HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “yeni paradigma” ile Uluslararası Komplo’yu boşa çıkardığını ve evrensel bir lider haline geldiğini belirten yazar Fuat Kav, “Başkan Apo şimdi yeni bir kapı açmak istiyor. Öncelikle tecrit kaldırılmalı, özgürlüğü inşa edilmeli” dedi.
“Sümerlerden beri geliştirilen kolonileştirme çabalarının ayrılmaz bir parçası olan ve esas olarak dost görünümünde işbirlikçi güç ve kişilere dayalı komploların en kapsamlısı olarak hayat bulan 9 Ekim-15 Şubat komplosu, mutlak tecrit şeklinde devam ettirilse de istediği, planladığı sonuca ulaşamadı. Uluslararası komplonun tümden boşa çıkarılması Demokratik Modernite sisteminin inşa görevlerinin, demokratik çözüm ve barış çabalarının başarısına bağlıdır. 20. yüzyılın tüm hain ve işbirlikçilerini en üst emperyalist irade altında birleştiren bu komployu bir tarihi Anadolu ve Mezopotamya barışına dönüştürmek, görev olarak halklarımızın ve tüm sorumlu güçlerinin önünde durmaya devam etmektedir. Bu göreve sahip çıkmak, tarih boyunca arzulanan onurlu barışın, kardeşliğin, özgürlük ve eşitliğin de yoludur.” (Abdullah Öcalan-Atina Savunması Sayfa: 44)
Tarih boyunca komplolarla karşı karşıya bırakılarak imha ve inkar siyaseti ile tasfiye edilmek istenen Kürtler, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın harekete geçmesiyle bir kez daha aynı kadere mahkum edilmek istendi. Abdullah Öcalan’ın, dolayısıyla PKK’nin imhası ile başlayan süreç, sonuçsuz kalınca tasfiye planları devreye konuldu. Ve Amerikan Birleşik Devletleri (ABD) öncülüğünde bir araya gelen küresel güçler, Abdullah Öcalan’ın “çarmıha gerilme” olarak tanımladığı, 9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle devam eden Uluslararası Komplo planını uyguladı.
Abdullah Öcalan, “tabutluk” olarak adlandırdığı ve 26 yıldır boyunca ağır tecrit koşullarında tutulacağı özel olarak dizayn edilen İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne konuldu. Tüm bunlara rağmen PKK Lideri Abdullah Öcalan, Uluslararası Komplo’yu tüm yönleriyle açığa çıkardığı Atina Savunması’nda vurguladığı gibi asrın komplosunu bir tarihi Anadolu ve Mezopotamya barışına dönüştürme mücadelesine devam etti.
O gün yaptığı uyarıları dikkate almayan Türkiye, bugün bir kez daha Abdullah Öcalan’ın demokratik çözüm için başlattığı hamleyi tartışıyor. Ve Uluslararası Komplo’nun 26’ncı yıldönümüne girilirken tarihi bir çağrı yapmasını bekliyor. Uluslararası komplonun dünü ve bugünü, Ortadoğu’ya etkilerini, bugün yürütülen tartışmaları, yazar Fuat Kav’a sorduk.
Kürtlerin komplolarla karşı karşıya kaldığı, bu şekilde tasfiye edilmek istendiği bir geçmişi var. Bu komplolar, Abdullah Öcalan’da asırlık düşmanları bir araya getirdi. Nitekim bunu kendisini tüm yönleriyle açığa çıkardı. Nasıl başladı, ne amaçlandı?
