in modern devletin insana yaklaşımını açıklamak için kullandığı “Kutsal insan” metaforunu modern çağın mahpusu için kullanmak mümkün. Ceza sistemi ideal “Homo Sacer’i (Kutsal insan)” yaratmak üzere evriliyor diyebilirim. 
 
25 Kasım’a yaklaştığımız bu dönemde, cezaevinde “kadın tutsak” olmak sizin için ne anlam ifade ediyor? Bu günün anlamını cezaevindeki kadınlar açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
 
Biz politik kadın tutsakların hem birbirimizle hem dışarıdaki demokratik dünyayla dayanışma imkanı var. Hak arama, mücadele bilinci var. Tüm bu faktörlerin şiddetin etkisini kırmada önemi büyük. 
 
Hapishane bir kapatma biçimi, esaret durumu olarak başlı başına her insan için şiddettir. Sistemin dolaysız şiddetidir. Bilirsiniz, hapishane olgusu esas olarak modern ulus devlet döneminin ürünüdür, ulus devletin geç dönemlerinde “ıslah” mantığından doğmuştur. Türkiye’deki cezaevi tarihi de çok eski değildir. Eskide, suçlu sayılanların kısa süreli tutulduğu yerlerdi. Uzun cezaevi süreçleri istisnaiydi. Bugünkü gibi yüzbinlerce insanın on yılları bulunan esareti söz konusu değildi. Devlet merkezileştiği oranda hapishaneler ve buna bağlı mekanizmalar çoğaldı. Cezaevinin artık çok boyutlu işlevi vardır. Örneğin; bir sektöre dönüşmesi bunlardan biri. 
 
Şiddet boyutuna dönersek, kadınların toplumsal alanda karşı karşıya kaldığı şiddetin daha rafine hali oluyor cezaevine kapatılmak. Dışarıda toplum, erkek ve kadını “disipline etmek” için şiddete başvuruyorken, cezaevinde bu “ıslah” süreci devlet mekanizmaları aracılığıyla süreçleri arasındaki farka dikkat çekmek isterim. Temelde aynı şiddete maruz kalıyoruz. Fakat adli kadınlar, cezaevinin fiziki ve ruhsal şiddeti ile mücadele edecek imkanlardan, araçlardan yoksunlar. Bilinç ve dayanışma yoksunluğu adli kadınların hapsedilme süreçlerini daha acı verici ve derin hale getiriyor. 
 
Biz politik kadın tutsakların hem birbirimizle hem dışarıdaki demokratik dünyayla dayanışma imkanı var. Hak arama, mücadele bilinci var. Tüm bu faktörlerin şiddetin etkisini kırmada önemi büyük. Bununla birlikte politik ya da adli kadınlar için kapatılmak ve ayrımcılık çok boyutlu ve burada da sürüyor. Bu açıdan hapishanede aslında bizler için her gün 25 Kasım diyebiliriz. Çünkü 24 saat direniyor, baskı ve şiddetle her anımızda mücadele ediyoruz, etmek zorundayız. 
 
Cezaevinde, özellikle kadın tutsaklara yönelik fiziksel, psikolojik veya sosyal hak ihlalleriyle sık sık karşılaştığınızı biliyoruz. Bunlara dair kendi deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız? 
 
Yirmi yılda baskı, şiddetin birçok biçimi ile karşılaştık elbette ihlaller vakayı adliyeden. Kadın olarak beni en çok etkileyenlerden biri çıplak arama olmuştur. Üzerinden uzun yıllar geçti fakat hiç unutmayacağım bir saldırıydı. Darp ederek, çıkarmayı reddettiğim giysileri falçatayla keserek almışlardı üzerimden. Cezaevindeki politik kadınlar olarak çıplak aramaya karşı uzun süren bir mücadele verdik. Önemli ölçüde başarılı da olduk. Fiziki açıdan çıplak aramayı engellemek bir yana, bununla amaçlanana boyun eğmedi politik kadınlar.
 
