'Kadın haklarını korumak için toplumsal bir örgütlemeye ihtiyaç var'

img

DİYARBAKIR - Güney Afrika deneyimini yerinde inceleyen Rojda Yıldız, burada barış sağlanmasına rağmen kadın örgütlenmesinin geri plana atılmasından kaynaklı dönüşümün yaşamsallaşmadığını belirterek, "Kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüzün önüne geçmek için toplumsal bir örgütlenmeye ihtiyaç var" dedi.  

Hafıza programı kapsamında Güney Afrika'ya giden Rojda Yıldız, burada bulunduğu süre zarfında hem ülkedeki barış süreci sonrasında yaşananlara hem de kadınların mücadelesine ilişkin araştırmalar yaptı. Yıldız, Güney Afrika deneyimi ile burada ve Türkiye'deki kadın mücadelesine ilişkin Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.
 
Sözlü tarih ve hafıza çalışması kapsamında Güney Afrika'da bulundunuz. Yürüttüğünüz çalışma ve oraya dair gözlemlerinizi anlatabilir misiniz?
 
Güney Afrika'ya Beraberce Değişim Derneği'nin bir hafıza programı kapsamında gitmiştim. Orada Apartheid (Ayrılık rejimi) sonrası hafıza çalışmaları yapan District Six isimli müzede 2 ay boyunca gönüllü olarak çalıştım. Bu süre içerisinde aynı zamanda onlara Kürtleri anlatmaya çalıştım. Türkiye'de Kürt sorunun olduğu daha doğrusu Kürtlerin kim olduğuna dair bir fikirleri yoktu. Gittiğimde beni Türk sandılar. Türklere dair tek bildikleri şey de; lokumdu. Beni de "Türk lokumu" diye çağırdılar. Özellikle 10 gün boyunca Türk olmadığımı, Türkiye'ye farklı halkların olduğunu onlardan birinin Kürtler olduğunu anlatmaya çalıştım. Müze çalışanlarının hepsi kadındı, o konuda çok daha kolay bir şekilde yatay ilişki kurabildik. Onların da isteğiyle orda kaldığım 2 ay boyunca karşılıklı bilgi aktarımı yaptık. Ben daha çok; 'Kürtler kimdir, yaşamları nasıl, mücadeleleri nedir?' başlıkları üzerinden sunumlar yaptım. Birkaç feminist örgüt ile görüşme şansım olmuştu. Oradaki kadınlarla Jineoloji Dergisi'nde yayımlamak için bir röportaj da yapmıştım.
 
Güney Afrika'ya baktığımızda siyahların uzun yıllar verilen bir varlık mücadelesi var. Bu topraklara doğru baktığımızda da Kürtler de uzun yıllardır bu anlamda bir mücadele veriyor. İkisini de gözlemleme şansına sahip biri olarak her iki ülkede verilen mücadelenin benzerlikleri ve farklılıklarından söz eder misin?
 
 Orada görünürde bitmiş bir savaş var. Kan, silah ve öldürme üzerinden bir savaş yok ama farklı bir savaş var. Siyahlar hala kendi ülkelerinde bir sömürge pozisyonunda yaşamaya devam ediyor
 
Bir anlamıyla Güney Afrika bitmiş bir süreci yaşıyor. Orada yapılan barış anlaşması ardından orada bir çatışma süreci yok, yönetimin bütün kademelerinde siyahlar var. Aslında bir inşa süreci yapılmaya ve yaralar sarılmaya çalışılıyor. Kürdistan'dan çok farklı bir süreç var. Oradayken beni en fazla düşündüren şeylerden biri; 'Türkiye'de de tekrardan bir barış süreci oluşturulabilir mi?' sorusuydu. Onlar da çok fazla acılar yaşamış. Halkın çok ciddi mücadelesi sonucunda böylesi bir barış sürecini elde edebilmişler. Burada yaşanılabilme ihtimali de çok uzak değil, birkaç yıl öncesine kadar yaklaştık.
 
Oradaki savaş sadece görünürde bitmiş. En azından kan, silah ve öldürme üzerinden bir savaş yok ama farklı bir bir durum var. Siyahlar hala kendi ülkelerinde bir sömürge pozisyonunda yaşamaya devam ediyor. Kaldığım kentte 1 tane bile beyaz çöpçü, otoparkçı, garson görmedim. "Ayak işleri" dediğimiz, hizmet sektörüne adapte olunan hiçbirinde beyazlar yoktu. Şimdi de para karşılığında beyazlara hizmet ediyorlar. Yani barış sonrasında durumun ticari değeri değişmiş. Eskiden bunu bedava yapıp üzerine işkence görüyorlarmış şimdi bunu para karşılığında yapıyorlar. Bunun yeni bir kölelik biçimi olduğunu düşünüyorum. 
 