Kürt halkının kendi özgürlüğü için savaştığı bir süreçte, artık PKK’nin, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin uluslararası düzeyde anlam kazandığı bir dönemde, 15 Şubat Komplosu gerçekleşmiş oluyor. Sonuçta komployu gerçekleştiren güçler, Türkiye olarak ele alınıp değerlendirilmiyor. Uluslararası devletlerin ve ona bağlı olan bazı güçlerin katkısıyla olmuştur. Birden fazla devletin, birden fazla yerel düzeydeki örgütlerin katılımıyla gerçekleşen bir komplodur. Çünkü Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ve buna önderlik yapan Başkan Apo’nun önünün açılması durumunda, mücadelenin başarıya ulaşması durumunda, sadece Kuzey Kürdistan’ın değil, aynı zamanda 4 parçada bulunan Kürtlerin kurtuluşunu ifade edecekti. Aslında onun daha da ötesi var. Başkan Apo’nun öncülüğünde gelişen ideoloji, siyaset, örgütsel durum, yine Başkan Apo’nun felsefesi, oluşturmak istediği zihniyet, aslında Ortadoğu eksenliydi. Ortadoğu’daki genel kurtuluşun sağlayabilecek kuvvetteydi. Bu nedenle Başkan Apo ‘küçük bir Kürdistan’ı kurtaralım, her şey hal olur’ yaklaşımı baştan beri söz konusu değildi. Kuzey’i bir basamak yaparak, 4 parçada mücadelenin geliştirilmesi, 4 parçada gelişen mücadelenin Ortadoğu’daki bir bütün devletleri, kadınları, gençleri etkileyecek, Ortadoğu’daki toplumları etkileyebilecek bir konumdaydı Başkan Apo.
Ortadoğu’yu etkileyebilecek konumu nedeniyle mi uluslararası güçlerce tehdit olarak görüldü?
Başkan Apo, elbette ki sadece Türkiye’ye dönük bir tehdit değil, uluslararası sistemlere göre bir tehdit olarak görüldü, değerlendirildi. Baştan beri bunu söylüyorlardı. PKK hareketinin tehlikeli hareket olduğunu, savunmuş olduğu sistemin kendilerinin sisteminin dışında olduğunu, onlara göre Marksist-Leninist, Başkan Apo’ya göre ise Ortadoğu eksenli bir hareketin olduğunu, o açıdan sosyalizmin inşa edilmesi, ahlaki politik toplumun geliştirilmesi, kadının devrime, gençliğin kendi iradesine kavuşturulması, tüm bunların hepsi uluslararası güçlerin istemediği, uygun görmediği projedir. Başkan Apo doğal olarak bu projeyi savunuyordu. Ortadoğu’da sonuçta yeniden ele alınacak, değerlendirilecek bir hareketin lideri söz konusu. Bu açıdan tehditkar olarak görülünce de uluslararası düzeyde Başkan Apo’ya dönük bu komplo gerçekleştirildi.
Abdullah Öcalan, bu sürecin Ortadoğu’ya müdahalenin ilk adımı, aynı zamanda 3. Dünya Savaşı’nın başlangıcı olduğuna işaret ediyor. Önce imhası planlandı, nitekim 1996’da bir suikast de oldu, bu olmayınca tasfiye devreye girdi. Bu sürecin, bu savaşın etkileri neler oldu, nasıl bir sahaya dönüştü Ortadoğu?
En son Suriye kalmıştı, mevcut müdahaleler yarın öbür gün muhtemelen İran’a dönük yapılmış olacak. İşte bu müdahalelerin başlangıcı olarak Önder Apo’ya doğru yapıldı. Başkan Apo’nun çıkarılmasıyla birlikte artık emperyalizm deyim yerindeyse istediği gibi hareket etme olanağını da bulmuş oldu.
