Sancar: Rojava’daki Kürtlerin haklarını kabul etmeden barış için yol almamız imkansız

ANKARA - Kuzey  ve Doğu Suriye saldırılarına işaret eden DEM Partili Mithat Sancar, “Rojava'daki Kürtlerin haklarını da kabul edecek şekilde düşünmemek barış konusunda gerçekten yol almamızı da zorlaştırır, hatta imkânsızlaştırır” diye uyarıda bulundu.
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Amed Milletvekili Serhat Eren, Meclis Genel Kurulu’nda görüşülen bütçe görüşmelerine ilişkin konuştu.
 
Eren, Kuzey ve Doğu Suriye’de Türkiye ve Türkiye’nin desteklediği çetelere karşı direnenlere selamladı. Arşiv Dairesi Başkanlığı’nın bütçesine dair konuşmasını sürdüren Eren, hafızanın önemine işaret etti. Eren, arşiv kapılarının kapatıldığını belirterek, bu durum nedeniyle hakikatin gizlendiğini söyledi. Eren, “Geçmişi öğrenmek, bugünü anlamak ve geleceği inşa edebilmek açısından geçmişin karanlıkta kalan yanlarının aydınlatılması, o karanlık anlara ışık tutulması gerekiyor. Bakın, ABD yirmi beş yıl, Almanya yirmi beş yıl, Fransa elli yıl, İngiltere yirmi beş yıl sonra arşivlerini kendi halklarıyla paylaşmış, uluslararası kamuoyuyla paylaşmışlardır. Bakın, Almanya İkinci Dünya Savaşı'ndan çıkmış, arşivlerini açmış, geçmişiyle yüzleşmiş, toplumsal barışını tesis etmiş ve geleceğini kurabilmiştir. Güney Afrika hakeza öyle. Birçok örnek verebilirim ama Türkiye'de durum ne? Yüz yıldır bu arşivleri açmaktan imtina ediyoruz, çekiniyoruz. Kürt sorunuyla ilgili yaşanan olaylar, bu olaylara ilişkin belgeleri açıklamaktan imtina ediyoruz, kaçınıyoruz. Peki, neden?” diye sorarak, tepki gösterdi.
 
‘KÜRTLER EŞİTLİK İSTİYOR DİYE CEZALANDIRILIYOR’
 
Şeyh Said İsyanı ile Dersim İsyanı sonrası yapılan katliamların yanı sıra 90’lı yıllara ve Roboski’ye işaret eden Eren, “Kürtlerin yaşamış olduğu bu travmalar Kürtlerin toplumsal hafızasında ve devletin kayıtlarında derin izler bırakmıştır. Bakın, yıl 22 Temmuz 1922, Mustafa Kemal Meclis Başkanı; Meclis Başkanıyken yapmış olduğu konuşmada ne diyor, biliyor musunuz? Kürtlerin yaşadığı bölgelerde yerel yönetimlerin derhâl kurulması gerektiğini söylüyor ve bunu da halkların kendi kaderini tayin hakkı kapsamında yapmak gerektiğini söylüyor. Aradan yüz yıl geçmiş, bırakın yerel yönetimleri konuşmayı, tartışmayı; Kürtler eşitlik, demokrasi, adalet istiyor diye bugün cezalandırılıyor” diye konuştu.
 
‘KÜRTLER BİR KEZ DAHA SÜRGÜNE ZORLANIYOR’
 
Pek çok rapora dikkat çeken Eren, Kürtlerin yüzyıldır sömürge olarak görüldüğünü ve bu şekilde yönetilmeye çalışıldığını söyledi. Eren, “Şark Islahat Planı'yla Kürtlerin Türkleştirilmesine karar verilir, hedeflenir. Kürtçe yasaklanır, Kürtçe yer isimleri değiştirilir, aradan yüz yıl geçmiş, hâlen Meclis kayıtlarında ‘bilinmeyen bir dil’ hâlen Kürt'ün şarkısı, türküsü yasak, hâlen Kürtçe eğitim veren kurumlar yasak. Bakın, 1934 yılında İskân Kanunu'yla Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde bir nüfus değişimi yapılır, demografisini değiştirilir, Kürtler sürgüne gönderilir. Aradan yüz yıl geçmiş, maden ocaklarıyla, HES'lerle, barajlarla, köylerin, boşaltılmasıyla, ormanların yakılmasıyla, yaylaların yasaklanmasıyla, Kürtlerin yoksullaştırılmasıyla Kürtlerin yaşadığı yaşam alanları yok edilmek suretiyle Kürtler bir kez daha sürgüne zorlanıyor; değişen hiçbir şey yok” ifadelerini kullandı.
 