Bu durumu oradaki siyah insanlarla konuşmak istediğimde durumlarından memnun olduklarını söylüyorlardı. Kendi topraklarını almak gibi bir talepleri var ama artık beyazlarla kaynaştıklarını, buna dair bir problem, düşmanlık, nefret beslemediklerini söylediler. Tabi minimal olan ile yaşamaya mutlu olma, bunu kabul ettirme, bizim düsturla "Şükretme" hali çok fazla vardı. Şehir merkezinde sadece beyazlar yaşıyor, etrafında kalan tek gözlü, tamamen derme çatma kulübelerde ise siyahlar. Kent merkezinde yaşayan çok az siyah var. Buna rağmen ama ciddi bir şekilde hayata tutunma meselesi var. Ben bunun travmatik bir durum olduğunu düşündüm aslında. Bir kasabada sözlü tarih çalışması yaptık. O dönemde yaşayan insanlarla görüşme ve kayıt almak istedik. Sürekli şu telkini duydum; "Şuan çok iyiyiz o zaman çok kötüydü." Sürekli bir geçmişle kıyaslama hali vardı. "Artık öldürülmüyoruz, sokakta dolaşabiliyoruz" deyip kötünün iyisini kabul etme hali var. Bunu reddeden gruplar da var. Kırmızı Bayrak isimli bir radikal örgüt militanıyla görüşmüştüm. Onlar, beyazları bu ülkede istemediklerini, beyazların artık kendi ülkelerine dönmeleri gerektiğini ve hala sömürge olduklarını, topraklarını istedikleri gibi işleyemediklerini söylemişti. 
 
Güney Afrika'da siyahlar, 1984'te barış anlaşması imzaladıklarında ellerinde hiçbir şey yokmuş. Ancak Kürt halkının mücadelesine baktığımızda alternatifi örme amacı ve durumu var. Kürtler "Barış gelecek biz ondan sonra kendi haklarımızı örgütleyeceğiz" üzerinden değil barışa giden yolda yaşamı örgütlemek gibi bir amaçları var. O yüzden ben burada yaşanacak olan barış sürecinin sonrasında Güney Afrika'ya benzeyeceğini düşünmüyorum. Onlar birçok şeye hazırlıksız yakalanmışlar. Tek dertleri öldürülmemek olan bir mücadele içinden çıkıp kendilerini sudan çıkan balık gibi hissetmişler. 
 
Güney Afrika'da ilk barış anlaşması olduktan sonra devlet, toprakların bir kısmın beyazlardan alıyor. Sadece yüzde 10'luk gibi bir kısmını alıyor ve ekip biçmeleri için siyahlara dağıtıyor. Ancak siyahlar da bu toprakları nasıl ekeceklerini bilmedikleri için cüzi miktarlara beyazlara satıyor. O anda açlar, daha önce hiç toprak sahibi olmamış, toprağı nasıl ekip biçeceğini ve ürünü nasıl alacağını bilmiyor ve o anda sıcak para tatlı geliyor. Devlet bunu birkaç yıl uygulamış ama beyazların bu toprakları geri aldıklarını ve bundan para kazandıklarını görünce artık bu uygulamadan vazgeçiliyor. Benim orada olduğum dönemde, siyahların bu anlamda isyan başlatarak beyazların çiftliklerine el koydukları ve onların da Rusya'ya kaçtıkları yönünde haberler geliyor. Orada bazı şeyler toplumsal olarak çok daha keskin yaşanıyor. Burada yaşanan savaştan çok daha keskin bir savaş var. Kan üzerinden gidilen bir savaş değil ama ekonomik ve toplumsal olarak daha keskin olarak ilerliyor. 
 
Her iki ülkede verilen mücadeleyi kıyasladınız. Peki her iki ülkeye dair kadınların mücadeledeki yerlerine dair bir kıyaslama yapmanız mümkün mü? 
 
Orada kadınlar; 'Barış süreciyle birlikte her şeyin düzeleceğini düşündük ama sonrasında fark ettik de barış demek özellikle kadınlar için adalet demek değil' diyor.
 