Uluslararası güçler 3’üncü Dünya Savaşı’nın hazırlıklarını Ortadoğu eksenli yapıyorlardı. 3. Dünya Savaşı Avrupa’da olmayacaktı, bu belliydi. Çünkü 1. ve 2. Dünya Savaşı daha çok Avrupa eksenli oldu ve Avrupa ekonomik, politik, sosyal yapı itibariyle yıkıldı, yeniden inşa edildi. Bundan tecrübe kazanmış olan uluslararası güçler, 3. Dünya Savaşı’nı Avrupa’da yapmaktansa, Ortadoğu’da yapmanın daha avantajlı olduğunu gördüler. Ama onun önünde engel teşkil eden güçler vardı. Ortadan kaldırılmadığı sürece Ortadoğu’da bir savaşın yapılması mümkün değildi. Yapılsa bile tersine dönmüş olacaktır. Yani uluslararası düzeyde ortaya çıkarılacak bir 3. Dünya Savaşı’nın namluları, uluslararası güçlere dönecekti! O dönemde Başkan Apo’nun etrafında uluslararası güçlerin ortaya çıkarmış olduğu savaşın sorunlarına karşı bir devrimci cephenin açıklması ihtimali yüksekti. O zaman ne yapması gerekiyordu? Emperyalizmin kendisi için tehlike arz edebilecek, 3. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkartabilecek bir ulusal ya da anti emperyalist bir cephenin altyapısının ortadan kaldırılması için Başkan Apo’nun ortadan kaldırılması gerekiyordu! Zaten yapılan ilk müdahale O’na dönük yapıldı. Başkan’ı Suriye’den çıkardılar, daha sonra tutukladılar.
Ondan sonrası biliniyor, müdahaleler neticesinde Esad yalnız kaldı o dönem itibariyle. Kaddafi vuruldu, Irak’ta müdahale edildi, İran tehdit edildi. Birçok irili ufaklı anti-emperyalist örgütler vardı, onlara karşı büyük savaş açıldı, onların önderleri ya kaçırıldı ya öldürüldü. O açıdan 3. Dünya Savaşı kendilerini güçlendirilecek pozisyona soktu. Şimdiki bu müdahaleler… En son Suriye kalmıştı, mevcut müdahaleler yarın öbür gün muhtemelen İran’a dönük yapılmış olacak. İşte bu müdahalelerin başlangıcı olarak Önder Apo’ya doğru yapıldı. Başkan Apo’nun çıkarılmasıyla birlikte artık emperyalizm deyim yerindeyse istediği gibi hareket etme olanağını da bulmuş oldu.
Bu müdahale uluslararası güçleri bir araya getiren komplo oldu. Komplo kimi boyutlarıyla sürdürülüyor. Abdullah Öcalan da “Büyük bir bölümü İmralı’da hayata geçirildi” değerlendirmesinde bulundu. 26 yılda komplo nasıl bir aşamaya geldi, ne planlandı, neler oldu?
Önce sadece Kürdistan’ı, Ortadoğu’yu etkileyen mücadele tarzı, İmralı’da ise bütün dünyayı etkileyen bir aşamaya taşındı. Gerçekten de Reel Sosyalizmin yıkılmasından sonra ortaya çıkan o boşluk, Başkan Apo’nun paradigmasıyla doldurulmuş oldu.
İlginç olan uluslararası güçlerin PKK’nin bitirileceğini, Başkan Apo yakalandıktan sonra herkesin dağılacağını, dolayısıyla meydanın kendilerine kalacağını ve kendileri de istediği biçimde Ortadoğu’da ‘yeniden yapılandırma’ adı altında bir sistemi kurabileceklerini düşünüyorlardı. Tehlikeyi PKK, tehlikeyi Önder Apo’da görüyorlardı. Bu kadar hukuk dışı, korsanca, bazı devletleri çok fazla ilgilendirmemesine rağmen onları da içine katarak böyle bir komplo gerçekleştirilmiş oldu. Kendi hukuklarına, kendi yasalarına bile çok aykırı olan bir kaçırma olayı gerçekleşmiş oldu. Kendilerinin Türkiye’ye getirilmesi anlamında söylüyoruz. Tabi şu var aslında; ben bitirdim, bitireceğim, kendi örgütünü feshedecek, bitirecek! Rahat nefes almış olacaktı NATO ve üyesi Türkiye. Başkan Apo’dan kurtulmuş olacaklardı, kurmuş olduğu PKK’den kurtulmuş olacaklardı. Sosyalizm, ahlaki-politik toplumu inşa edecek olan projeden kurtulmuş olacaktı. Fakat tersi oldu. Hesaplandığı gibi olmadı.