Bunun dışında tecrit ve izolasyon bugünkü ceza ve infaz sisteminde yer alan en ağır ihlal. Ağırlaştırılmış müebbet cezası alan kadın arkadaşlar çok ve onların durumu en politik kesimlerde bile az biliniyor. Düşünün birkaç metrekarelik kapalı bir yerde sıfır temasla on yıllarınızı geçiriyorsunuz. Korkunç, gayri ahlaki bir ceza biçimi. Ben tecrit halini kısa süreli hücre cezaları boyunca yaşadım. On beş yirmi günlük sürede dahi derin ruhsal acı veren bu biçime karşı daha görünür bir mücadele yürütmemiz gerektiğine inanıyorum. En ağırı İmralı’da yaşatıldı, şimdi bu konuda bir siyasal süreç var. Bu cezalandırma şeklinin ülke gündeminden tümden çıkmasına vesile olmasını umarım. 
 
Kadın olmanın yanında Kürt ve politik bir tutsaksınız da. Bu kimliklerden dolayı cezaevinde nasıl bir süreçle karşılaştınız, neler yaşadınız? 
 
Kadın olmaktan kaynaklı ayrımcı yaklaşımlar belli düzeylerde oluyor. Daha çok koşullarla ilgili problem oluyor. Cezaevleri mekan ve hak boyutu ile erkekler düşünülerek düzenlenmiştir. Böyle bir standart vardır. Kadın cezaevlerinde dahi böyledir. Kadınlara özgü temel ihtiyaçları bile mücadele ederek sağlamışızdır. Bazılarını hala temin edemiyoruz. Hak konusunda kamuoyunda bilinir; politik kadınlar için açık cezaevi imkanı fiilen kaldırılmıştır. Politik erkeklerde de şarta bağlı fakat politik kadınları için açık cezaevi hakkı hiç yok. 
 
Kürt olmak meselesi ise çok daha boyutlu. Dil problemi bunların başında gelir. Türkçe bilmeyen, kendini yalnız Kürtçe ifade edebilen annelere, çocuklara Kürtçe yasağı, telefonda Türkçe konuşma zorunluluğu uzun süre yaşandı. Bundan ötesi Kürt tutsakların özellikle batıdaki cezaevlerine sürülmesi çok büyük şiddetti. 2015’ten sonra özellikle siyasi kararlar bir kurala dönüştürüldü ve bu konuda yeterli mücadele edemedik. 
 
Bunlar dışında tabii ırkçı söylemlerle, önyargılı yaklaşımlarla sık karşı karşıya kaldık. Dışarıdaki milliyetçi saldırılarla paraleldir bu konudaki yaklaşımlar. Ortalık durulunca sempati ile yaklaşan olduğu gibi, hava sertleşince, Kürtlüğü ve Kürtçeyi küfür sayıp ona göre yaklaşan da oluyor. 
 
Cezaevinde kadın tutsaklar olarak yaşadığınız ihlallere, ayrımcılığa ve baskıya karşı kendinizi nasıl savundunuz, nasıl bir direniş gösterdiniz? 
 
 
Çünkü çoğu cins ayrımcılığının, buna bağlı yoksulluğun, şiddetin mağduru olarak buradalar. Politik kadınlar ise başka bir bağlamda, mevcut toplumsal ayrımcılığın kaynaklarına, temeline karşı mücadele sebebiyle cezaevi şiddetine maruz kalıyoruz. 
 
Direnişimizin pek çok boyutu var, çok biçimi var. Fiziki direniş bir boyutu, hak gaspları, ihlaller karşısında grevlerden tutalım, çeşitli protestolar, hukuki mücadeleye kadar, çözüm olabilecek yöntemlerle direndik, direniyoruz. Ancak zindanda direnişin esasını maneviyat oluşturuyor. Bu da sarsılmaz bir değerler sistemi oluşturmak, bu değerler çerçevesinde yaşam, ilişki, düşünce ve duruş geliştirmek demek. Fiziki direnişle elde ettiğimiz kazanımlar ertesi gün rahatlıkla gasp edilebilir ki nitekim çok yaşadık bunu. Özgünlük değerleriyle örülü yaşam düzeni ve ilişkiler ise siz izin vermedikçe elinizden alınamaz. Kadınlar olarak kadın özgünlüğü bilinci ile dayanışmamızı hep çok güçlü tuttuk. Yine dışarıdaki toplumsal mücadele, kadın özgürlük mücadelesi direnç kaynağımız oldu. Kadınların cezaevlerinde uğradığı şiddet dışarıda toplumsal alandaki şiddetin bir devamı. Bire bir indirgeyemeyiz belki fakat temelde oraya dayanıyor. Bunun özellikle adli kadınlar için daha geçerli olduğunu vurgulamak isterim. Çünkü çoğu cins ayrımcılığının, buna bağlı yoksulluğun, şiddetin mağduru olarak buradalar. Politik kadınlar ise başka bir bağlamda, mevcut toplumsal ayrımcılığın kaynaklarına, temeline karşı mücadele sebebiyle cezaevi şiddetine maruz kalıyoruz. 
 
