ANKARA - Kürtaj hakkı mücadelesinin sembolü olan Polonya’dan 25 Kasım mesajı var: “Kız kardeşlik hepimiz için gurur kaynağı. Uzun vadeli sürecin sonunda, her bir kadın kendini ve birbirini özgürleştirecek.”
Avrupa genelinde kadına yönelik şiddet korkutan boyutlara ulaşırken, yükselen kadın mücadelesi, kıtalar arası ölçekte şiddet ve eşitsizliğe karşı isyanın adı oldu. Kadınların önemli mücadelelerinden biri de kuşkusuz bedenlerine yönelik oluşturulmaya çalışılan tahakküm politikalarına karşı. Günümüzde Katolik Kilisesi’nin siyasete doğrudan müdahale etmeye çalıştığı Polonya, oluşturulmaya çalışılan bu otoriteye karşı kadınların sokak direnişleriyle öne çıktığı ülkelerden biri.
Özellikle Kürtaj hakkı eylemleriyle gündemde olan ülkede Ocak ayında yürürlüğe giren kürtaj yasağına karşı kadınların verdiği mücadele devam ediyor. Polonya’da kürtaj olamayan kadınlar, ülkeler arası kurdukları dayanışma ağlarıyla birbirlerine destek olurken, kürtaj yasağı nedeniyle bir kadının yaşamını yitirmesinin ardından yeniden sokaklara döküldü. Polonya'da kadın grupları, gizlice ya da yurt dışında yapılan kürtaj sayısının yılda ortalama 80 bin ila 120 bin arasında olabileceğini tahmin ediyor.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ HEDEFTE
Polonya’daki kadınları mücadeleye iten nedenlerden biri de İstanbul Sözleşmesi. Polonya, sözleşmeyi kabul etmesine rağmen, Türkiye’nin sözleşmeyi tartışmaya açmasıyla birlikte son yılarda “çekileceğiz” tartışmalarıyla da gündemde. Muhafazakâr çevrelerin uzun bir süredir İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek için bastırdığı, kadın aktivistlerin ise mücadeleyi sürdürdüğü ülkede yaşanan süreç Türkiye’ye ciddi bir benzerlik taşıyor. Sadece iktidarlar değil aynı zamanda Polonyalı ve Türkiyeli kadınların verdikleri mücadele de benzerlik taşıyor. Ülkedeki Kadın Hakları Merkezi'ne (CPK) göre, ülkede her 40 saniyede bir kadın şiddete maruz kalıyor. Yaşları 16 ile 60 arasında değişen yılda 800 bine yakın kadın şiddete maruz kalıyor. Her yıl 500'e yakın kadının aile içi şiddet sonucu hayatını kaybettiğini kaydeden Merkez, kadına yönelik şiddetin tesadüfi olmadığını belirtti. Adli makamlara bildirilen kadına yönelik şiddet vakalarının yüzde 70'i için savcılık tarafından “kovuşturmaya gerek olmadığı” kararı verildiğini ifade eden Merkez, davaya konu olabilen vakalarda hüküm giyen sanıkların yüzde 80 kadarının da cezalarının ertelendiğine dikkat çekti.
Kadınların kıtalar arası dayanışmayı büyüttüğü bir süreçte ülkedeki kadınların yaşadığı sorunları ve verdikleri mücadeleyi Polonya’da yayın yapan Gazete Wyborcza Genel Yayın Yönetmeni Aleksandra Sobczak ile konuştuk.
ŞİDDETİN EN SOMUT HALİ
Polonya'da kürtaj yasası meselesinin uzun bir süredir sorun teşkil ettiğini belirten Sobczak, “Yeni başladı diyemeyiz zira Polonya'da komünizm düştüğünden beri bu sorun mevcut. Kimse kadınlara fikrini sormadı ama muhafazakar hükümet 90'larda kürtajın genel olarak yasaklanmasına karar verdi. Yalnızca tecavüz sonucu hamilelikte ve çocuğun sakat doğacak olması durumunda esneklik tanıdılar. Şu andaki otoriter hükümet ise bu opsiyonları dahi ortadan kaldırdı ve bebeğin doğması durumunda çok hasta veya sakat olacağı bilinse bile veya doğar doğmaz öleceği bilinse bile kadınları bu bebekleri doğurmaya zorlayacak yasalar çıkardı. Kadınlar bu durumu bilerek hamileliğin sonunu ve sonuç olarak doğumu beklemeye yasalarca mecbur edildi. Bu kadına şiddetin en ham hali olsa gerek” diye belirtti.