Niye olmadı? Başkan Apo kendilerine karşı yürütmüş olduğu mücadeleyi İmralı Adası’nda büyütmeye başladı. Başkan şunu söyledi. ‘Hz. İsa’yı nasıl çiviledilerse, beni de İmralı’da çivilediler. Beni de çarmıha gerdiler’ dedi. ‘Ben de eğer Apo isem, bende bunlara karşı İmralı’da bu dar koşullarda mücadele taktiğini değiştirerek, değişik bir stratejiyle onlara karşı mücadeleyi sürdüreceğim’ dedi. İşte o yeni paradigma dediğimiz olay budur. ‘20 yıl boyunca onlara karşı silahlı mücadele yürüttüm, fakat bu sefer İmralı Adası’nda benim daha önce kullandığım silahlardan daha güçlü bir argümanla, paradigmayla onlara karşı savaş yürüteceğim’ diyerek büyüttü. Önce sadece Kürdistan’ı, Ortadoğu’yu etkileyen mücadele tarzı, İmralı’da ise bütün dünyayı etkileyen bir aşamaya taşındı. Gerçekten de Reel Sosyalizmin yıkılmasından sonra ortaya çıkan o boşluk, Başkan Apo’nun paradigmasıyla doldurulmuş oldu.
Yeni paradigmadan kastınız…
90’larda reel sosyalizm yıkıldığında, herkes panik içine girmeye başladı. Sosyalistler, devrimciler, sol kesimler, ulusal kurtuluş mücadelesi yürütmek isteyenler, yani anti-emperyalist konumda olan bütün güçler, büyük bir panik içerisine girdi. İdeolojisiz kaldılar. Daha önceki ideoloji Sovyetler Birliği ile hayat bulmuştu, fakat 70 yıl sonra anlamsızlaştı, yıkıldı, enkaza dönüştü. Demek ki bu eski ideoloji ile devrim yapmak, mücadele etmek, ulusal kurtuluş mücadelesini sürdürmek mümkün olmadı. İşte o zaman Başkan Apo devreye girdi. Reel Sosyalizmin gerçek anlamda sosyalizm olmadığını, bürokratik bir yapıya sahip olduğunu, hatta mevcut emperyalist sistemin güçlendirilmesine büyük katkı sunduğunu söyledi ve ona alternatif olarak kendi sistemini ortaya koydu. Başkan Apo, Demokratik Konfederalizm paradigmasını ortaya koydu. Bu da Başkanın yeni mücadele yöntemi. Bütün dünyayı yeniden etkisi altına alacak, ahlaki politik toplumu, sosyalizmi kurmak isteyen bütün güçler bundan yararlanacak demişti. Başkan Apo’yu tecrit etmek, bir kenara, tek başına hücreye koymak, mümkünse mahkemede PKK’yi feshettirmeyi amaçladılar, tam tersi oldu.
“Ben komployu aşıyorum” dedi Abdullah Öcalan… “İmralı duruşu” olarak tanımladığı bu süreç nasıl bir etki yarattı?
