Psikolog Şahin: Şiddet küçük yaştan itibaren normalleştiriliyor

  • kadın
  • 09:01 26 Kasım 2020
  • |
img

DERSİM - Psikolog Tülin Şahin, kültürel değerler altında oluşturulan düşünce kalıpları ve inanç şekillerinin, şiddeti küçük yaştan itibaren normalleştirdiğini belirterek, “Namus kavramı kadına yönelik şiddeti net olarak canlı tutan bir kavram” dedi. 

İnsanlık tarihinde hukuk kavramının ortaya çıkmasıyla şiddet, bir insan hakları sorunu olarak ele alınsa da sağlık, hukuk, eğitim ve gelişim alanlarını etkileyen evrensel bir sorun olarak devam ediyor. Günümüzde en çok aile ortamında başlayan şiddet, fiziksel, cinsel, kültürel, psikolojik ve ekonomik biçimlerde sürüyor. 
 
Psikolog Tülin Şahin, toplumsal, kültürel, aile içi ve kadına yönelik şiddete dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. 
 
İnsanlar psikoloğa neden ihtiyaç duyar?
 
Bebekliğimizden itibaren hayatın içinde yaşadıklarımız bizi kişisel gelişim sürecine hazırlar. İnsan olabilmek için belli bir gelişimi tamamlamamız gerekiyor. Fakat çevresel etkenler, yaşanmışlıklarımız, travmalarımız, bazen bu gelişimi engelleyebilir. İnsanlar bazen kendilerine çok yabancılaşabiliyor, çocukluktan itibaren bazı sorunları atlatamıyor. Bu etkenler kişinin ruh sağlığını bozabiliyor. Bu durumda kişiler kendilerini koruma altına alma ihtiyacı duyuyor ve bunun üzerinde savunma mekanizmaları geliştiriyor. Bizim toplumda da psikoloğa gitmemekte belli bir savunma mekanizması gibi görünüyor. Toplumda psikoloğa gitmek ‘delilik’ anlamına geliyor. Deli damgası vurulmasın diye psikoloğa gidilmiyor. Aslında kendi değerlerine, özlerine uygun bir hayat yaşayabilmeleri için bazen destek almaları gerekiyor. Bizde onlara bu desteği sunuyoruz.
 
Kişinin doğru kararlar almasını sağlıyoruz. Tedavi süreçleri uzun olduğu için insanlar psikoloğa gitmekten cayabiliyor. Bu yüzden de daha çok psikiyatriyi ve ilaç kullanımını tercih edebiliyorlar. Psikiyatri ilaçları ağır vakalar için verilir. Biz psikologlar ağır vakalarla ilgilenmeyiz. Benimde çerçevemi aşan durumlar olursa yönlendiriyorum. Bunu sürekli söylüyorum, söyleyeme de devam edeceğim. Eğer karşımdaki insan düşünebiliyorsa, bir kontrol mekanizması hala çalışıyorsa, ilaçsızda çok güzel bir şekilde yaşadığı durumu aşabilir.  Eğer ilacı kullanıyorsa aslında hiçbir durumu aşmıyor sadece erteliyordur. İlaçlar sadece uyuşturucu madde gibi, belli davranışları önler, engeller. İlacı bıraktığınız zaman o davranışı uç noktada sergilersiniz. Bu nedenle hiçbir şeyi çözmemişizdir, ertelemişsinizdir. Bu bir çığ gibi kendi köşesinde büyümeye devam eder. Anti depresanlar şok geçirmiş, o şoku atlatamayanlar ve kendine zarar verebilecek ve belli bir düşünce kabiliyetini yitirmiş insanlar için önemlidir. Fakat bunun yanında belli bir terapiye de ihtiyaç duyarlar.
 
Kadınlar hangi şikâyetlerle size geliyor?
 
