ANKARA - Yolsuzluk endeksinde 180 ülke arasında 34 puanla 107'nci sırada yer alan Türkiye'deki yolsuzluk ve savaş politikaları arasındaki ilişkiye dikkati akademisyen İlhan Döğüş, "Savaş politikaları, eşitsizliği, yoksulluğu ve enflasyonu artıran tekelleşmeyi besler" dedi.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün (Transparency International) 2024 Yılı Yolsuzluk Algı Endeksi raporunu 4 gün önce yayınladı. Rapora göre, Türkiye, 180 ülke arasında 34 puanla 107'nci sırada yer aldı. Son 11 yılda 16 puan kaybeden Türkiye, şeffaflık konusunda en büyük gerileme yaşayan ülkeler arasında yer aldı. Böylece Türkiye, Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün 2024 Yolsuzluk Algı Endeksi'nde (CPI) önceki yıl olduğu gibi 34 puanla olumsuz konumunu sürdürdü. Türkiye bu konumuyla, 43 olan küresel ortalamanın da altında kaldı.
"Çözüm Süreci" diye adlandırılan 2013'te 50 puanla en yüksek seviyeye ulaşan Türkiye'nin endeks puanı, sürecin bittiği 2015'ten itibaren düşüşe geçtiği görülüyor. 2022'de 35 seviyelerine kadar gerileyen yolsuzluk endeksi puanI, 2023-2024'te 34'e düşerek en düşük seviyeyi gördü. Türkiye'nin endeks sıralamasının çözüm politikalarını geliştirmeye çalıştığı dönemlerde yükselmesi, savaş politikasını geliştirdiği dönemlerde ise düşmesi dikkat çekiyor.
Türkiye'nin savaş politikasıyla yolsuzluk arasındaki doğru orantıyı değerlendiren University of Europe for Applied Sciences'nde (Avrupa Uygulamalı Bilimler Üniversitesi) Öğretim Üyesi İlhan Döğüş, yolsuzluk ile yönetim biçimi arasındaki ilişkiye dikkati çekti. Döğüş, Türkiye'de yolsuzluk pratiğinin, politik gücün merkezîleştiği, demokratik denetimden yoksun, güçlü devlet etrafında örgütlenmiş, ranta dayalı kayıt dışı bir ekonomiyi işaret ettiğini söyledi.
'YOLSUZLUK DEVLETİN ONAYI OLMADAN SÜREMEZ'
Döğüş, söz konusu tablonun politik gücün merkezîleştiği, demokratik denetimden yoksun, güçlü devlet etrafında örgütlenmiş, ranta dayalı kayıt dışı bir ekonomiyi gösterdiğinin altını çizdi. Döğüş, bu düzeylere ulaşan hiçbir yolsuzluk pratiğinin devletin onayı veya angajmanı olmadan uzun yıllar süremeyeceğinin altını çizerek, "Türkiye ekonomisinin yaklaşık yüzde 40'ı kayıt dışıdır. Bu, insanların ücret, kira ve kâr gelirlerinin yüzde 40'ını beyan etmediğini gösterir. Yüzde 40 düzeyinde beyan edilmeyen bir geliri sadece vatandaşların vergi ödemeyi tercih etmemesiyle ve toplumsal ahlakla açıklayamayız. Bütün dünyada halklar, çok mantıklı ve haklı olarak vergi ödemek istemez. Ama devletler, vergi toplamayı becerebilir. Açık ki, bu vergilendirilmeyen gelir, alt orta kesimin geliri değil, en tepedeki üst gelir grubunun ve devletle belli ilişkiler geliştirmiş olan sermaye grubunun geliridir" ifadelerini kullandı.
'EŞİTSİZLİK KRİZİN SIKLIĞINI VE ŞİDDETİNİ ARTTIRIYOR'
Döğüş, yolsuzluğun, toplumun kendisiyle ve devletle sağlıklı ve demokratik bir ilişki kuramadığının ifadesi olduğunu belirtti. Demokratik bilinci yüksek olan bir devlet ve toplumda eşitsizliğin de düşük olabileceğine kaydeden Döğüş, "Hem geçmiş kriz deneyimlerinden hem de bu krizleri daha iyi açıklayan alternatif iktisat teorilerinden biliyoruz ki eşitsizlik, krizlerin şiddetini ve sıklığını artıran en güçlü faktördür. Çünkü yüksek eşitsizlik ortamında geliri baskılanan alt-orta kesimin hayatta kalmak için üstlendiği yüksek borç düzeyi, daha sonra ödenemeyecek noktaya geldiğinde iflasları tetiklemektedir. Oysa çoğulcu bir toplumun demokratik baskısına boyun eğen bir devlet, yürüttüğü kamu harcamaları yoluyla hem eşitsizliği ve gelir adaletsizliğini düşürme hem de olası krizlerin etkilerini azaltma imkânına sahiptir. Ancak yolsuzlukların beslendiği ve beslediği, devletin etrafında yuvalanmış elit bir sermaye grubunun çıkarları doğrultusunda şekillenen iktisat politikaları, iktisadi krizlerin şiddetini, sıklığını ve etkilerini büyütmektedir" diye konuştu.