Buna karşı ciddi bir muhalefetin geliştiğini ve yüzbinlerce kadının sokaklara döküldüğünü anımsatan Sobczak, kadınların itirazlarının da eylemlerinin de sürdüğünü söyledi. Eylemlerin sadece büyük kentlerde gerçekleştirilmediğine dikkati çeken Sobczak, “Hepimizi şaşırtan bir biçimde Polonya'nın en ufak köylerine kadar yayıldı eylemler. Daha önce hayatında tek bir eyleme gitmemiş kadınlar dahi sokaklardaydı” dedi.
KİLİSE İÇİN HEP SORUN OLDU
Komünizm döneminde kürtajın yasal olduğunu dile getiren Sobczak, “Zaten Katolik Kilisesi’nin komünizmle en büyük sorunlarından biri de buydu. İlk olarak bunu değiştirmek istiyorlardı ve öyle de yaptılar. O dönemde de son derece otoriter bir sistem vardı, bu sistem pek çok kişinin ölümüne sebep oldu. Bu anlamda bunu övmek de istemiyorum ama kürtaj olma özgürlüğü anlamında daha iyi bir yerde olduğumuzu söylemek zorundayım. Bir kadına zorla hamileliğini sürdürtmekten daha öte bir şiddet hali var mı?” diye sordu.
İKİ FARKLI TALEP
Kürtaj hakkı için alanlarda olan kadınlarda iki farklı görüşün hakim olduğunu söyleyen Sobczak, buna şöyle açıklık getirdi: “Genel olarak bir şey söylemek zor ama iki grup vardı diyebiliriz. Bu gruplardan biri Avrupa'da uygulanan yasaların uygulanmasını istedi. Yani yasal kürtaj ve özgür seçim hakkı talep ettiler. Bir kısmı ise önceki yasalara geri dönmek istedi. Yani tecavüz sonucu oluşan hamileliğin sonlandırılması ve bebeğin sakat doğma durumunda hamileliğin sonlandırılması. Ama özgür seçim hakkı talep edenler çoğunluktaydı. Şu an içinde bulunduğumuz durumda ise, eğer hamile olmak istemiyorsan, Almanya, Çekya, Slovakya gibi ülkelere gitmek zorundasın. Bir de karaborsa olarak bulunabilen kürtaj hapları var.”
TIP DEĞİL İNANÇ ETİĞİ
Yasal kürtaj koşullarında ise doktorun kendi “etik” anlayışı sebebiyle ilaç yazmayı ve hatta eczacıların ilaç vermeyi reddettiğini belirten Sobczak, “Bu çok ciddi bir sorun. Her ne kadar bunu yapmaları yasal olmasa da, sık sık olan bir şey. Doktorlar ve eczacılar, böyle bir hakları olmamasına rağmen kendi etik duyguları ve dini inanışları nedeniyle kadınlara yardım etmeyi reddedebiliyorlar. Yani sık sık kadınlar doktora gidiyor, vizite ücretini ödüyor, muayene ediliyor ve sonuç olarak da ilaçlarını alamıyorlar. Bütün bunlar doktorun dini inanışına bağlı” ifadelerini kullandı.
Böyle bir durumda kadınların şikayet hakkının olduğunu söyleyen Sobczak, ancak ilgili mercilere yapılan başvurulardan pek olumlu dönüş sağlanmadığına işaret etti.
SOKAK EYLEMLERİ ÜRKÜTTÜ
Hükümetin iki kez kürtaj yasağını gündemine aldığını söyleyen Sobczak, “İlki pandemiden önceydi. Sokağa çıkan kadınların sayısı inanılmazdı. Böyle bir tepki beklemiyorlardı. Böylece yasayı askıya aldılar ve yasayı çıkarmak için pandemiye karşı en katı önlemlerin alındığı anı beklediler. Tam kapanma durumundaydık. Sokakta toplanmak kesinlikle yasaktı. Okullar bile kapalıydı. Virüs yayılımını durdurmak amacıyla herkes evden çalışıyordu. Kışın ortasıydı ve Polonya'da kışlar çok soğuk geçer. Tam bu zamanda kürtaj yasağını yasalaştırmak için harekete geçtiler çünkü insanların sağlıklarını tehlikeye atmayacağını düşünüyorlardı. Aynı zamanda sokakta en ufak toplanma bile yasalara aykırıydı. Kürtaj yasağı bu şekilde yasalaştı. Yani şöyle diyebiliriz, sokak eylemlerinden korkuyorlardı ama pandeminin ortasında bu eylemlere sebebiyet verecek kadar da korkmuyorlardı” dedi.