Bana gelen kadınlar boşandıktan sonra çok fazla benliği zarar görmüş kadınlar. Yaşadıklarını hazmedememe durumu, öz güvenin zedelenmesi, bunların sonucunda da ne yapacağını bilememe, ağır bir ıstırap çekme durumunda ve yoğun hisler içinde depresif bir halde geliyorlar. Aslında konuştuğumuzda, terapiyi ele aldığımızda bazen şunun farkına varıyoruz; senelerce aslında onunla uyumlu olmayan insanla beraber bir ilişki, bir aile kurmuş. Aslında o insanı olduğu gibi kabullenmemiş, yıllarca istediği düşünce kalıbına yerleştirdiği bir eşe, yani hayal ürünü bir eşle beraber geçirmiş. Daha sonra gerçeklerle karşılaştığı zaman-aslında herkes bunu yaşıyor, sarsılıyor ve yere düşüyor. ‘Ayağa kalkmak istiyorum, ama nasıl kalkacağımı bilmiyorum’ diyerek geliyorlar. Biz de bu anlamda destek veriyoruz. Tekrar öz güvenini, değerini ve sevgisini aşılamaya çalışıyoruz. Yaşadıklarına bir anlam yüklüyor. Onu tanımlamaya çalışıyoruz. Kişinin tanımlaması için bir ortam sağlıyoruz. Kişi kendiliğinden evet bir farkındalık yaşıyor, yavaş yavaş o içindeki ıstırabı dile getirdikçe iyileşiyor. İyileştikçe de bunun farkına varıyor. Öz güveni, öz değeri ve öz sevgisi tekrar canlanıyor. İyileşmiş bir şekilde gidiyor.
 
Kültürel değerler altında oluşturulan düşünce kalıpları ve inanç şekilleri, maalesef küçük yaştan itibaren şiddeti normalleştirmeye ve beslemeye yöneltiyor. 
 
Türkiye’de kadınların yaşadığı şiddeti nasıl görüyorsunuz? Aile içi şiddetin etkileriyle diğer şiddet türleri arasında ne fark var?
 
Türkiye’de şiddet daha fazla var. Türkiye’de bir kültürel etken var. Kültürel derken sadece Türkiye toplumuna özgü değil. İnançsal anlamda Müslüman ülkelerde bir birine benzeyen değerler vardır.  Bizim kültürel değerler altında oluşturulan düşünce kalıpları, inanç şekilleri, maalesef küçük yaştan itibaren bizi şiddeti normalleştirmeye ve beslemeye yöneltiyor. Fakat bu şiddetin devam etmesinde kadınların rolü de büyük. Kadınlar da kültürel değerler altında bunu fazlasıyla yapıyor. Kadınlara ve erkeklere ‘namus’ kavramı öğretiyor. ‘Namus’ kavramı zaten kadına şiddeti net olarak canlı tutan bir kavram. Biz bunu aşıyoruz, insanı ‘namus’ kavramına indiriyoruz, küçültüyoruz ve namusu koruması gerektiğini öğretiyoruz. ‘Namus’ta bildiğimiz gibi sadece bacak arasında olan bir kavram olarak görülüyor. İnsana çok dar bir pencereden, kör noktadan bakıyoruz. Buda sorgulama yeteneğimizi geliştirmemize engel oluyor. 
 
Bunun yanında yine kadın ve erkeğe ayıp kavramı öğretiliyor. Belli davranışlarda bulunursak ‘ayıptır’ deriz. En önemlisi sünnet. Bunun hijyen açısından tartışmasını geçiyorum. Sünnete değil, sünneti düğün şeklinde duyurulma eylemine karşı çıkarız. Çünkü orada çok net bir şekilde çocukluktan itibaren kadın ve erkeğe eşitsizlik durumunu aşılarız. Erkeğe senin cinsel organın çok değerli, senin gücün bu, bu oldukça var olacaksın. Yine insanı kör bir noktaya hapis ediyoruz. Kadına da ‘bu sende yok, eksiksin, hayatın boyunca eksik olmaya devam edeceksin’ diyoruz. Kız çocuğu böyle büyüyor, erkek böyle büyüyor. Bu şekilde büyüyen çocukların birey oldukları zaman şiddete meyilli olmaları da çok şaşırtıcı değil.
 
Sünnet düğününe kadın öyle bir hazırlanıyor ki -bu benim için çok uç bir şey olacak ama insanlığı suçu- mesela Afrika’da kızlara yönelikte sünnet hala devam ediyor. Bunları aşmamız gerekiyor. Erkeğe karşı bir eylem değil yapmamız gereken. Erkeklerden daha kötü bir şekilde kadınlar kadınlara zarar verebiliyor. Bunun net bir şekilde gözlemledim. Tabi erkeklerin savunulmasından da bahsetmiyorum. Sadece bakış açımızı geniş tutalım, bir noktaya odaklanmayalım diyorum. Bir noktaya odaklandığımızda birçok şeyi es geçmiş oluyoruz. Kadına şiddete de bu şekilde hem bireysel hem toplumsal hem de kültürel olarak değerlendirmemiz gerekiyor.
 
