AMED - "Umut hakkı"nın pazarlık konusu yapılamayacağını söyleyen Amed Barosu Yönetim Kurulu üyesi Baver Mızrak, "Bu sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için Sayın Öcalan'ın fiziki koşullarının da uygun hale getirilmesi gerekiyor" dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM), "bir kimseye tahliye imkanı olmaksızın ömür boyu hapis cezası verilmesinin", Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) "işkence ve kötü muamele yasağına" aykırılık nedeniyle PKK Lideri Abdullah Öcalan hakkında verdiği "umut hakkı" ihlal kararı, 10 yıldır Türkiye tarafından uygulanmıyor. Türkiye'nin AİHM'in istediği yasal düzenlemeyi yapmaması nedeniyle konu, AİHM kararlarının uygulanmasını denetleme yetkisine sahip Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin gündemine girdi. Düzenleme için Türkiye'ye bir yıllık zaman tanınırken, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yürüttüğü son tartışmalarla kararın uygulanması için bazı "şartlar" öne sürdü.
"Umut hakkı" kararını ve yürütülen son tartışmalar kapsamında kararın uygulanmasının pazarlık konusu yapılmasını değerlendiren Amed Barosu Yönetim Kurulu üyesi Baver Mızrak, kararın uygulanması için AİHM'in Türkiye'den mevzuat değişikliği istediğini, ancak Türkiye'nin bu konuda adım atmadığını hatırlattı. Amed Barosu'nun, AİHM kararlarını denetleme yetkisine sahip Bakanlar Komitesi'ne 2021'de denetim için başvuru yaptığını anımsatan Mızrak, tüm bu girişimlere rağmen gelinen aşamada bir gelişmenin sağlanmadığını ifade etti.
'BİR KİŞİ EN FAZLA 25 YIL CEZAEVİNDE TUTULABİLİR'
AİHM'in 2014'te verdiği umut hakkı ihlal kararının aynı zamanda yürürlükte olan infaz rejiminin de işkence yasağı ihlaline yol açtığına dair hüküm içerdiğini ifade eden Mızrak, "Yani ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan birinin cezaevinde tutulma koşulları, diğer mahpuslara göre farklı bir uygulamadır. Tek kişi olarak bir odada bulunmakta, 2 haftada bir 15 dakikalık bir telefon görüşmesi var, aile, avukat görüşü kısıtlı noktalarda, birçok açıdan diğer mahpuslardan ayrılan ve çok katı bir şekilde uygulanan bir infaz rejimi söz konusu. AİHM 2014 yılında aslında 'Winter Birleşik Krallık' kararına da atıfta bulunarak; hem bir kişinin en fazla 25 yıl ceza evinde tutulabileceğini hem de 25 yıllık süre zarfında da insancıl, evrensel hukuka uyabilecek türden bir infaz çektirilmesi gerektiğini ifade eder" ifadelerini kullandı.
'PAZARLIK KONUSU YAPILDIĞINI GÖRÜYORUZ'
AİHM'in Abdullah Öcalan hakkında verdiği kararın uygulanmaması nedeniyle bu konuda 3 ihlal kararı daha verdiğini ifade eden Mızrak, "Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de Türkiye'ye bir yıllık süre verdi. Eylül 2025'te bu konu tekrar görüşülecek. Türkiye'ye hem ağırlaştırılmış müebbet ve ölünceye kadar hapiste tutulma rejimine dair bir iyileştirme yapılması gerektiğini söyledi hem de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış kişilerin infazının indirilmesi noktasında bir tavsiye de bulundu. Türkiye bunu uygulamış değil. Bu noktada Bakanlar Komitesi'nin yaptırım hakları da var. Siyasal noktalarda da, ekonomik noktalarda da var. En son noktada Avrupa Konseyi'nden çıkarılmasına dönük bir süreci takip eden bir yaptırımlar zinciri hakkı var. Bu şekilde bir tutum içerisine girebilir. Tabii son dönemde hem Birleşmiş Milletler'in tutumuna hem de Avrupa Konseyi'nin tutumlarına bakıldığı zaman söz konusu temel hak ve özgürlüklerin aslında pazarlık konusu yapıldığını görüyoruz" şeklinde konuştu.
