DİYARBAKIR - Devlet ve iktidarların yüzleşmekten kaçındığı Kürt sorununda kilit bir role sahip olan PKK Lideri Abdullah Öcalan, "Barış savaşı" olarak tanımladığı yaşatma siyasetini, 23 yıldır tecrit koşullarında ısrarla sürdürüp adımlar attı.
Tarihsel bir kimlik gerçekliği orta yerde dururken, 100’üncü yılına bir kalan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna uzanan yok sayma yaklaşımının daha da büyüttüğü Kürt meselesi, ülke siyasetinin nirengi noktasını oluşturan bir konumda. Kürtler, Türkiye’nin yanı sıra Ortadoğu siyasetinde de göz ardı edilemeyecek bir pozisyona sahip bugün. Bu pozisyona ise gerçekleştirilen soykırımlar, imha, inkar, asimilasyon politikaları, faili meçhul cinayetlerle birlikte bugün hala fütursuzca sürdürülen bir şiddet ve engizisyon mahkemelerini aratmayan yargı tehdidi altında, ağır bedelleri olan zorlu bir mücadele ile kavuşuldu.
Kürtleri yok sayılamayacak bir güç, Kürt meselesini de küresel güçlerin kayıtsız kalamayacakları bir konuma taşıyan isim ise PKK Lideri Abdullah Öcalan oldu.
Öcalan, bin yıllardır yaşadıkları toprakları 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde dört parçaya bölünerek yok sayılan Kürtlerin son isyanına öncülük etti. 21’nci yüzyılın başında Ortadoğu’ya dönük yeniden kurgulanan dizayn planında engel olarak görülüp, hedef olarak seçilen Öcalan, başını ABD’nin çektiği uluslararası bir komplo ile 15 Şubat 1999 yılında Türkiye’ye teslim edilip, İmralı Adası’na hapsedildi.
İmralı’da ağır tecrit koşulları altında tutulduğu 23 yıl boyunca, amaçlanın aksine Kürt meselesinin ana aktörü olmayı sürdüren Öcalan, avukatları ve ailesi ile görüştürülmeyerek dışarısıyla ilişkisi koparılmak, mesajlarının kamuoyuna ulaşması engellenmek istense de, iktidarı ve muhalefetiyle gözardı edilemeyecek pozisyonda. AKP’li Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’ın ülkede giderek ısınan erken seçim gündemi içerisinde Öcalan adına söylem üretmeye çalışması kadar, birkaç ay önce Van’da “Kürt sorununu çözeceğim” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son olarak, “Demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” çıkışında bulunmasının asıl nedeni, iktidara giden yolunda da Diyarbakır’dan geçtiği gerçekliği.
ÖCALAN'IN HALKIN GÖZÜNDEKİ YERİ
İktidar ve muhalefetin oylarına göz diktiği Kürt seçmenlerin, Kürt meselesine ve çözümüne nasıl baktıklarını anlamayı kolaylaştıran verilerden biri, Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi tarafından Nisan 2021’de yapılan ve Diyarbakır’ın da aralarında olduğu bölgenin 18 kentini kapsayan bir araştırmanın sonuçları.
“Sizce Kürt sorunu nasıl çözülür?” sorusu yöneltilen anket katılımcılarının yüzde 44,5’i “çözüm/müzakere sürecine dönerek”, yüzde 29,3’ü “anayasal tanınma ve güvencelerle”, yüzde 15,2’si “çatışmasızlık ve barış ile” yanıtlarını verdi. Yine yüzde 95,1 gibi bir oranla Kürt meselesinin askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini belirten katılımcılara, “Sizce Kürt sorununun çözümüne yönelik muhataplar kimler olmalıdır?” diye sorulduğunda alınan yanıt ise; 56,5’i “TBMM’de temsili bulunan siyasal partiler ve örgüt (Abdullah Öcalan ve PKK)”, yüzde 22,8’i “Hükümet ve Örgüt (Abdullah Öcalan ve PKK)” şeklinde oldu.
