İSTANBUL - 9 Ekim komplosunun ilk adımlarının atıldığı Suriye'de PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın fikirlerini benimseyen halklar, kendi öz güçlerine dayalı bir yaşam kurdu. Komplonun "gardiyanlığını" yapan iktidarlar ise bir bir yok oldu.
Ortadoğu coğrafyası, tarihin her döneminde politik, kültürel ve ekonomik dengelerde dünyanın en önemli bölgelerinin başında geldi. İnsanlığın doğuş yeri olarak kabul edilen ve uluslararası gelişmelerin odağında yer alan Ortadoğu, bugün kapitalist-sömürgeci güçlerin hegemonik rekabeti nedeniyle savaş ve çatışmalarla boğuşuyor. Sümer rahip devletleriyle kapitalist uygarlık siteminin ilk nüvelerinin atılması sonrası Ortadoğu'da ne savaşlar ne de çatışmalar bitmedi. Ulus-devlet inşası ve finans kapital çağıyla birlikte daha da belirginleşen bu durumdan en çok toplumun özgürlüğü için mücadele veren örgütlü yapılar ve buna önderlik edenler nasibini aldı.
KOMPLO GÜCÜ DEVREDE
Kuşkusuz toplumun örgütlü yapılarını ve liderlerini hedef alan yapıların başında, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) öncülüğünde 1949'da kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) geldi. Sovyetler Birliği’ne karşı “savunma” amacıyla kurulan ve soğuk savaş sonrası adeta bir “saldırı” örgütüne dönüşen NATO, bugüne kadar her türlü devrimci ve özgürlükçü gücü tehlike olarak gördü. NATO, bu "tehlikeyi" ortadan kaldırmak için de genelde "başı gövdeden ayırma" stratejisiyle hareket etti. NATO'nun bugüne kadar geliştirdiği bu komploların en kapsamlı ve derin olanı ise Kürtlerin "Önder" olarak kabul ettiği PKK Lideri Abdullah Öcalan'a karşı geliştirildi.
KOMPLO SÜRECİ
ABD ve İsrail'in öncülüğünde 40'ı aşkın devlet ve istihbarat örgütünün yer aldığı komplo süreci, dönemin Suriye Devlet başkanı Hafız Esad üzerinde kurulan baskıyla fiili olarak devreye konuldu. Türkiye'nin "PKK'yi tasfiye etmek" dayatması üzerine kurulan bu baskı sonuç verdi ve kapitalist güçlerin kendilerine tehlike olarak gördüğü Öcalan'ın 9 Ekim 1998 yılında Suriye'den çıkması sağlandı.
Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın imzaladığı ve uygulamaya koyduğu komployla Öcalan’ın imhası ve PKK’nin tasfiye edilmesi hedefleniyordu. Plana göre, Öcalan gitmek istediği Yunanistan’a sokulmayacak ve geri dönüşte de havada yok edilecekti. Bunun için dönemin Mısır ve Yunanistan yönetimleri de aktif olarak kullandı. Ancak Öcalan'ın geri dönmeyip Yunanistan'dan Rusya'ya gitmesiyle bu plan boşa çıktı. Öcalan, Suriye'den çıktıktan sonra Yunanistan, Rusya, İtalya, Rusya, Kırgızistan, Rusya, Yunanistan ve Beyaz Rusya arasında mekik dokudu. Öcalan, en son Kenya’da sıkıştırılarak, 15 Şubat 1999 tarihinde Türkiye'ye teslim edildi.