Başkan kendi şahsında komployu boşa çıkarmış oldu. Bu komplonun bittiği anlamına gelmiyor. Değişik biçimlerde sürdürülmek istendi. Paradigma neyi çıkardı ortaya: PKK’yi iki-üç kat daha güçlendirdi. Başkan Apo eskiden sadece Ortadoğu’yu etkilerken, İmralı’da ortaya koymuş olduğu bu yeni paradigmayla Latin Amerika’yı, Avrupa’yı, dünyanın her tarafını, nerde bir sosyalist varsa, nerede bir kabile, klan varsa, hepsini etkileyen düzeyde bir savunma ve paradigmayı ortaya çıkardı. Başkan yakalanmadan önce, İmralı’ya gitmeden önce yerel düzeyde bir önder konumundaydı. Önce Kürdistan’da Kuzey’i, sonra 4 parçanın birleşimi üzerinden irade haline geldi. Ortadoğu eksenli diyelim. Ama komplodan sonra yeni paradigmayla birlikte Başkan Apo bunları da aştı. Evrenselleşen bir Önderlik konumuna geldi. Önce yerel, sonra Ortadoğu eksenli ama yeni paradigma ile birlikte Başkan artık evrenselleşen bir Önder konumuna geldi. Artık devrim yapmak isteyen, demokrasi için mücadele etmek isteyen, özgürlüklerden yana olmak isteyen herkes nereye başvuracak, Başkan Apo’nun yeni paradigmasına başvurmaya başladı. Özetle Önderlik evrenselleşen bir lider haline geldi, PKK yani özgürlük hareketi ise evrenselleşen bir parti haline geldi.
Siyaset arenasında 1 Ekim’den bu yana başlayan ve gündeme oturan Kürt sorunu etrafında yürütülen tartışmaları var. 80 darbesinde 5 Nolu’da kaldınız, 20 yılınız cezaevlerinde geçti. Bu meselenin birçok dönüm noktasına tanık oldunuz. Abdullah Öcalan’ın ilk harekete geçtiği 1973’ü baz alacak olursak, dünden bugüne neler oldu?
Mevcut durumda Önder Apo’nun inisiyatifiyle bir tartışma yürütülüyor. Sonuçta Kürtler ve Kürtlerin özgürlük mücadelesini yürüten Özgürlük Hareketi, yine bütün bunlara öncülük eden Başkan Apo’nun 52 yıldır sürdürdüğü bir mücadele tarihi var. Silahlı mücadele olarak 40 yılı aşıyor. Sonuçta hem ideolojik hem teorik hem de silahlı mücadele bütününden 52 yıllık bir mücadelen bahsediyoruz. İdeolojik, politik, sosyal, kadın devrimi, gençlik devrimi, hepsinin irade haline getirilmesi, Kürtlerin kendine bir irade haline getirmesi, özgürlüğe susamış bir halk olarak her türlü baskıya rağmen sokaklara çıkması, özgürlüğü talep etmesi, özgürlük hareketi yanında olması, Başkan Apo etrafında sürekli kenetlenmesi, bunlar bir ulusun kendisini yeniden inşası anlamına gelir. Bir halk kendisini yeniden bir kuvvet haline getiriyor. Bunların 52 yıldır tanığıyız. Ha bugün, ha yarın bitirildi, ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz gibi… Bunu onlar her söylediğinde özgürlük hareketi ve Başkan Apo’nun kendisi daha yeni stratejiler, projelerle kendisini bir üst düzeyde örgütlü konuma getirdi. Bırakın yenilmesi, parçalanması, her zaman tersi olmuştur. Gelişmiştir, güçlenmiştir, büyümüştür ve yeni yeni projeler ortaya koymuştur. Tabi özgürlük hareketi bunu yeterli görmedi. Başkan Apo’nun artık fiziki olarak özgür olması gerekiyor.
Ortadoğu’ya müdahale ile başlayan komplo ve bunun sonucu olan 26 yıllık İmralı sisteminden Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün en üst perdeden tartışıldığı bir süreç… Ortadoğu’daki gelişmelerden bağımsız ele alınabilir mi?
Türkiye giderek stratejik konumunu kaybediyor. Türkiye bunu görüyor. Stratejik konumunu kaybedince, İsrail’e sınırsız inisiyatif verilince, Arap ülkeleri de doğal olarak İsrail ile bir anlaşma içine girerse, Türkiye tek aklıyor. Sıra kime geliyor. Sıra Türkiye’ye geliyor.
