'Ekoloji mücadelesi anti-militarist ve anti-emperyalist olmalı'

img
İZMİR - İklim krizine karşı verilen ekoloji mücadelesinin anti-emperyalist ve anti-militarist olması gerektiğini vurgulayan Polen Ekoloji Çalışmaları Derneği Eşbaşkanı Onur Yılmaz, “ortak mücadele” vurgusu yaptı.  
 
Küresel iklim krizi, insanlığı ve dünyayı yok oluşa doğru sürüklemeye devam ederken, dünyanın çeşitli bölgelerinde farklı etkilere neden oluyor. Dünyada başta Amazon Ormanları olmak üzere hızla süren ormansızlaştırma, madenci ve enerji sektörleriyle süren karbon salınımı hızlı bir iklim değişikliğine yol açıyor. ABD'de bulunan Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi‘ne (NOAA) göre, 2023 yılında sera gazlarının en önemlisi ve en yaygını olan karbondioksit (CO2) ve daha kısa ömürlü olmasına rağmen güçlü olan metan gazının salınımı rekor seviyelere ulaştı. Öte yandan Avrupa İklim Değişikliği Servisi Copernicus (C3S) “2023 Küresel İklim Bulguları” raporuna göre, 2023 yılı şimdiye kadar yaşanmış en sıcak yıl olarak kayıtlara geçti. 
 
Yaşanan bu durum okyanuslarda ısınmadan buzulların erimesine kadar ciddi riskleri beraberinde getirirken, dünya bir yanda kuraklık bir yanda ise aşırı yağış ve sel felaketleri ile karşı karşıya kalıyor. Son 1 hafta içerisinde Afganistan, Pakistan, Kazakistan ve Rusya'nın Sibirya bölgelerinde yaşanan sel felaketlerinde çok sayıda kişi hayatını kaybederken, Birleşik Arap Emirlikleri'nin çölün ortasına kurulu Dubai kentine yağan aşırı yağış sele neden oldu. Yine Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre, 3,6 milyar insan, iklim değişikliğinden büyük ölçüde etkilenen bölgelerde yaşıyor. İklim krizine karşı mücadele eden sivil toplum kuruluşu Oxfam‘ın “Evlerinden Edilenler” raporuna göre ise son on yılda aşırı hava olayları yüzünden her yıl ortalama 20 milyon insan yerinden edildi. 
 
Polen Ekoloji Çalışmaları Derneği Eşbaşkanı Onur Yılmaz ile yaşanan küresel iklim krizi, krize karşı geliştirilen öneriler ve izlenmesi gereken hattı konuştuk. İklim krizine karşı uzun yıllardır sistem içi tartışmalar olduğunu belirten Yılmaz, 2010'lu yıllarda “Yeşil Yeni Düzen” olarak ortaya çıkan bu tartışmaların farklılaştığını vurguladı.
 
Tüm dünyanın enerji, maden, inşaat sektörleri üzerinden bir “şantiyeye alanına” dönüştürüldüğünü vurgulayan Yılmaz, “Bu kadar büyük yağmanın neden olduğu ekolojik tahribat restore edilmeli. Sosyalizmin ekolojik bir bakışının olması onun ekonomik altyapısı ile ilişkili. Bu da bütün üretim süreçlerinin, küresel tedarik zincirinin doğayla uyumlu hale getirilmesidir. Komünizm ufku olan bir sosyalizm inşası elbette yapay zekadan tarımın sürdürülebilir hale getirilmesi ve agroekolojik uygulamalara kadar bütün gelişkinlikleri kullanmalı" diye belirtti.
 
'ANTİ-MİLİTARİST HAT KURULMALI'
 
Ekoloji mücadelesinin aynı zamanda anti-militarist, anti-emperyalist olması gerektiğine işaret eden Yılmaz, şunları söyledi: "Dünyadaki orduların emisyon oranları net olarak takip edilemiyor. Dünyanın her yerinde sayısız yenilenebilir enerji santralleri kuruluyor, emisyonun azaltıldığı söyleniyor. Ama bir yandan da okyanusta kıtalararası füzeler patlıyor, dev orduları besleyecek petrol ve metal madenciliği yapılıyor. Ekoloji mücadelesinin ana hedeflerinden bir tanesi askeri sinai kompleksin dağıtılması olmak zorunda. Bu sadece savaşın neden olduğu ekolojik tahribatı durdurmak için değil, aynı zamanda sömürgeciliği, faşist ideolojilerin yayılmasını, iklim krizi kaynaklı ortaya çıkan göçlere karşı sınırlarda oluşturulan engellerin kaldırılması için gereken bir tutum. Ekolojide, kadın, işçi sınıfı ve ezilenlerin kolektif iradeleri olmalı. Bunların temel ilkeleri anti-sömürgeci, anti-faşist, anti-militarist, cins özgürlükçü bir tarzda olması onları bağlayan zeminlerdir. Ekoloji mücadelesi çok boyutlu yürütülmeyi zorunlu kılmaktadır." 
 