'GÜNEŞİMİZİ KARARTAMAZSINIZ'
Öcalan'ın teslim edilmesiyle birlikte, Lozan Antlaşması sonrası yaşadıkları coğrafya 4'e bölünmüş Kürtler, bir kez daha soykırım, asimilasyon ve imha kıskacına alınmak istendi. Ancak komplo sürecinde Öcalan'ın duruşu ve sonrasında ortaya çıkan tepkiler bu süreci boşa çıkardı. Kürt sorununa çözüm zemini sağlamak amacıyla önündeki “dağ” seçeneğini bir kenara bırakarak, Avrupa'ya gitmeyi tercih eden Öcalan üzerinde geliştirilen komplo, dünyanın her yerinde çeşitli eylemlerle protesto edildi. Kürtler ve dostları, daha komplonun ilk gününden sokaklara çıkarak, "Güneşimizi karartamazsınız" adı altında her yeri eylem alanına çevirdi. Öcalan'a gösterilen bağlılık ve destek, aynı zamanda komploya da bir yanıt oldu.
ÖCALAN'IN DİRENİŞİ
Birçok kesim tarafından "Kürt soykırımını tamamlamak" olarak nitelendirilen komploya karşı Öcalan'ın ortaya koyduğu çaba, bu süreçten en az hasarla çıkılmasını sağladı. Öcalan, 9 Ekim komplosunun ardından konulduğu ve 22 yılı aşkın bir süredir tecrit altında tutulduğu İmralı Cezaevi’nde geliştirdiği fikirlerle tarihsel rolünü oynamaya devam etti. Öcalan'ın Ortadoğu'daki sorunlara dair geliştirdiği fikirler ve ortaya koyduğu alternatifler hem komploya karşı verilen en büyük cevap oldu hem de yeni bir dünyanın mümkün olabileceğini gösterdi.
KİM KAZANDI?
İmralı'daki tek kişilik hücresinde komployu boşa çıkaran Öcalan'ın fikirleri yıllar içinde birçok yerde yeni bir yaşamın filizlenmesini sağladı. Öcalan'ın kapitalist düzene karşı ortaya koyduğu demokratik modernite ve demokratik ulus fikirlerini benimseyen Irak Federe Kürdistan Bölgesi'ndeki Mahmur Kampı ve Şengal sakinleri, kendi kendilerini yönetebileceği bir sistem kurdu. Kadın ve gençlerin öncülüğünde kurulan yapıda şu an komünal bir yaşam esas alınıyor. Şengal ve Mahmur sakinleri, Öcalan'ın fikirleri doğrultusunda kurdukları öz güçleriyle, Ortadoğu'da birçok kenti ele geçirmeyi başaran DAİŞ'in saldırılarını bile püskürtmeyi başardı ve kendilerini savundu.
KOMPLONUN İLK MEKANINDA DEVRİM
Komplonun ilk adımlarının atıldığı Suriye'de de Öcalan'ın öncülüğü ve fikirleri gün geçtikçe daha da güçlendi. Suriye'de 2011'de başlayan iç savaş sonrası ayakta kalmayı başarabilen güçlerin başında, Öcalan'ın fikirlerini benimseyen halklar geldi. Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı Kuzey ve Doğu Suriye'de özerk bir yapı kuruldu ve iç savaştan bu yana burada yaşayan halklar yaşamlarını kendi öz güçleriyle sürdürüyor. Özellikle DAİŞ'e karşı Kobanê'de ortaya koyulan direniş, Kürt coğrafyasının yanı sıra tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Dünyanın dört bir yanından buraya gelen devrimciler, savaş cephelerinde yerini aldı ve bu direniş dünya halklarının Kobanê'ye yüzünü dönmesini sağladı. Kobanê'deki direniş, aynı zamanda insanlığa karşı büyük suçlar işleyen DAİŞ için de sonun başlangıcı oldu. Öyle ki komplo sürecinde yer alan emperyalist güçler de buradaki devrimcilerle işbirliği yapmak ve destek vermek durumunda kaldı.