'UMUT HAKKI ŞARTA BAĞLANAMAZ'
Amed Barosu Yönetim Kurulu üyesi Baver Mızrak
Umut hakkının temel hak ve özgürlükler kategorisinde olan bir hak olduğunu bir koşula bağlanamayacağı, siyasi pazarlık konusu yapılamayacağına işaret eden Mızrak, "Umut hakkı, şarta bağlanacak bir şey değil" dedi.
Umut hakkının evrensel bir hak olduğunu dile getiren Mızrak, "Dolayısıyla temel, evrensel hakkın pazarlık konusu yapılmaması gerekir. Bir müzakere sürecinde sadece bir taraftan beklentinin oluşması, müzakereye bakış açısını da gösterir niteliktedir. Dolayısıyla sadece 'umut hakkı' üzerinden değil, cezaevindeki hak ihlalleri, kayyımlar, sokağa yansıyan işkence vakaları üzerinden de sürecin sağlıklı, şeffaf ve samimi bir şekilde ilerlemiş olması gerekiyor" diye belirtti.
Türkiye'de temel hakların Kürt sorunundan bağımsız ele alınmayacağını vurgulayan Mızrak, "Türkiye'deki asıl sorun Kürt sorunudur. Osmanlı'nın son dönemleri ardından İttihat Terakki zihniyetinin Cumhuriyet'in kodlarıyla şekillendirildiği bir süreçle başlayan, hakim ulusun, dinin, mezhebin esas alındığı bir Türklük Sözleşmesi'nin sonuçlarıdır. Şu anki süreçte tartıştığımız konuların temelinde aslında Kürt sorununun bu kodlarla hareket eden yansımaları var. Bu kodların aslında Türkiye'nin oluşturmuş olduğu yasalara da sirayet ettiğini görüyoruz."
'ÖCALAN'IN FİZİKİ KOŞULLARI UYGUN HALE GETİRİLMELİ'
Yıllarca kendilerinin tecridi dile getirdiğini, Bahçeli'nin açıklamalarıyla da tecridi kabul ettiğini ifade eden Mızrak, sözlerini şöyle sürdürdü: "Hukuk tanımazlık sadece bir yerle sınırlı olmuyor. Bugün AİHM'nin kararlarının uygulanmamasının hem siyasi hem ekonomik sonuçları olabiliyor. Bugün İmralı'da Sayın Öcalan ve arkadaşları üzerinde uygulanan tecridin, topluma da çok yönlü bir yansımaları oluyor. Bu noktada yeni başlayan bir süreç var, ancak tecridin halen devam ettiğini görüyoruz. Evet, 2 görüşme yapıldı, ancak Sayın Öcalan ve arkadaşlarının aileleriyle, avukatlarıyla, telefonla görüşme ve diğer hakları engellenmiş durumda. Kürt sorununun demokratik barışçıl yöntemlerle çözülmesi için iki tarafın da eşit şartlar etrafında bir müzakere yürütmesi lazım. Bu noktada bu tecrit koşullarında da sağlıklı bir süreçten bahsedemeyiz. Bu sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için Sayın Öcalan'ın fiziki koşullarının da uygun hale getirilmesi gerekiyor."
'HERKESİN SÜRECE ORTAK OLMASI LAZIM'
Tecridin kaldırılması, umut hakkı kararının uygulanması ve Kürt sorunun barışçıl, demokratik yöntemlerle çözülmesi adına herkesin üzerine sorumluklar düştüğünü ifade eden Mızrak, şunları söyledi: "Bu süreç sadece AKP, MHP ve DEM Parti üzerinden gelişebilecek bir süreç değil. Toplumun tüm kesimlerinin siyasi partilerin, meslek gruplarının, sivil toplum örgütlerinin ve geniş kesimlerin bu sürece ortak olması gerekiyor. Şunu da iyi bilmemiz lazım; iktidarlar devletler genel itibariyle barışçıl bir çözümden yana olmazlar. Halkların biraz daha zorlaması, demokratik tepkilerini koyması üzerine yapmak zorunda kalırlar. Dolayısıyla bu süreci sadece partiler arasındaki görüşmeler üzerinden tutmamak lazım. Hem Türkiye'deki kamuoyunun hem uluslararası kamuoyunun bu anlamda barış hakkını da önceleyen, demokratik bir şekilde bu sorunun çözümünü önceleyen tepkiselliklerini veya taleplerini dillendirmeleri gerekiyor."
MA / Rukiye Adıgüzel