DÜNYADA SERA GAZI ORANI
 
Anti-emperyalist ve sömürge karşıtı mücadelenin öneminin altını çizen Yılmaz, yaratılan iklim krizinden tüm ülkelerin aynı derecede sorumlu olmadığını dile getirdi. Sanayi devrimi sonrasında artan sera gazı salınımlarından emperyalist devletlerin daha fazla sorumlu olduğunu kaydeden Yılmaz, "1750'den bu yana tüm dünyada 1 buçuk trilyon ton kadar karbondioksit salınmış. Bunun yüzde 25'inden ABD, yüzde 22'sinden AB'nin 28 ülkesi sorumlu. Bugün emisyon salınımında açık ara en önde olan Çin yüzde 12,7, Hindistan ise yüzde 3'ünden sorumlu. Yine Afrika ve Güney Amerika kıtalarının tamamının payı da sadece yüzde 3. En yoksul ülkelerdeki ortalama bir insanın emisyonu ile en zengin ülkelerdeki ortalama bir insanın emisyonlara katkısında 30 kata kadar fark oluyor. Bu fark ülkelerin içindeki sınıfsal katmanlar içinde de mevcut. Dolayısıyla son yıllarda ortaya çıkan iklim adaleti kavramının doğru içeriklendirilmesi kritik önemde. 30 yılı aşkındır yapılan iklim zirvelerinin sonuçları bile tabloyu değiştirmiş değil. Bugün Çin ve Hindistan'ın çok daha hızlı karbonsuzlaşması çok önemli. Ama onlar bugün fazla emisyon yaparken kapitalizmin küreselleştiği olgusundan hareketle bu emisyonlar orada yapılıyor. Yani Çin'de üretilen metalar AB ve ABD'de tüketiliyor. ‘Karbonsuzlaştırıyoruz’ söylemlerinin arkasında emperyalist düzen ve tarihsel arka plan var" diye belirtti. 
 
İKLİM BORCU
 
Buradan hareketle ortaya Güney Amerika, Afrika ve Asya ülkelerinin ortaya attığı iklim borcu taleplerinin meşruluğuna dikkat çeken Yılmaz, bu ülkelerin emperyalist zincirlerin oluşumunda ucuz emek deposuna çevrildiğini ve doğasının yağmalandığını kaydetti. Bu tahribatın sorumluluğunun da sömürgeci devletlerde olduğunu söyleyen Yılmaz, "Bu ülkelerde kendi ülkesi içindeki sermaye kesimlerine karşı mücadele etmeli. Yani Venezüela halkı petrol şirketlerine, Afrika halkı maden şirketlerine karşı mücadele etmezse iklim borcunun karşılığını görmemiz söz konusu değil. Bu borç şimdilik karşılansa bile doğa talanını durduracak sonuçlar doğurmayacaktır" diye aktardı. 
 
'ÇÖZÜM ÖRGÜTLÜ GÜÇTE'
 
Ekolojik çöküşü durdurmanın tek çırpıda olamayacağını belirten Yılmaz, ölüm döşeğinde olan kapitalizmin her seferinde yeni sömürü alanları yarattığını söyledi. Fakat karamsar bir tablo çizilmemesi gerektiğini vurgulayan Yılmaz, "Dünyanın farklı noktalarında süren devrimci mücadeleler, yine halkçı-demokratik iktidarlar, yanı başımızda ki Rojava gibi deneyimler, Filipinler Komünist Partisi'nin oluşturduğu özerk alanlar dünya işçi sınıfı ve ezilenleri açısından umut kaynakları. Bunların izole olmasının önüne geçer, yayılmasını sağlayacak dayanışmayı gösterirsek çözümleri ortaya koymuş oluyoruz. Termik santralin inşasının durdurulması, kömür madeninin kapattırılmasının hepsi bir demokrasi okuludur. Aynı zamanda geleceğimizi kurtaracak mütevazi adımlardır. Bu alanda örgütlü bir mücadeleye yöneldiğimizde çözümlerin o kadar uzak olmadığını, devletin gösterdiği sopası karşısında örgütlü gücün sonuç alabildiğini göreceğiz" diye konuştu. 
 
MA / Tolga Güney