ÇÖZEMEYEN ÇÖZÜLÜYOR
Öcalan şahsında komployla tasfiye edilmek istenen diğer parçalardaki Kürtler de gelinen aşamada daha da güçlendi. Kürt hareketi bu 23 yıllık süreçte daha da büyürken, Kürt meselesi de artık uluslararası arenaya taşındı. 23 yıllık süreçte Kürt meselesini çözemeyen ve komplonun "gardiyanlığını" yapan birçok hükümet çözüldü. 19 yıldır iktidarda olan AKP iktidarı da önceki iktidarlar gibi Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar ediyor. AKP iktidarı ve ortağı MHP, bir yandan operasyonlarla Kürtleri tasfiye etmeyi planlarken, diğer yandan tecritle Öcalan'ın dış dünyayla bağlantısını kesmeye çalışıyor. Ancak bu durum ülkedeki krizleri daha da derinleştiriyor ve geri dönülmez bir duruma sürüklüyor. Kürt güçleri ve dostları ise, ülkenin içerisinde bulunduğu karanlıktan çıkışın, komplo kararnamesinin yürürlükten kaldırılması ve Kürt sorununun demokratik çözümüyle mümkün olabileceğine işaret ediyor.
ÖCALAN’IN KALEMİNDEN KOMPLO
Komplo 23'üncü yılını geride bırakırken, Öcalan'ın daha önce komploya dair değerlendirmeleri halen geçerliliğini koruyor. Öcalan'ın, "Komplo benim şahsımda sadece Kürtlere değil, Türklere de yapılmıştı.Teslim ediliş biçimi ve bunda rol oynayanların niyeti terörün sona erdirilmesi ve çözüm olmayıp, bir yüzyıl daha sürecek anlaşmazlığın temelini derinleştirmekti" değerlendirmesi, ülkenin bugün içinden geçtiği süreci özetler nitelikte.
Öcalan, 2003’te kendisinin de yargılandığı Atina Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu yazılı savunmasında, komplo sürecine değinerek, ülkenin düzlüğe çıkmasının yolunu şöyle anlattı: "Ortadoğu’nun yeraltı-yerüstü zenginliklerine, petrollerine, toplumlarına ve yönetimlerine tam hakim olma politikasını yürüten kapitalist dünya-sisteminin hegemon gücü İngiltere ve ABD, geçmişten günümüze bu politikalarıyla işbirliğine girmeyen devlet, toplum, örgüt ve hatta bireyleri imha veya tasfiye etmeyi bir yöntem olarak uyguladı, uyguluyor. Biz başından beri Ortadoğu’da, halklar lehine bağımsızlıkçı ve özgürlükçü çizgimizde ısrar ettiğimiz için bu tasfiye politikalarının, komplonun hedefi haline getirildik. Daha Şam’dayken İngiltere ve ABD, elçiler göndererek kendilerinin Ortadoğu politikalarına uyum sağlamamızı, aksi halde tasfiye edileceğimizi söylemişlerdi. Onların işbirliği tekliflerini reddettim. Halklar lehine özgürlükçü ve bağımsızlıkçı çizgiden vazgeçmeyeceğimizi söyledim. Ardından Talabani gelerek bana, 'Öcalan ne yaptın, başını belaya soktun!' diyerek kararımı gözden geçirmemi istedi ve bu güçlerle işbirliğine girmeye ikna etmeye çalıştı. Ama bu teklifi de reddettim. 'Ben ilke adamıyım, halklar lehine çizgi sahibiyim, halkların binlerce yıllık özgürlük eşitlik ütopyasını temsil eden bir özgürlük savaşçısıyım, başkalarının savaşçısı olmam' dediğim için komployla tasfiyeme karar verdiler. Tasfiyemle birlikte PKK’nin de başsız kalıp dağılacağı hesaplanıyordu.