'YAŞATMA SİYASETİ'NDE ISRAR ETTİ
Bu zamana dek yürütülen özel politikalarla Türk kamuoyunda öcüleştirilmeye çalışılıp, Kürtlerin de gözünden düşürülmek istenen Öcalan’ı, Kürt meselesinde bu derece kilit role taşıyan ise, son Kürt isyanına liderlik etmesi kadar savaş siyaseti yerine “yaşatma siyaseti”nde, yani barışta ısrar etmesiydi.
1993-1998 yılları arasında ilan edilen üç ateşkes ile devlete sorunun askeri yöntemlerle değil, ancak barışla çözülebileceğini gösteren Öcalan, uzattığı ele karşılık bulamasa da bu tutumunu İmralı’da getirilmesinden sonra da sürdürdü. Öcalan, İmralı’da sergilediği duruşun yanı sıra derinlikli tarihsel ve toplumsal sorgulamalar ışığında Türk ve Kürt savaşını besleyen ulus devlet çıkmazını aşan paradigmal sistem geliştirip, esaret koşullarında bunun inşasına girişti.
1 Eylül 1999’da dördüncü kez ateşkes ilan edip, PKK’nin silahlı güçlerine Türkiye sınırlarının dışına çıkmaları çağrısında bulunan Öcalan, Kandil, Mahmur ve Avrupa'dan olmak üzere “Barış ve Demokratik Çözüm Grupları”nın Türkiye’ye gelmesi konusunda adım attı. Bu çağrı ile 8 isimden oluşan ilk grup 1 Ekim 1999'da Kandil’den Türkiye’ye geldi. Fakat devlet bu adıma, grubun tümünü gelir gelmez tutuklayıp hapis cezalarına çarptırarak yanıt verdi. Buna rağmen 29 gün sonra bu kez Avrupa'dan yine 8 kişilik ikinci grup gelse de, onların da akıbeti ilk gruptan farklı olmadı.
'BARIŞ SAVAŞI VERİYORUM'
Bu tutuklamalara rağmen, “24 saat bir savaş içindeyim. Barış savaşı veriyorum. Barış savaşı dışarıdaki savaştan daha zor” diyerek, çözüm ısrarını sürdüren Öcalan, o dönem ülkeyi yöneten DSP-MHP-ANAP hükümetinin önüne 20 Ocak 2000'de "Barış Projesi", 4 Kasım 2000'de "Demokrasi ve Barış İçin Acil Eylem Planı", 19 Haziran 2001'de de “Acil Talepler Bildirisi”ni getirdi. Bu adımların tümü yanıtsız bırakıldı.
BARIŞ PLANI HAZIRLADI
Çözüm ısrarından vazgeçmeyen Öcalan, 3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidara gelmesinin hemen ardından hazırladığı “Acil Çözüm Bildirgesi" ile bu kez AKP’ye diyalog çağrısında bulundu. Akabinde hükümete silahsızlanmanın yol haritasının oluşturulduğu 10 maddelik bir “Barış Planı” sunan Öcalan, Tayyip Erdoğan’a "Barış söyleyeceğin iki cümleye bağlı. Onurlu bir barış için demokratik çalışma imkanları açıktır. Bu iki cümle on binlerce kişinin kurtulmasını sağlayacak” diyerek seslendi.
Bu konuda adım atılmasını beklerken Öcalan'a yönelik tecrit daha da ağırlaştırıldı. İletişim, haberleşme olanaklarından hukuksuzca yararlandırılmayan Öcalan, ailesi ve avukatlarıyla aylarca görüştürülmedi. Sergilenen bu yaklaşım karşısında PKK, 5 yıldır devam ettiği ateşkesi 1 Haziran 2004 itibariyle sonlandırdı.
Bir yandan savaş devam ederken 2005 yılında bu kez “Barış İçin Yol Haritası” hazırlayan Öcalan, gerillaların dağdan inmesini sağlamak üzere “Demokratik Katılım Yasası” çıkarılmasını istediği AKP iktidarı, bunun yerine pişmanlık dayatmaktan öteye gitmeyen “Eve Dönüş Yasası” çıkardı.
MİT MÜSTEŞARI İMRALI’YA GİTTİ
Bu hava ancak 2008 yılına gelindiğinde MİT Müsteşarı Emre Taner ile Öcalan arasında İmralı’da ilk temasın kurulmasıyla değişmeye başladı. Bu temas, üçüncü bir ülkenin gözlemciliğinde kimi devlet yetkilileri ve KCK yöneticileri arasında gerçekleşen "Oslo görüşmeleri" genişledi.
