Lozan Antlaşması ile yaşanan tarihsel kırılma

img

İSTANBUL – Kürtler ile Türklerin “et ve tırnak” olduğu söylemleriyle 97 yıl önce kabul edilen Lozan Antlaşması, farklılıkları yok sayan tekçi ulus-devlet anlayışıyla yeni kurulan Cumhuriyeti'n kurucu kodlarından biri haline dönüştü. Bu tarihsel kırılma ile girilen devlet ve demokrasi krizi, ağırlaşarak bugünlere geldi.

Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri ile yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lausanne (Lozan) kentinde imzalanan Lozan Antlaşması’nın 97’nci yıldönümü. Türkiye'nin kuruluşundan bu yana resmi tarih söyleminde 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr Antlaşması ‘teslimiyet’, Lozan Antlaşması ise bir ‘zafer veya başarı’ olarak sunuldu. 
 
Oysa ki Lozan, sonuçları ile Kürtler özelinde Ortadoğu halklarının kültürel bütünlüğünün kaybolmasına yol açan tarihsel kırılmalardan biri oldu. 
 
Halkları bölen ve aralarına sınırlar çizen İngilizlerin müdahalesiyle inşa edilen ulus-devlet ve Kürt sorunu dair benimsediği inkâr, isyan ve imha siyaseti, ülkenin demokratik zeminden uzaklaşmasına kapı arayarak tarihin akışını değiştirdi. 
 
Yol açtığı sonuçlarla Lozan Antlaşması’na dair tartışmalar 97’inci yılında daha da ısınmış durumda. Peki bu anlaşma nasıl bir süreçle imzalandı. 
 
HALKLARIN DESTEĞİYLE KURTULUŞ SAVAŞI BAŞLATILDI
 
I. Dünya Savaşı’nda Almanya ile ittifak kuran Osmanlı İmparatorluğu, bu savaştan büyük bir darbe aldı. Yaşanan yenilgiye rağmen Almanya kendi topraklarını korurken, Osmanlı İmparatorluğu parçalandı. Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki heyet ile Fransa’nın Sèvres kasabasında imzalanan Sevr Antlaşması ile imparatorluğun toprakları galip devletler arasında pay edildi. 
 
Sevr öncesinde Anadolu’ya çıkan Mustafa Kemal ve arkadaşları, toplanan Erzurum ve Sivas kongrelerinde Kürtler başta olmak üzere tüm halkların hak taleplerini yerine getirme sözü verip, onlardan aldıkları destekle Kurtuluş Savaşı’nı başlattı.
 
KÜRTLERİ LOZAN’A KADAR OYALAMA TAKTİĞİ
 
Lozan sürecinde Mustafa Kemal ile birlikte hareket ettiği isimler, Kürt vekillerin eleştirilerini ertelemek ve Kürtlerin inkar edilmeyeceğini göstermek için bu dönem pek çok açıklama yaptı. 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan görevli olarak Anadolu’ya çıkan Mustafa Kemal, ilk olarak Amasya’da bir tamim yayınlayarak başlatılmasını istediği kurtuluş mücadelesinin Anadolu’nun iki temel halkı olan Türklerin ve Kürtlerin ortak mücadelesi olacağının ve yeniden yapılandırılacak devletin her iki halkın ortak devleti olacağını vurgulamıştı. 
 
23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen Birinci Anayasa’da da Kürtlerin özerkliğini kabul eden hükümler içeriyordu.
 
MUSTAFA KEMAL: TÜRKLER VE KÜRTLERİN KADERİ BİR
 
Kürtlere özerklik vaadiyle ilgili en açık belge ise, İsmet Paşa ve ekibinin Lozan’da müzakerelere başladığı süreçte Mustafa Kemal’in dönemin önemli gazetecileriyle yaptığı bir sohbet sırasında sarf ettiği sözler. 14 Ocak 20 Şubat 1923 tarihleri arasında 35 gün süren Batı Anadolu gezisine çıkan Mustafa Kemal, 16 Ocak akşamı bir araya geldiği gazetecilerle ertesi sabaha dek süren uzunca bir sohbet yapar. 
 
O sohbette Ahmed Emin Yalman’ın “Kürt sorununa temas buyurmuştunuz. Kürtlük sorunu nedir? Bir iç sorun olarak temas buyurursanız çok iyi olur” şeklinde bir soru yönelttiği Mustafa Kemal, şu yanıtı verir: 
 
“Kürt sorunu bizim, yani Türklerin çıkarına olarak da kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırımız içinde var olan Kürt unsurlar o şekilde yerleşmişlerdir ki pek az yerlerde yoğundur. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden Erzincan’a, Sivas’a kadar giden Harput’a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklikle oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken, onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmişlerdir. Yani onlar bilirler ki, bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz.”
 