Ortadoğu’da yeni bir gelişme söz konusu. 3. Dünya Savaşı’nın artık sonları. Ortadoğu’da son 1 yıldır tamamen şiddetlendirilmiş bir savaştan bahsediyorum. Suriye’ye müdahale yapıldı, İran’a müdahale yapıldı, büyük ihtimal bu müdahale devam ettirilecek. Irak’a dönük bu konuda ciddi bir tartışma söz konusu. Rusya Suriye savaşında kaybetti, İran Suriye savaşında kaybetti. İnisiyatif kime verildi, Ortadoğu’nun yeniden dizaynı İsrail’e ve kısmen de Türkiye’ye verildi. İsrail Türkiye’nin burnunun dibine geldi. Hizbullah tamamen tasfiye edildi, İran kabuğuna çekilmiş durumda. Rusya kaybetti ama Putin ‘ben kaybetmedim’ diyor. Türkiye’ye niye yarım yamalak yetki verildi. ‘PKK’yi tahakküm altına alacaksın’ demişlerdi. PKK’nin de bu konuda çok iyi bildiği bir strateji olduğunu biliyor. Ona göre kendisini örgütledi. Şimdi Türkiye başlı başına Ortadoğu’da hegemonik güç olmak istiyor. Onu ayakta tutan İngiltere ve Amerika, ona rağmen Ortadoğu’da ayrı bir odak olmak istiyor. Kendisini bu Arap ülkelerinin merkezine oturtmak istiyor. Bu durumda uluslararası güçler bunu görüyorlar. O nedenle sınırsız inisiyatif vermediler. Ortadoğu’yu AB’ye bağlayacak olan enerji hatları Türkiye’nin elinden alınıyor. Bu anlamda Türkiye giderek stratejik konumunu kaybediyor. Türkiye bunu görüyor. Stratejik konumunu kaybedince, İsrail’e sınırsız inisiyatif verilince, Arap ülkeleri de doğal olarak İsrail ile bir anlaşma içine girerse, Türkiye tek aklıyor. Sıra kime geliyor. Sıra Türkiye’ye geliyor.
Tehlike çanları Türkiye için mi çalıyor?
NATO bünyesinde olabilirsin ama sen NATO üyesine göre konuşacaksın, ayağını buna göre uzatacaksın. NATO’nun görevi ne? NATO’yu kuranlara rağmen kendini güç olarak gören değil, NATO üyesinin görevi vekil olacak, jandarma olacak. Neye karşı, ulusal kurtuluş mücadelesi verenlere karşı, sosyalistlere karşı askerlerini al buraya getir, oraya götür. Türkiye buna rağmen biraz çizmeyi aşınca, stratejik konum olma noktasının ötesine geçiyor. Bu nedenle Türkiye paniğe kapıldı. İsrail’e inisiyatif verilmiş. ABD istediği gibi destek sunamayacak. Enerji hatlarında bir rolü yok. Coğrafi konumunun önemini kaybetmiş. Ne olması gerekiyor? Siyasetin aklına iç ittifakın güçlendirilmesi geliyor. İç ittifak derken, Kürtleri kastediyorlar. Bastıramadılar, bastıramayınca “gelin barışalım” diyecekler. Başkan Apo yeni bir şey söylemiyor, savunmalarında İsrail’in, Ortadoğu’nun durumunu 20 yıl önceden tespit ediyor. “En son sıra Türkiye’ye gelecek” demişti. NATO üyesi olması Türkiye’nin aklanacağı anlamına gelmiyor, bunu daha önce de söyledi. “Eğer Kürtlerle bir araya gelmezseniz, iradesini kabul etmezseniz, siz yarın öbür gün Suriye’nin, İran’ın, Irak’ın durumuna düşersiniz” dedi.
Abdullah Öcalan’ın bu uyarıları 20 yıl önce yaptığını söylediniz.