TÜRKİYE İLE BENZERLİKLER
Polonya Hükümeti’nin demokrasi, kadın hakları, insan hakları, LGBTİ+ hakları gibi konularda kesinlikle Türkiye’den ilham aldığına dikkati çeken Sobczak, “Bu anlamda bu iki ülke birbirine çok benziyor. Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışı Polonya'nın da bunu yapacağını düşündürüyor elbette. Öte yandan, ne yazık ki sözleşmeden çekilmek Polonya'da çok şeyi değiştirmeyecek, çünkü her ne kadar imzacı olunmuş olsa da, sözleşme uygulanmıyor. Polonya Hükümeti zaten çoktan kadına yönelik şiddetle mücadele eden örgütlere finansal yardım yapmayı bıraktı” diye belirtti.
Polonya Ceza Hukuku’nun 197. maddesinde tecavüzün “Bir başkasını güç, yasadışı tehdit veya kandırma yoluyla cinsel ilişkiye maruz bırakmak” olarak tanımlandığını belirten Sobczak, mevcut hükümetin bu tanımı ve cezayı değiştirmek istemediğine işaret etti. Sobczak, “Bu tanım işe yaramıyor. Rızaya dayalı olmayan her türlü cinsel müdahalenin tecavüz tanımı içinde yer alması gerekiyor. Bu suçtan mahkum olmuş tecavüzcülerin çoğu sadece hafif veya ertelenmiş cezalar almakla kalmıyor, aynı zamanda bu madde ispat yükünü de mağdura yüklüyor ve yeteri kadar direndiklerini kanıtlamasını istiyor. Sözleşme ise bu tanımı değiştirmeyi öngörüyor” dedi.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ FOBİSİ
Sobczak, kilisenin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarındaki rolüne ise şöyle değindi: “Katolik Kilisesi’ne göre evlilik bağı kutsaldır ve dışardan etki altında kalmayacak şekilde korunmalıdır. Bu da evde şiddet gören kadının dışardan yardım almaması gerektiği anlamına geliyor. Çünkü kiliseye göre ‘kol kırılır yen içinde kalır.’ Bu anlamda, evde şiddete maruz kalan kadın, yardım almak için evin dışına yönelirse, bu kiliseye göre evlilik bağını zedeliyor ki bu doğru. Zira şiddet gören kadının boşanmak istemesi daha muhtemeldir ve elbette ki öyle de olması gerekiyor. Yani bu sözleşme Katolik Kilisesi’ni değil kadını koruyor ve bu kilise için son derece kötü bir durum.”
Yayınlanan son raporlarda aynı Katolik Kilisesi'nde 1958 ile 2020 yılları arasında 300’den fazla erkek ve kız çocuğunun 292 din görevlisi tarafından cinsel taciz ve tecavüze maruz bırakıldığı ortaya çıktı.
EVRENSEL KIZ KARDEŞLİK
Sözleşme yürürlükte uygulanmadığı için çekilme durumunda ülkede kadınlar açısından çok bir şeyin değişmeyeceğini söyleyen Sobczak, “Bu sözleşme, sembolik de olsa kadınların sırtını dayayacağı bir kayadır. Bu nedenle sözleşmeden çekilme ihtimaline karşı kadınlar teyakkuzda ve mücadele edecekler. Ama dediğim gibi pratikte sözleşme zaten uygulanmıyor” dedi.
21. yüzyılda gelişen dayanışma ağını kadın hareketi açısından “muhteşem” bir durum olarak değerlendiren Sobczak, “Bu kadını güçlendiren bir durum. Öte yandan Polonya'da kadınlar olarak kazandığımızı söylemek güç. Çünkü kürtaj hala yasak. Ama Polonyalı kadınların yarattığı dayanışma, kız kardeşlik hepimiz için gurur kaynağı. Kadın örgütleri kürtaja ihtiyacı olan kadınları farklı ülkelere götürerek onlara yardım ediyor. Bu anlamda muhteşem bir iş çıkarıyor olsalar da şöyle bir sorun var. Kürtaja ihtiyacı olan pek çok kadının sağlık durumu aslında hastanede tedavi görüyor olmayı gerektiriyor. Hamilelik sırasında komplikasyonlar yaşamış, kanaması ve ağrısı olan kadınları, eğer hamilelik tecavüz sonucu oluşmamışsa, tedavi etmiyor hastaneler. Böyle bir şey olabilir mi? Bu anlamda bu kadınları alıp yurt dışına götüren ve tedavi ettiren kadın örgütleri her ne kadar harika bir iş yapıyor da olsa, kadınlara bu kadar düşman olan bir yönetimde, bizim bu yasağı kaldırmamız gerekiyor. Ama bu örgütlere hayranlığımın tekrar altını çizmek istiyorum” ifadelerini kullandı.