HEYETTEKİ KÜRT TEMSİLCİ
 
21 Kasım 1922’de İsviçre’nin Lozan şehrinde başlayan barış görüşmelerinde Türkiye’yi temsil eden İsmet İnönü, Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka başkanlığındaki 27 kişilik heyette Kürtleri temsilen yer alan isim Diyarbakır Milletvekili Zülfü (Tigrel) Bey’di. 
 
Zülfü Tigrel, 1915 Ermeni Soykırımı esnasında bir diğer mebus Pirinççizade Fevzi Bey’le birlikte işlediği suçlar nedeniyle bir dönem İngilizler tarafından tutuklanmıştı. Serbest bırakıldıktan hemen sonra Ankara’ya giderek mebus olarak Meclis’teki yerini almıştı.
 
‘ET VE TIRNAK’ SÖYLEMİ
 
Lozan’daki görüşmelerde Kürtleri doğrudan ilgilendiren en önemli başlık Musul konusu oldu. Lord Curzon başkanlığındaki İngilizler, tarihsel olarak Musul merkezinin Arap olduğunu iddia ederken, vilayet genelinin büyük çoğunluğunun Kürtlerden oluştuğunu vurguluyordu. Türk tarafı ise, Kürtler ile Türklerin et ve tırnak gibi olduğunu belirterek, Musul’un kendilerine bırakılmasını savunuyordu. Öyle ki İsmet İnönü, "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir. Çünkü Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Millet Meclisi’ne girmiştir. Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar. Kürt halkı ve meşru temsilcileri, Musul Vilayeti’nde oturan kardeşlerinin anayurttan ayrılmasına razı değillerdir" diyecekti.
 
Uzun süren görüşmeler sonucunda taraflar uzlaşmaya vardı ve Lozan Anlaşması imzalandı. 
 
LOZAN’DAN SONRA İMHA VE ASİMİLASYON
 
1639 yılında Osmanlı ile İran arasında imzalanan Kasrı Şirin anlaşması ile ikiye bölünen Kürtler, 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan ile de dört parçaya bölünmüş oldu. Türkiye, 1921 yılında kabul ettiği Anayasa’yı Lozan’a kadar uygulasa da, anlaşmasının imzalanması süreciyle birlikte 3 yıl boyunca Anadolu ve Mezopotamya topraklarında yaşayan tüm halklara vadettiği ortak yaşamı adım adım kaldırdı.
 
Kürt meselesini 1921 Anayasası ile yerel özerklik temelinde çözüme kavuşturan cumhuriyet yönetiminin 1924 anayasası ile yok saymasıyla Kürtler sistem dışına itildi. Bu yaklaşım kendisini Meclis görüşmelerinde ve anayasada şöyle gösterir: “Devletimiz milli bir devlettir. Çok milletli bir devlet değildir. Devlet, Türk’ten başka bir millet tanımaz, memleket dâhilinde eşit hak ve hukuka sahip olması gereken ve başka ırktan gelen kimseler de vardır. Fakat bunlara da ırki durumlarına uygun olarak haklar tanıma veya bu anlama gelecek sözler etmek caiz değildir.”
 
İNKARA KARŞI İSYANLAR 
 
Bu süreçten sonra Türklerle birlikte işgale karşı direnişi örgütleyen Kürtler adım adım tasfiye edildi ve katliamlar, sürgünler, imha ve yok etme politikaları devreye konuldu. Bu imha ve inkar politikalarına karşı ise, Şeyh Sait (1925), Ağrı-Zilan (1930) ve Dersim (1937) isyanları yaşandı. 
 
29’UNCU İSYAN
 
Özellikle 1970’lerden sonra artan inkar ve imha politikalarına karşı Abdullah Öcalan öncülüğünde kurulan PKK’nin başlattığı mücadele, devlet tarafından “29’uncu isyan” olarak nitelendirildi. 30 binden fazla insanın hayatını kaybettiği, faili meçhul cinayetlere kurban gittiği, kaybedildiği, topraklarını tek etmek zorunda kaldığı bu çatışma hali, farklı dönemlerde devlet ile perde arkasında yapılan görüşmeler sırasında kesintiye uğradı. Kamuoyu önünde heyetler aracılığıyla kurulan ilk temas ise, 2013-15 yılları arasını kapsayan “çözüm süreci” oldu. 
 
TARİHSEL MESAJLAR
 
Dolmabahçe Sarayı’nda hükümet ve devlet yetkilileri ile İmralı Heyeti üyeleri arasında kamaralar önünde mutabakat imzalanmasına varan bu süreç, 23 Temmuz’u 24 Temmuz’a bağlayan gece Kandil’e yönelik girişilen hava saldırısı ile sona erdirildi.
 
Ayasofya’nın ibadete açılması gibi, çözüm sürecinin sonlandırılmasının da Lozan Anlaşması’nın imzalandığı bu tarihe denk getirilmesi bir tesadüften öte egemen devlet aklının sembolizm üzerinden verdiği mesajlardan biri oldu. 
 
MA / Ferhat Çelik