‘YOL HARİTASI’ HAZIRLADI
İlerleyen aylarda AKP hükümetini çözüm konusunda cesaretlendirmek için KCK, 31 Mayıs’ta yeniden ateşkes ilan etti. Hükümet cephesinde ise "Kürt açılımı" olarak başlayıp, sonrasında "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" olarak adlandırılan bir süreç başlatıldı. Barış için her türlü adımı atmaya hazır olduğunu duyuran Öcalan, hemen 10 ilkeden oluşan bir “Yol Haritası” hazırlayıp, demokratik çözüm için AKP’yi masaya davet etti.
3’ÜNCÜ BARIŞ GRUBU
Bu çağrı ile sınırlı kalmayan Öcalan’ın çağrısı ile 10 yıl aradan 19 Ekim 2009 tarihinde Kandil ve Mahmur’dan olmak üzere 4'ü çocuk 34 kişiden oluşan Barış Grubu Türkiye'ye geldi. Gelen bu grup, Habur Sınır Kapısı'nda 50 bin dolayında insan tarafından karşılandı. Ancak bu gelişmelerden rahatsız olan güçlerin baskısıyla AKP Hükümetin bu sürecin arkasında duramaması üzerine Avrupa’dan gelecek ikinci grubun gelişi iptal edildi. İlk grupta yer alan 30 kişi hakkında davalar açılıp, 17’si tutuklandı. Tıpkı daha öncekiler gibi gelen son grup içerisinde cezaevinde yaşamını yitirenler oldu.
Anayasa Mahkemesi’nin 11 Aralık 2009’da Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kapatılmasına karar vermesinin gerginleştirdiği ipler, 25 Aralık’a gelindiğinde Kürt siyasetçilere yönelik başlatılan “KCK operasyonları” ile yeniden koptu. Ülke genelinde yapılan bu operasyonlarla tutuklanan binlerce kişi arasında Öcalan’ın avukatları da yer aldı.
İmralı’daki görüşmeleri sabote eden bu adımlara rağmen, kendisiyle görüşen heyetle "Barış Konseyi"nin kurulması konusunda mutabakata vardıklarını kamuoyu ile paylaştıktan sadece üç hafta sonra Öcalan, 27 Temmuz 2011 tarihi itibariyle avukatları ile görüştürülmemeye başlanarak tecrit altına alındı.
AÇLIK GREVİ ÇAĞRISIYLA SONA ERDİ
Roboskî’de 34 insanın savaş uçaklarının bombardımanı ile katledilmesi, Hakkari’de 13 köylünün katledilmesi olayları, PKK ile savaşta verilen ağır kayıplar, Suriye’de başlayan iç savaş ortamında Öcalan’dan aylarca haber alınamaması üzerine cezaevlerindeki PKK ve PAJK'lı tutsaklar, 12 Eylül 2012’de açlık grevine başladıklarını duyurdu. Binlerce kişinin katıldığı bu eylem dolayısıyla sıkışan AKP, İmralı’nın kapısını yeniden çalmak zorunda kaldı ve 66’ncı gününe ulaşan açlık grevi Öcalan’ın çağrısı ile 18 Kasım’da sonlandırıldı.
PARİS SUİKASTLERİ
Akabinde Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata, 3 Ocak 2013 tarihinde İmralı’ya giderek Öcalan ile görüştü. Yeni bir sürecin işaret fişeği olan bu ziyaretten altı gün sonra Kürt kadın siyasetçiler Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan, 9 Ocak günü Paris’te katledildi. Ömer Güney isimli tetikçinin işlediği cinayetlerin bağlantılı olduğu MİT tarafından organize edildiği çok geçmeden açığa çıktı. İşlenen cinayetler için “Ha bizi ha Sakine’yi vurmuşlar” diyen Öcalan, “Burada yaptığımız ilk toplantıdan sonra Paris’te karşılık verdiler. Her önemli görüşmeden sonra mutlaka karşı bir darbe gelişti” sözleriyle, arkasında Gladio yapılanmasının bulunduğunu ifade ettiği “paralel devlet”i teşhir eden ilk isim oldu. Kendisini savaş tuzağına çekmek isteyenlerin oyununu barış ısrarını sürdürerek bozan Öcalan, kangren haline dönüşmüş Kürt meselesini çözme konusunda duyduğu sorumluluğu 2013 yılı Newroz’una damga vuran “Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” mesajıyla gösterdi.