BAĞIMLI KILMA OPERASYONU
Tasfiye edilme kararı, 1998 öncesi alınmış ABD-İngiltere-İsrail eksenli bir karardı. Karar, yasadışı olduğundan NATO Gladiosu eliyle adım adım uygulamaya konulacaktı. Benzer Gladio operasyonları, aynı zamanda Türkiye’yi kendilerine daha fazla bağımlı kılma operasyonlarıydı. Yine 9 Nisan 1996’da Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis ile ABD Başkanı Bill Clinton arasında Beyaz Saray’da gerçekleştirilen gizli görüşmede (Bu görüşmenin tutanağı sonradan basına yansımıştır) benimle ilgili pazarlıklar yapılıyordu. Ortadoğu ve Suriye sahasında, 20 yıla yakın bir zaman geçirmiştim. Sayısız ilişki ve çalışmalarda bulunmuştum. Tarihi önemde gelişmeler ortaya çıktı. Ancak ABD-NATO-İsrail ve Türkiye’nin Suriye üzerindeki askeri, siyasi, diplomatik kuşatması, 9 Ekim 1998 tarihinde zirveye ulaşmıştı.
KÜRT-TÜRKLERE KAYBETTİRME PLANI
Uçakta gözlerimin ilk çözülmesiyle söylemek istediğim şuydu: 'Bu başarı sizin değildir. Size dostluk yaptıklarını söyleyenler, dürüst davranmıyorlar. Bu oyunu her iki tarafa da oynamak istiyorlar. Ben hiçbir zaman Türklük düşmanlığı yapmadım. Ana tarafından kan bağı bile vardır. Barış ve kardeşlik tek doğru yoldur. Bundan sonra mücadelemi bu temelde yürüteceğim kesindir.' Aslında ilk tavrım sonuna kadar konuşmamaktı.
Hemen anlaşılıyordu ki, konuşmama tutumu komplonun olduğu gibi gizli kalmasına yol açardı. Ölümüm üzerine kurulan komployu detayları ile açıklamak ve boşa çıkarmak için yaşamak, daha doğru olanıydı. Her şey ölümüme göre ayarlanmıştı. Komployla, histeri düzeyine varan Türk şovenizmine beni havadan bir paket gibi sunarak, tam bir 20. yüzyıl ‘Roma arenasında aslana yedirme’ oyunu hazırlanmıştı. Ölümüm üzerinden elde edilmek istenen sonuç, ‘kaybetmiş bir Türkiye, kaybetmiş Kürtler’ olacaktı. Komployla onlarca yıl sürecek bir çatışma sürecini yaratmak istemişlerdi. Asrın en büyük ihanetlerinden birisi, kendini halen dost, özgürlük yanlısı gibi gösterirken; en mazlum ve kahramanlığa layık tavrın sahipleri, acımasızca yok edilecek ve unutturulacaklardı.
İMRALI SİSTEMİ
İmralı sistemi, kapitalist dünya/sistemin bana özel olarak inşa ettiği, hukuk ve yasaların nüfuz etmediği bir iradeyi zayıflatma, zamana yayarak çürütüp teslim alma alanı olarak tasarlanmıştır. Bunun için idam tehdidi dâhil, sağlığımı zaman içerisinde bozan ağır nemli ortamda, tecrit; bazen fiziki ve genelde psikolojik işkence yöntemleri uygulandı. Örneklerle anlatmak istediğim, bu hapishanede uluslararası hukuk ve Türkiye yasalarının geçerli olmamasıdır. Hem hapishane koşulları hem de ilk olarak bana uygulanan hukuk dışı kaçırma boyutuyla İmralı hapishanesinin ilk Guantanamo olarak devreye konulduğunu söyleyebilirim. Bu sürecin başından beri inisiyatifin ABD’de olduğu, İngiltere ve İsrail’in de önemli rol oynadığı; NATO Gladiosu, CIA, MOSSAD, MI6, Türkiye MİT’i ve Yunan istihbaratının işbirliğiyle kaçırıldığım bir gerçek.