'SAVAŞ ENFLASYONU ARTTIRAN TEKELLEŞMEYİ BESLER'
Döğüş, 2013 ve 2015 yılları arasında Türkiye’de çoğulcu ve demokratik yurttaşlık anlayışının filizlendiğinin altını çizerek, "Ülkenin kendisiyle ve başkalarıyla olan ilişkisini demokratikleştirerek açık bir zihniyetle tanımladığı ve ferahladığı yıllardı. Bu demokratikleşme ve barış süreci, ülkenin dünyayla daha güçlü ekonomik ve kültürel ilişkiler kurmasını da mümkün kılıyordu. Fakat 2016 sonrasında Türkiye, bu demokratik ve çoğulcu toplum anlayışından çok hızlı bir şekilde uzaklaştı ve bugün artık inkâr edilemez bir noktaya ulaşan ırkçılığın ve muhafazakâr korumacılığın kendisini dayattığı bir döneme gelindi. Savaş politikaları, savaşlara toplumsal destek üretecek bir tekelci medya yapılanmasına ihtiyaç duyar. Bu medya kuruluşlarını elinde tutan tekelci sermaye grubu da bu desteğin karşılığında devletten, faaliyet gösterdiği diğer sektörlerde rekabet avantajı yaratacak vergi indirimleri, teşvikler, vergi afları, ihaleler ve özelleştirmeler talep eder. Dolayısıyla savaş politikaları, sadece insanların ölümü gibi ölçülmesi utanç kaynağı olacak ekonomik maliyetlere sebep olmaz; aynı zamanda eşitsizliği, yoksulluğu ve enflasyonu artıran tekelleşmeyi de besler" diye ifade etti.
'İKTİDARIN EKONOMİ POLİTİKALARI HER DÖNEM NEOLİBERAL OLDU'
Savaş süreçlerinde demokratik taleplerin ve demokratik denetim mekanizmalarının uygulanmasına yönelik çağrıların milliyetçi söylemlerle bastırıldığına vurgu yapan Döğüş, "Demokrasinin geriletilmesi yönünde çalışan bu milliyetçi ve devletçi hava, yolsuzlukların önünde geniş bir alan açar, çünkü mevcut politikayı sorgulamak hakim söyleme göre vatan hainliğidir. İktidarın ekonomi politikaları, savaş dönemlerinde de, barış dönemlerinde de hep neoliberal politikalar oldu. AKP iktidarı, Kürt sorunundan Kıbrıs'a, Gülen Cemaati'nden MHP'ye, Avrupa Birliği'nden İsrail'e hemen hemen her konuda fikrini değiştirdi, ama neoliberal iktisat politikalarını hiç taviz vermeden uygulamaya devam etti" diye belirtti.
'EKONOMİ TOPLUMSAL BİR FAALİYETTİR'
Ekonominin toplumsal bir faaliyet olduğunu, toplum dışında, toplumdan bağımsız gerçekleşmeyeceğini vurgulayan Döğüş, şöyle devam etti: "Dolayısıyla nasıl ki toplumları bir arada tutan normlar ve güven ilişkileri ve onların demokratik yönetilmesi ise, ekonomide de sağlıklı işlerliğin ön koşullarından bir tanesidir. Aktörlerin hak ettiklerini elde edeceklerine dair güvencenin olduğu bir demokrasi ortamıdır. Türkiye'de devlet, jeopolitik konumunun izin verdiği şımarıklıkla topluma yönelik antidemokratik baskıcı politikalarını uygulamaya, toplumun kendisine olan itimadının yerini korkuyla idame ettirmeye, mevcut iktisadi politikaların tahribatına karşı sendikal hareketleri ve itirazları baskıyla susturabileceğine inanmaya devam ederse, 8 yıldır çıkılamayan kriz, bir 8 yıl daha sürer."
'KRİZİN FATURASI KRİZDEN BESLENENLERE KESİLMELİ'
Döğüş, çözümünün toplumun sol ve sendikal hareketle krizden çıkışın maliyetlerini ekonomiyi krize sürükleyen ve şu ana kadarki politikalarından faydalananlara yükleyecek yeni bir iktisat politikasından geçtiğini söyledi. Döğüş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Barış sürecine geri dönülmesi ve bunun görece demokratik bir ortamı geri getirmesiyle beraber sendikal hareketlerin de güçleneceği bir ortamın filizlenmesi, elbette toplumsal muhalefete bir özgüven ve seslerini daha güçlü duyurabilme imkanı sunacaktır. Bu da iktisat politikalarının işçiler ve yoksullar lehine şekillendirilmesi yönünde politika yapıcılara yönelik daha güçlü bir baskı kurma şansı sağlayacaktır. İkincisi, barış süreciyle birlikte Avrupa Birliği ile yeniden demokratikleşme yönünde kurulacak bir ilişkinin tetikleyeceği sıcak para akışının dolar TL kurunu düşürecek veya en azından artırmayacak olması, enflasyonu ve bu sayede faizlerin düşürülmesini mümkün kılabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, bunun 2002, 2016 arasındaki gibi dolarizasyonu ve aşırı ithalat bağımlılığını arttırmamasıdır."
MA / Ömer Güngör