GERÇEK NİYET AÇIĞA ÇIKTI
Devamındaki süreçte bir tarafta Kürtlerle Dolmabahçe Sarayı’nda mutabakat imzalayan AKP’nin; diğer tarafta Kuzey Suriye’de oluşan özerk yönetimden duyduğu rahatsızlığı Kobanê’ye saldıran DAİŞ’e destek vererek gösterdi. Süleyman Şah Türbesi’ni bile YPG'nin yardımıyla ancak DAİŞ’ten kaçırabilen iktidarın, Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) hazırladığı “Çöktürme Planı” ile süreci akamete uğratma niyeti, Öcalan’ın “silah bırakma” çağrısında bulunmaya hazırlandığını dile getirdiği Newroz mesajından bir gün sonra Erdoğan’ın Dolmabahçe’de imzalanan metni tanımadığını ilan etmesiyle kendisini gösterdi.
Bunu İmralı Heyeti ile Öcalan arasındaki görüşmelerinin kesilmesi sonrasında gidilen 7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olunamayınca “Çöktürme Planı”nın devreye konulması izledi ve planla birlikte Sur, Cizre ve Nusaybin gibi bazı merkezlerde büyük yıkımlara yol açan savaşa kapı aralandı. Dokunulmazlıkları kaldırılan HDP’li milletvekilleri ve yerlerine kayyım atanan belediye eşbaşkanları cezaevlerine konuldu.
AÇLIK GREVLERİ
Sesinin dışarıya ulaşmasının önüne geçmek için Öcalan üzerindeki tecridin derinleştirilmesi üzerine 5 Eylül 2016’da HDP ve DBP’li 50 siyasetçi Diyarbakır’da açlık grevine başladı. Bu eylem sonucunda ailesiyle görüştürülen Öcalan, AKP’yi barış konusunda samimi olmaya davet etti. Lakin açlık grevinin sonlandırılmasının üzerinden çok geçmeden İmralı’nın kapısı yeniden kapatıldı.
Cezaevine konulan siyasetçilerden biri olan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven, Öcalan’a dönük tecridin son bulması talebiyle 8 Kasım 2018’de açlık grevine başladı. İktidar binlerce tutuklunun katıldığı bu eylemi önceki gibi Öcalan’ı kardeşi ile bir kez görüştürerek sonlandırabileceği yanılgısına kapılsa da Leyla Güven ve diğer eylemciler tecridin bütünüyle sonlandırılması talebiyle eylemlerine devam etti. Bunun üzerine İmralı’nın kapıları 8 yıl aradan sonra Öcalan’ın avukatlarına yeniden açıldı. 2 Mayıs-7 Ağustos 2019 tarihleri arasında avukatları ile gerçekleştirdiği beş görüşmede Öcalan, barışı sağlamak için iktidarı devirdiği masaya davet etmeyi sürdürdü.
İmralı Adası'nda bulunan diğer 3 mahpus ile birlikte bir "toplu tecrit" hali içerisine alınan Öcalan, telefonla görüş hakkından dahi 21 yıl sonra ilk kez 27 Nisan 2020'de yararlandırıldı. 25 Mart 2021'de kardeşi Mehmet Öcalan'la yaptığı ikinci telefon görüşmesi yarıda kesilen Öcalan'dan aradan geçen 11 ayda hiçbir haber yok. Avukatlarının bu konuda yaptığı tüm başvurular ise ya yanıtsız bırakılıyor ya da kimi disiplin cezaları gerekçe gösterilerek müvekkilleri ile görüşmelerinin önünde geçilerek hukuksuzlukta ısrar ediliyor. İmralı'nın kapılarının kapatılmasıyla devam eden savaşın neden olduğu tüm alanlardaki krizin bedelini ise Türkiye halkları ödüyor.