 Avrupa’da fiziksel şiddetin yanı sıra psikolojik şiddet daha ağır basıyor. Zehir gibi yavaş yavaş tüketiyor.
 
Avrupa’da görev yapmış bir psikolog olarak oradaki kadınlara yönelik şiddet hangi boyutta? 
 
Avrupa dendiği zaman kadınların daha şanslı olduğu, şiddete maruz kalmadığı yönünde daha güçlü bir portre çizilir. Fakat gerçek böyle değildir. Avrupa’da da kadınlar fazlasıyla şiddete maruz kalıyor. Sadece şiddet mağduru kadınlar bundan utanıyor. Genelde orada eğitim aldığınızda, belli bir yere kadar ekonomik düzeye vardığınızda bunun etraftan duyulması, sizin benliğinize zarar veriyor. Yanlış bir bakış açısı ama kişi karşı tarafın yaptığı eylemi kendisi yapmış gibi suçluluk duygusu ve utangaçlık yaşadığı için bunu gizli tutma eylemini sürdürüyor. Avrupa’da fiziksel şiddetin yanı sıra psikolojik şiddet daha ağır basıyor. Zehir gibi yavaş yavaş tüketiyor, kişi bunun farkına vardığında çok geçmiş oluyor. Yurt dışında da burası kadar şiddet var. Genelde direk boşanıyorlar. Mesela ekonomik gücü olmayan bir kadın, eşi istemediği sürece boşanamaz. Orada kadını koruyan belli kurumlar var. Tabii kadın o cesareti gösterirse, çocuklarıyla beraber koruma altına alınır.
 
Psikolojik şiddetin etkisi nedir?
 
Aslında genel olarak etkisi büyük. İnsan olarak ele aldığımızda hepimiz aynı şekilde oluşuyoruz. Psikolojik dinamiklerimiz kadın, erkek, çocuk fark etmiyor. İnsanın özünde şiddet vardır. Belli bir tehlikeye karşı kendimizi korumamız gerekiyor. Bazen yok olmamak, var olmak ve yaşamamız için yok etmemiz gerekiyor. İnsan savaşlarda karşı tarafı öldürmezse kendisi yok olur. Bu var olma savaşı yaşamak içindir. Sorun şurada başlıyor; bir tehlike olmadığı zaman, kişinin bunu böyle hissedip, aynı şekilde cevap vermesi. Sorun burada başlıyor. Benliğime dokunduğun zaman ben bu eylemi gerçekleştiririm. İçe dönükte bir şiddet vardır. Biz diyoruz ya kadın neden cesaret göstermiyor, neden meyil veriyor. Orada bir mekanizma başka bir mekanizmayı çalıştırıyor. İki tarafın ruh sağlığı iyi değilse bir tarafın mekanizması diğer tarafın mekanizmasını çalıştırıyor. Erkek kadına şiddet uyguluyor, kadında kendine bunu kabul ederek şiddet uyguluyor. Eğer çocukları varsa o şiddeti o da çocuklarına uyguluyor. Annenin ‘çocuklar için bu evliliği sürdürüyorum’ demesi dolaylı yoldan bir şiddettir.
 
 İçimizdeki var olma savaşını taşıyoruz. Travmalardan kendilerini kurtaramayanlar maalesef çözümü ölümde bulabiliyor.
 
Dersim’de kadınlar ve toplum üzerinde birçok baskı yaşanıyor. Gözlemleriniz nelerdir?
 
Dersim’in tarihi ortada, hala var olan baskılar ortada. Ne kadar gözümüz alışmış olsa da bizi huzursuz eden bazı etkenler var. Bu da bilinçaltımıza yerleşmiş. Bunun sürekli mücadelesini veriyor, sürekli bir savaş içindeyiz. Artık kendimizle değil bir var olma savışı içindeyiz. Bu savaşı sürdürürken de istemeden de olsa etrafımızdakilere de zarar veriyoruz. Dersim’de gözlemlediğim alkol çok tüketiliyor. Bahsettiğimiz bu iç savaş insanların var olma çabası, buranın tarihinde yok edilme olduğu için bunu gizleyemeyiz. Ne kadar yok derlerse inkar edemeyiz. Bunun sonuçlarını psikolojik olarak görüyoruz. Buraya özel bir şey var. Böyle olunca insanlar bunu bir şekilde aşmaya çalışıyor. Tabi doğru bir şekilde yapılmıyor. Kendi çabalarıyla benlikleriyle beraber psikolojik olarak hayatta kalma mücadelesi veriyor. Buda davranış bozukluğuna yol açıyor. Bu durumda ilişkilerde zedelene biliniyor.
 