EVDEKİ ŞİDDET SOKAĞA TAŞTI
Bir gazeteci olarak devletin kadınlara yönelik uygulamalarının birinci tanığı olan Sobczak, var olan tabloyu şöyle değerlendirdi: “Şu anda ülkeyi yönetmekte olan otoriter hükümetin çok net etkisini gördük diyebilirim. Polonya'da çok uzun yıllardır, örneğin 8 Mart eylemleri güçlü bir şekilde kutlanır. Polisler de herhangi bir zorluk çıkarmazlardı. Zaten eylemlere de kadın polisler gelirdi ve neredeyse ortak bir amacımız olduğunu düşündürecek şekilde davranırlardı. Fakat son dönemde gerçekleşen kadın eylemlerinde bu durum tam tersine döndü. Devasa boyutlarda erkek polisler gelmeye başladı eylemlere. Son derece barışçıl eylemlere fiziksel olarak saldırmaya başladılar. Ellerinde var olan tüm saldırı envanterini kullandılar kadınlara saldırmak için. Bunu söylemek tuhaf olacak ama Polonya'da şöyle bir gelenek vardır yine Katolik Kilisesi nedeniyle; ‘kadına şiddet evde kalır.’ Sokakta herhangi bir kadına her türlü şiddet eylemi toplum tarafından ayıplanır ve tepki görür. Bu bir tabudur. Bu hükümet bu tabuyu da daha kötü hale getirdi. Artık kadına şiddet hem evde hem sokakta var. Hem koca hem devlet eliyle var.”
SİSTEM DEĞİŞİMİ ŞART
Ev içi şiddete maruza kalan kadınların çok nadir şikayette bulunduğunu söyleyen Sobczak, bunda polisin şikayetler karşısındaki ciddiyetsizliğinin etkili olduğunu belirtti. Genel olarak şiddette maruz kalan kadını suçlayan bir tavrın söz konusu olduğunu ifade eden Sobczak, “Dediğim gibi ispat yükü kadına yükleniyor. Polise gitmenin bir sonucu da olmuyor, bu kadınlar, o adamlarla o eve geri dönmek zorunda kalıyorlar. Bu daha çok şiddete neden oluyor. Sistemin tamamı zaten bir şiddet sarmalına sürüklüyor. Polonya gibi muhafazakar toplumlarda kadın yoksulluğu çok ciddi düzeylerde. Yani şiddet gören kadın kocasını şikayet etsin tamam ama kadının bir geliri yok. Pek çok ailede ihtiyaçları karşılayan erkek. Dolayısıyla, sistemi kökten değiştirmedikçe, an itibariyle, kocayı ev içi şiddetten şikayet etmenin bir faydasını görmüyor kadınlar” diye belirtti.
DAYANIŞMA ÖZGÜRLEŞTİRECEK
Sobczak, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla ise şu mesajı verdi: “Her şeyin daha iyi olacağına inanıyorum. Kadınların güçlendiğine inanıyorum. Ama bu uzun vadeli bir hareket. Mücadele etmeye devam etmemiz gerekiyor. Birbirimize yardım etmeye devam etmemiz gerekiyor. Birbirimize cesaret vermemiz gerekiyor. Şiddete razı olamayız. Bunun bizim suçumuz olmadığını anlamamız ve anlatmamız gerekiyor. Bu gibi durumlarda utanması gereken tarafın biz olmadığımızı anlamamız ve anlatmamız gerekiyor. Eğer bir kadına yardım edebiliyorsak etmeliyiz. Hiç bir kadın birbirine sırtını dönemez, dönmemeli. Biliyorum ki bu uzun vadeli sürecin sonunda, her bir kadın kendini ve birbirini özgürleştirecek.”
YARIN: İran'da değişimin gücü
MA / Zemo Ağgöz - Gözde Çağrı Özköse