Güney Afrika'da konuştuğum birçok kadın Kürt kadınlarına kıskanarak bakıyor. Özellikle Rojava'da IŞİD'e karşı verdikleri mücadeleden kaynaklı çok ciddi bir özenme hali ve hareketli olmalarına duyulan sempati var. Anayasal olarak baktığınızda Güney Afrika'da her türlü cinsiyetçi, ırkçı, nefret içeren davranış ve söylem çok ciddi cezalara mahkum edilmiş durumda. Ancak bunun uygulamada bir karşılığı yok. Birine tecavüz eden kişiyi bulmak çok zor bir şey. Çünkü polisleri sistemi yok. Bu aslında istenilen bir şey; şehrin sadece birkaç noktasında polis istasyonu var diğer kısımlarda ise sivil güvenlikler tarafından sağlanıyor. Barış sürecinde imzalanan anlaşmada halk sokakta polis görmek istemediğini belirtiyor. O zaman şehri bir sivilleştirme hali söz konusu oluyor. Polis gidiyor ama siz toplumsal olarak bir zihniyet değişimi yaşatmadığınız için var olan suçların önüne geçemiyorsunuz. O yüzden taciz ve tecavüz gibi suçlarda çok büyük bir oran var. Yasal yaptırımlara rağmen bu oranın bir türlü önünü kesemiyorlar. O yüzden burada Kürt kadınlarının daha önde olduğunu düşünüyorum. Burada zihniyeti değiştirip-dönüştürmeye, kendi kurumlarını oluşturan, eğitimlerini yapan, içeride dönüşüm yaptırmaya çalışıyor. 
 
Güney Afrika'da daireler, kafeler gibi birçok kamu alanının tuvaletlerde paketler içinde prezervatif var. Nedenini sorduğumda siyah kadınlara yönelik tecavüzü önlemenin zor olmasından kaynaklı böyle bir yöntem geliştirildiği söylendi.
 
Çoğu kadın hamile olduğunu dahi bilmediği için kürtaja çok geç kalmış olabiliyor. Ya da kürtaj yaptıracak paraya erişemiyor. Devlet de bunun önüne geçemediği için prezervatifi kullanmaya yönelik bir uygulama başlatmış. Bu da çok kötü bir şey. Bunun önüne geçmek gibi bir politikayı henüz hayata geçirememişler. Bir yandan şu var; siyah erkeklerin siyah kadınlara yaptıkları tecavüz oranı çok yüksek. Siyahlar birbirine çık bitişik evlerde 15-20 kişi yaşıyorlar. Bunlar kulübe tarzında evler. Sağlık ve yaşam güvenceleri yok. Siyahların büyük bölümü böyle alanlarda yaşıyor. Konuştuğum feminist Haklar Merkezi'nden bir kadın; biz bunu yasal olarak bunu engellemek için çalışma yürütsek de toplumsal değişim olmadığı için hiçbir işe yaramıyor. 
 
Ülkelerin sosyo-kültürel yapıları da önemli. Burada yasaların uygulanması bir şey ifade eder çünkü burada belli bir noktaya ulaşan kadın hareketi var. Biz burada çok eşliliğe karşı mücadele veriyor iken orada ise kadınlar çok eşliliğin tanınması için mücadele ediyorlar. Oradaki Müslümanlar genelde 4 kadın ile evleniyor ve evlendikleri kadınlardan birini yasal olarak nikah kıyıyorlar. Erkekler nikahı olmayan kadınları istedikleri zaman hiçbir hak vermeden kapı önüne koyabiliyor. Tabi ilk dönemler tek eşlilik için mücadele verdiklerini ancak oradaki Müslüman kültürde bunu kıramayacaklarını fark edip böyle bir mücadele başlattıklarını söyledi. 
 
Özde şunu söyleyebilirim; toplumsal dönüşüm kadın meselesinde çok önemli, yasalar ve kurumların önleyici bir etkisi olabilir ama toplumsal bir zihniyet yaşanmamışsa, tecavüz- taciz kültüründe, kadına bakış açısında bir değişim yaşanmamışsa bu yasalar koruyucu bir önlem olmuyor. Tecavüz durumu 13-14 yaşından itibaren yaşanmaya başlıyor. Benim tanıştığım kadınların 20 yaşında iseler en az 2-3 tane çocukları vardı. Kadınların yasal olarak eğitimlerine devam etmeleri noktasında şöyle bir şey getirilmiş: kızlar hamile kalsa bile liseye devam etmek zorunda. Ben lise üniformasından hamile olan birkaç kız çocuğu görmüştüm. Tecavüze rağmen kadınları hayata katmaya çalışan bir feminist hareket var. 
 