KOMPLUNUN MAHKUMUYUM
İlk çivi Moskova’da çakıldı; ihanetin yılan soğukluğunu yaşadım. İkinci çivi Roma’da çakıldı; kapitalizmin ince oyunlarına karşı onurdan vazgeçmedim. Üçüncü çivi Atina’da çakıldı; eşi görülmemiş dostluğa bir ihanet karşısında adeta dilim tutuldu, felç oldum! Dördüncü çivi Nairobi’de çakıldı; idam cezasıyla arandığım Türkiye’ye teslim edildim. ‘Çar mih (dört çivi) komplosu’ sonucu, Marmara Denizi’ndeki İmralı tek kişilik ada hapishanesine -Hades mezarlığına- konulup, çarmıhta ölme (idam edilme) beklentisi içine alındım. Dolayısıyla Türkiye’nin değil, uluslararası komplonun mahkumuyum.
DEMOKRATİK MODERNİTE
İmralı’da geliştirdiğim demokratik çözüm ve barış süreciyle onların imha planlarını boşa çıkarttım. İdam cezası kaldırıldı ama ölünceye kadar, ağır tecrit koşullarında, zamana yayılmış ve azar azar ölüme götürecek, idamdan da beter ‘ölüm koridorunda’ tutulmaya devam edecektim. Halen içinde tutulduğum bu statü, mutlak tecrit uygulamalarıyla sürdürülmektedir. Bu koşullarda bile, iğne ucu kadar olanakları değerlendirerek geliştirdiğim savunmalarımla, komplocu kapitalist modernite dünya/sistemine alternatif olarak geliştirdiğim demokratik modernite dünya sistemiyle yanıt olmayı başaracaktım. Böylece uluslararası komployu, teorik düzeyde aydınlatma, teşhir ve boşa çıkarma sağlanmıştı, ama pratikte demokratik çözüm ve barış için çabalarımı sürdürecektim.
KOMPLOYA KARŞI MÜCADELE
Türkiye ve bizim üzerimizde oynanan oyunlara karşılık olarak biz, demokratik hukuk çizgisini, meşru savunma anlayışını oturtmaya çalıştık. Kürtleri bu temelde birliğe çağırıyorum; söze, güce davet ediyorum. Kürtler beni düşünerek değil, kendilerini düşünerek komployu iyi çözmeli ve bunun hesabını sormalıdırlar. Oyun içindesiniz, bunun bilincinde olmanız gerekiyor. Komplo, sadece PKK için değil, bütün Kürtler için önemlidir. Acınacak durumda olan ben değil, halkımızdır; savunulması gereken bireyin (Öcalan’ın) hakkı değil, halkımızın kolektif haklarıdır. Herkesin somut konumu ve görevi vardır; Ben böyle istiyorum diye değil, yurtseverlik ve özgürlük görevleri için çalışılmalıdır.
Fiziki yaşamın bir önemi yok; Gün gün, saat saat zaten ölüyoruz. Ama ülke için; Türkiye, Mezopotamya ve Kürdistan’da özgür yaşama aşkım var. Özgür yaşama aşkıdır ki, buradaki kıt imkanlarla iğne ucuyla kazar misali, tarihi uluslararası komplo karanlığını aydınlatmaya; Demokratik çözüm, onurlu barış çizgisiyle de komployu boşa çıkarmaya çalışıyorum. Tarihi bir komployla karşı karşıyayız; Komployu boşa çıkarmanın yegane yolu, tüm düşmanlaştırma girişimlerine rağmen halkların demokratik birliğini geliştirmektir.
Bu vesileyle ülke aydınlarına da sesleniyorum: Kapitalist hegemonyanın kendisine maske rolü vererek tekelinde tuttuğu demokrasiyi, bir oyun olmaktan çıkaralım; Onurlu yaşam ve onurlu birliktelik esasları üzerinden biz kuralım. Demokratik çözüm temelli barış için üzerime düşeni yaptım, sizleri de tarihi sorumluluğunuzu yerine getirmeye davet ediyorum. Uluslararası oyunlara ancak bu temelde araç olmaktan kurtarabiliriz kendimizi."
MA / İdris Sayılgan