Türkiye buna şuan inandı. Başkan Apo’nun 20 yıl önce söylediğine şimdi inandılar. Bahçeli’nin “Önce iç sorunlarımızı çözülelim, ittifakımızı kuralım, Türk-Kürt kardeştir” söylemlerinin nedeni budur. Neden bugüne kadar söylemiyordu? Bu olunca doğal olarak Kürtler de, daha yalın haliyle, Başkan Apo ve özgürlük hareketi yeniden değerlendirecek. Nasıl ki Türkiye Kürt gerçekliğini kabul ettiyse, nasıl ki Başkan Apo’yu kabul ettiyse, Kürtler de yaşananları değerlendirecek. Bu açıdan PKK’nin, Önder Apo’nun gücünü basit, sıradan görmek ve “Türkiye devleti ile geldi barıştı” yaklaşımı ne politik bir argüman ne de bir değerlendirmedir. Kiminle savaşıyorsan onunla masaya oturursun. Neden savaşırsın? Haklarını almak için savaşırsın. Bu savaşı, bu hakları vermeyen güçle yaparsın. Bugüne kadar buna karşı gelen Bahçeli’ydi. Bugün devlet adına bu işi yürüten Devlet Bahçeli’dir. Yüz yıldır süren bir mücadele var ve buna bir yerde sorunu çözerek nokta koymak gerekiyor. Gelinen noktada Başkan Apo, “Süreci silahlı mücadele zemininden hukuki ve siyasi zemine taşıyalım” dedi. Yani silahlar konuştuğu sürece çözüm zorlaşıyor. ‘Süreci siyasi ve hukuksal mücadeleye çekecek güce, iradeye sahibim’ dedi. Bunun için de tecridin sonlanması gerekiyor.
Yeğeni Ömer Öcalan görüştü, ardından İmralı Heyeti’nin iki görüşmesi oldu. Abdullah Öcalan’ın mesajları, değerlendirmeleri oldu. Çokça yorumlar yapılıyor, herkes kendi cephesinden yazıp çiziyor, çağrılar bekleniyor…. Abdullah Öcalan nasıl bir süreç geliştirmek istiyor?
Başkan Apo şimdi yeni bir kapı açmak istiyor. Açılmak istenen kapıda iki tarafın birbiriyle anlaşacağı noktayı buldum diyor. Silah yerine, şiddet yerine siyasi ve hukuki tartışacak noktayı işaret ediyor. Her koşula uygun projeleri var. A, B, C planları var. Ancak öncelikle tecrit kaldırılmalı. Tecridin kaldırılmasıyla birlikte özgürlüğünün inşa edilmesi gerekiyor.
Siz nasıl bir çağrı bekliyorsunuz?
Çağrısı ne olursa olsun, içeriğinde ne olursa olsun, ilk yapılması gereken Başkan’ın özgürce siyaset yapabilecek bir alana yerleşmesi, insanlarla görüşebileceği, sohbet edebileceği bir alanın olması gerekiyor.
Çağrısı ne olursa olsun, içeriğinde ne olursa olsun, ilk yapılması gereken Başkan’ın özgürce siyaset yapabilecek bir alana yerleşmesi, insanlarla görüşebileceği, sohbet edebileceği bir alanın olması gerekiyor. Yapılacak açıklama ile birlikte sorun çözülmeyecek. Toplumdaki insanlarla, siyasetçilerle, herkesle tartışacak ve zaman içinde sorunun çözümü için bir proje sunacak. Başkan’ın özgürlüğü ile çağrısı aynı döneme denk gelmeli. Ama her halükarda hem Kürt halkı hem Ortadoğu hatta dünya halkları özgürlük hareketinin kendisi, Başkan Apo’nun yapacağı çağrıya ve inşa etmek istediği projeye “evet” diyecek. Buna “hayır” diyecek bir yaklaşım söz konusu değildir. Başkan Apo’nun özgürlüğünün sağlanması için Kürt halkı başta olmak üzere herkesin bu sürece ciddiyetle katılması gerektiğini ve mücadele etmesi gerektiğini belirtiyorum.
MA / Özgür Paksoy