Oradaki kadınlar; "Barış süreci sırasında çok pasif durumda kaldık. Barış süreciyle birlikte her şeyin düzeleceğini düşündük ama sonrasında fark ettik de barış demek özellikle kadınlar için adalet demek değil. Bunu fark ettiğimiz andan itibaren çalışmaya başladık ama çok geç kalmıştık. Barış öncesinde çok daha güçlü bir örgütlenmemiz vardı. Belki özgün bir örgütlenmemiz ya da kadın ordumuz yoktu ama çatışmalı süreç içinde savaşan ve bu uğurda yaşamını yitiren çok sayıda kadın, kadın militan ve aktivist vardı. Barış süreci sonrası biz sandık ki beyazlar artık başımızda durmayacak ve erkeklik problemimiz olmayacak diye düşündük. Ama son 10 yıldır fark ediyoruz ki erkeklik problemi öyle bir problem değil. Kendi erkeklerimize, siyah erkeklere karşı savaşmamız gereken bir meseleydi. O yüzden Kürt kadınların şuna ataerkile karşı verdikleri mücadeleyi ve bunun üzerinden söz koymalarını çok değerli bir şey olarak görüyoruz Biz kendimizi pasif, sizi aktif olarak görüyoruz. Keşke gelebilsek, sizin mücadelenize tanık olsak belki biz de burada bir şeyler yapabiliriz"  demişti. 
 
Her iki ülkeye dair kadın mücadelesini inceleme şansına da sahip oldunuz. Bu kapsamda değerlendirdiğinizde kadın haklarının korunması ve yaşamsallaşması için nasıl bir örgütlenmeye ihtiyaç var? 
 
Toplumsal olarak bunun önüne geçemediğinizde yasalar anlam ifade etmiyor.Bu nedenle toplumsal bir örgütlenmeye ihtiyaç var. 
 
Güney Afrika'da tamamen fonlar ve devletin verdiği para desteği üzerinden çalışmalar yürüten, ayakta kalmaya çalışan bir feminist örgütlenme var. Aslında bir hareket olarak değil, kurumlar üzerinden giden bir örgütlenme. Çocuk istismarına karşı, kadın örgütlenmesine ilişkin, feminist avukatların örgütlendiği bir kurum var. Ama bunların tamamında yasal mevzuat ve kurumlar üzerinden çalışma yürüten kadınlar var. Sokaklarda olan bir feminist kadın hareketi yok. Elbette ki bireysel feministler var ama adına hareket diyebileceğimiz bir örgütlenmeleri yok. Örgütlenmelerindeki en büyük engeli sorduğumda; "Avrupa fonlarıyla yeterince desteklememesi" yanıtını aldım. Kadın mücadelesine bel bağladıkları nokta, fonun ne kadar geldiği. Elbette ki bu işin her adımında da gönüllülük esastır ama hayatının her alanına bunu yedirerek, kadınları temel alarak yürütülen bir mücadelenin yanında etkili olamıyor. Kadına şiddet uygulayan biri yakalanıp hakim önüne çıktıysa çok ciddi cezalar almış. Toplumsal kadın hareketlerini yaratamadıkları için çok kısıtlı bir alana takılıp kalmışlar. Toplumsal olarak bunun önüne geçemediğinizde yasalar anlam ifade etmiyor, toplumsal bir örgütlenmeye ihtiyaç var. 
 
AKP iktidarıyla birlikte kadın kazanımları noktasında ciddi hak kayıplar var. Günden güne geriye giden kadın hakları ve buna karşı verilen mücadeleyi nasıl yorumlamak mümkün?
 
İstanbul'da yaşıyordum şimdi ise Diyarbakır'dayım. AKP hükümetinin kadın düşmanı politikalarından Türkiye tarafından ki kadınların daha fazla etkilendiklerini görüyorum. Burada ise daha fazla kendini yenileyen, dinamizmi sağlayan bir durum var. Afrika'daki kadınların deneyiminden yol çıkarsak ne kadar toplumsallaşırsanız, erkeklere karşı mücadelede o kadar başarılı oluyorsunuz. Türkiye'de feminist hareket büyük mücadele vermiştir, büyük bedeller ödemiştir kitlesel hareketlere dönüşmüştür ama son 3 yıllık çatışmalı süreçte bir kırılmanın ve dağılma eşiğine geldiğini görüyoruz. Bazı feminist örgütlerin kapılarını kilitleyip gittiği; İstanbul Feminist Kolektif (İFK) ve Sosyalist Feminist Kolektif'e (SFK) kadar bir dağılma süreci yaşanmıştır. Sırtınızı toplumsal olana dayamadığınızda doğal olarak yaşadığınız problemler kişiselleşebiliyor, ona karşı mücadele edecek gücü kendinizde bulamıyorsunuz. Ama tüm baskı ve düşmanca politikaya rağmen her iki tarafta da kadın hareketleri muhalefet olarak sayılabilecek en güçlü kanat. Hem Türkiye kadın hareketi hem de Kürt kadın hareketi. Son 3 yılda AKP Hükümetinin kadın politikalarına karşı en iyi muhalefet eden kesim olarak görüyorum. 
 
MA / Dicle Müftüoğlu - Esra Solin Dal