25 Kasım vesilesiyle cezaevinde bulunan kadınlara ve dışarıdaki kadın hareketlerine aktarmak istediğiniz özel bir mesajınız var mı, Cezaevindeki kadınların “kadına yönelik şiddetle mücadele” bağlamında ne anlatmasını isterdiniz?
 
Mesajım özellikle şudur; Başarmamızın yolu örgütlenmekten ve dayanışmadan geçiyor. Örgütlenmemiş isyanlarımız sonuç almamızı engelliyor. 
 
Bırakalım ayrımcılıkla ilgili sorunları; yaşam hakkımız büyük ölçüde tehlike altında. Kadın cinayetleri durdurulamıyor. Diğer toplumsal gündemler içinde önemsizleşiyor. Oysa kıyamet kopmalı her kadın için. Örgütlenme stratejilerimizi sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Kongre veya aynı işlevde bir organizasyonla bu konuda kadınlar olarak neler yapabileceğimizi tartışmamız gerek. Şimdi bir barış gündemi var, bu gündem en çok kadınları ilgilendiriyor. Bu süreci değerlendirelim kadın özgürlüğü için. Kadın komünlerini çoğaltalım örneğin. 
 
Siyaset alanına kendi gündemlerimizi daha güçlü ve ısrarlı biçimde taşıyalım. Israr konusunda bir anımı paylaşmak isterim; Çıplak aramaya karşı mücadelemizin uzun yıllar sürdüğünden söz etmiştim. Bir ara kaldığım cezaevinde müdür “Artık yapmıyoruz” diyordu. Fakat yeni tutuklananlar girişte çıplak arandıklarını anlatıyordu bize. Müdürle görüşmeye giden arkadaş konuşarak çözemeyince, “Siz söz verene ve bu uygulamayı kaldırana kadar buradan ayrılmayacağım” diyor. Başkaca uğraşlarla birlikte arkadaşın o ısrarı da sonuç alıcı oldu orada. Kadın başta olmak üzere tüm acil sorunlarımızı sonuç alana kadar ısrarla peşinde olmak zorundayız. 
 
Son olarak, kadın cinayetleri ve şiddetle ilgili cezaların arttırılması çözümün tek yolu gibi yansıyor kamuoyuna. Doğrusu bunun çözüme ne derece katkı sunduğu tartışılır. Stratejik yaklaşımdan kastım da bu; Cinayetleri durdurmanın başka yollarını aramak, bulmak zorundayız. Ayrımcılığa son verecek siyasi, idari, toplumsal politikalar üretmek ve bunların gerçekleşmesi için ısrarcı bir mücadele yürütmek zorundayız. 
 
Cezaevinden çıktıktan sonra nasıl bir yaşam hayal ediyorsunuz? Kadın mahpus olarak yaşadığınız bu süreci, dışarıda kadın hareketiyle ya da toplumsal eşitlik mücadelesiyle nasıl ilişkilendirmek istersiniz?
 
Cezaevinin dışındaki hayatı önce yeniden tanımam gerekir sanıyorum. Hayallerim özgür, eşit, demokratik yaşam için çaba harcamaya dairdir, başka türlü bunca yılı yaşamamışız saymam gerekir. Deneyimlerimizi paylaşmak için zannediyorum çeşitli imkanlar olur o zaman, bugünden somut bir biçimden söz etmem zor. Bununla birlikte komünler kurma fikri oldukça heyecan vericidir. Biz buralarda komünal yaşadık. Dışarıdaki biçimi nasıl olur, bunları düşünüyor, tartışıyoruz tabii. 
 
25 Kasım vesilesiyle cezaevinde bulunan kadınlara ve dışarıdaki kadın hareketlerine aktarmak istediğiniz özel bir mesajınız var mı? Kamuoyuna bir çağrınız var mı?
 
Kamuoyuna 25 Kasım çağrım; “Kadına şiddeti reddet, erkek şiddetine karşı olduğun yerde de olsa bir şey yap” olsun. Dışarıda mücadele eden tüm kadınlara dayanışma dileklerimi iletiyorum. 
 
MA / Hîvda Çelebi