Benim duyduğum kadarıyla boşanma oranı çok yüksek ve gittikçe yükseliyor. Gençlerin intihar vakaları da bunlardan kaynaklı diye düşünüyorum. Artık bir şeyler anlamsızlaşıyor. Bir şeyin savaşını veriyoruz, içimizde yaşaya bilmek için veriyoruz. Bilinçaltı mirası olarak aktarıldığı için belli bir noktada genetiğimize kodlanıyor. Biz bu bilinçaltı miraslarıyla büyüyoruz. Bilmediğimiz, anlamlandıramadığımız hisler taşıyoruz. İçimizdeki var olma savaşını taşıyoruz. Biz hala o tehlikeyle karşı karşıyayız. Dersimliyim dediğim zaman onlara baktığında ‘Tunceliliyim’ dememiz gerekiyor. Dersimli demek bir direniş gibi görünüyor. Travmalardan kendilerini kurtaramayanlar maalesef çözümü ölümde bulabiliyor.
 
Kadınların tekrar cesaretlendirilmesi için ne yapılması gerekiyor?
 
Şiddete maruz kalan kadınların, o cesareti tekrar gösterdikten sonra kendilerini toparlamaları için destek almaları şart. Kadın o cesareti göstermiş olsa da senelerce maruz kaldığı bir şiddet var. Bu şiddetin boyutunu bilmiyoruz. Kişi kendisi de bu şiddetin boyutunu bilmiyor. Şiddetin ona verdiği zararları ölçmek gerekiyor. Ölçüp ona göre tekrar onarmak gerekiyor. Kendisine olan güvenini, sevgisini, öz değerini tekrar onarmak gerekiyor ki tekrar kadın ayağa kalkabilsin. Eğer kadın bu desteği almazsa sadece o cesareti gösterir ama aynı hatayı yapmaya devam eder. Bir şiddetten kurtulup başka bir şiddete yönelir.
 
İnsan düşüncelerini yaşar. Ne algılıyorsak ne üretiyorsak onun sonucunu yaşarız. Ben ne düşünüyorsam hayatımı ona göre şekillendiririm. Eğer çaresiz olduğumu düşünüyorsam hayatıma çaresiz olarak devam ederim. Ben bunun sadece bir düşünce olduğunu farkına varıyorsam bu bir farkındalıktır. Kadınların bu farkındalığı yaşamalarını istiyorum aslında. Hayat insanın kendi elindedir. Benim kararlarımdan dolayı hayatım şekilleniyor. Benim kararlarımda benim düşüncelerimden kaynaklı doğuyor. Eğer düşüncelerim bana yaşamak istemediğim bir hayatı sunuyorsa o zaman düşüncelerimi değiştirerek başlamam gerekiyor. Düşüncelerimi değiştirdiğim anda hayatım yavaş yavaş değişecek. Bunun farkına vardığımda zaten insan güçleniyor. Söylemesi kolay mı evet çok kolay. Yapması o kadar kolay değil. İnanın bunu yapmak istediğinde belli bir süre istiyor. Bunu yapınca hayatın gerçekten anlamı, hak ettiği gibi değerle çok farklı bir tadı vardır. Kişi eğer böyle bir şiddete maruz kalmışsa,  sürdürüyorsa veya kendisi şiddet uyguluyorsa yaşamıyordur. Hayatı yaşamak bu değildir. Bir çiçek açar veya meyve verir. Doğuşumuzdan itibaren insan olmak gibi bir amacımız vardır.  Biz insan olmak için doğmuşuz. Bizi insan yapan da beynimiz ve düşünce şekillerimiz. İnsan olmak içinde birçok değere birçok yeteneğimizi geliştirmemiz gerekiyor. Kadın kendini de sorgulaya bilmelidir. ‘Şiddette maruz kalıyorsam neden bunu devam ettiriyorum, neden çekiyorum’ demelidir. Bu soruyu sorması da bir farkındalık yaratıyor.
 
MA / Ayşe Sürme