‘ARŞİVLERİ AÇALIM, DERS ALALIM’
 
Eren, sözlerini şöyle sürdürdü: “Eski başkanlardan Ferit Melen'in arşivlere düşen beyanlarına bakalım. Ne diyor: ‘Kürt sorununu sürgünler, hapisler, dayak ve baskıyla çözmeye çalıştık. Zira Devletin bir politikası yoktur, zira siyasi partilerin bir politikası yoktu, sadece askerlerin bir politikası vardı. Ne oldu? Günün sonunda Kürt sorunu bizim doğurduğumuz ve şimdide altından çıkamayacağımız bir noktaya gelmiştir.’ diyerek bir hakikati ifade etmiştir. Aradan yüzyıl geçmiş, hâlen devletin çözüme dair bir Kürt politikası yok, hâlen siyasi partilerin bir politikası yok, askere devredilmiş ve içinden çıkılmaz hâle gelmiştir. Yüz yıl boyunca bu mesele inkârla, asimilasyonla, şiddetle, şiddetin her türüyle çözülmeye çalışıldı ama bir çözüm bulunamadı, daha da çok derinleşti. O nedenle diyoruz ki: Gelin, bu arşivleri açalım. Ya, nerede yanlış yaptık, hangi yöntemleri kullandık, hangi yöntemler sonuç aldı, hangi yöntemlerle sonuç alamadık, neyi başardık, neyi başaramadık? Açalım bu arşivleri buradan ders çıkaralım.
 
DEMOKRATİK BİR GELECEK KURAMAYIZ
 
Ders çıkaralım ki demokratik, eşit ve adil bir gelecek kuralım. Bakın, bir çağrıda bulunmak istiyorum, buradan başlayalım: Şeyh Sait ve arkadaşları, Seyit Rıza ve arkadaşları ve Saidi Kürdi'nin mezar yerlerini açıklamakla başlayalım. Bir başlangıç yapalım, açalım arşivleri, yüzleşelim; korkmayalım, tarihimizle yüzleşelim. Açalım arşivleri, asit kuyuları ortaya çıksın, sürgünler ortaya çıksın, faili meçhul cinayetler ortaya çıksın, toplu katliamlar ortaya çıksın. Bunlar çıkmadan bizler gelecek açısından eşit, adil, demokratik bir gelecek kuramayız, bunu yapmak zorundayız.”
 
‘ŞİDDETİN NEDENLERİ ORTADAN  KALDIRILMALI’
 
Söz alan DEM Partili Mithat Sancar ise barışın kurulabilmesi için öncelikle şiddeti ortaya çıkaran nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini söyledi. Sancar, “Eğer bir insanı dilinden, bir insanı kültüründen yoksun bırakırsanız bu onun kendi potansiyelinin altında yaşamaya mahkûm edilmesi sonucunu doğurur; bu da bir şiddettir. Eğer gerçekten barış istiyorsak, insanların bütün potansiyellerini eşit bir şekilde hayata geçirebilecekleri bir düzen yaratmak gerekiyor” diye konuştu.
 
‘BARIŞA GİDEN YOLU ZEDELER’
 
Sancar, sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye'de şimdi barış meselesi esas olarak Kürt sorununa demokratik çözüm, çatışmaların nihai olarak bitirilmesi hedefine yönelmek zorunda olan bir süreç ama bu sürecin işlemesi de o kadar kolay değil. Yani sadece barış sözlerinin edilmesiyle süreci ilerletmek mümkün olmuyor maalesef. Onun için çeşitli adımlar atmak ve çeşitli tedbirler almak gerekiyor. Bir defa barışın dilini yerleştirmeye ihtiyaç var. Eğer eski alışkanlıklarla konuşmaya devam ederseniz barışın dilini yerleştirmeniz söz konusu olmaz, barışın dili yerleşmeden de barışı kurmanız mümkün olmaz diyeyim ya da çok çok zor olur. Bu nedenle, her gün öfke, nefret, düşmanlık içeren söylemleri tekrar etmek, barışa giden yolu zedeler, barışa giden yolu tahrip eder, barış yürüyüşünü zorlaştırır.
 
BÖLGESEL BARIŞ PERSPEKTİFİNE İHTİYAÇ VAR
 
Türkiye'de Kürt sorununda barış olacaksa bunun mutlaka bütün toplumu ikna edecek bir genişlikte, bir kapsayıcılıkta kurgulanması ve işletilmesi gerekiyor. Kaygılar, endişeler söz konusu olabilir. Sadece savaştan beslenenlerin muhalefeti bir kenara, onu dikkate almak gerekmez ama başka kaygıları olan insanları da mutlaka dinlemek ve bu kaygıları giderecek adımlar atmak gerekiyor. Şimdi, barışçıl Türkiye'de Kürt sorununda barışı kurabilmemiz için en başta bir bölgesel barış perspektifine de artık kaçınılmaz olarak ihtiyacımız var.
 
YOL ALMAMIZI İMKANSIZLAŞTIRIR
 
Şimdi, Rojava'dan söz ediliyor, Rojava sanki büyük bir tehdit merkezi olarak algılanıyor. Rojava, sanki Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden bir tehlike kaynağı olarak sunuluyor. Rojova'da elbette çok boyutlu, bütün alanlarda işleyen bir yaşam var. Ben, Nusaybin'de doğmuş, büyümüş bir insan olarak Rojava'yı çocukluğumda tanıdım çünkü karşı taraf Kamışlı'daydı. Benim ana dilim Arapça ama çocukluğumda Türkçe öğrendim, akrabalarımın bir kısmı Kamışlı'da yaşıyordu, Kamışlı'ya gidip gelirdik, yürüyerek gidip gelirdik. Bu kadar iç içe geçmiş bir toplum gerçeğinden ve bir coğrafyadan söz ediyoruz. Orada barışı orayı da kapsayacak şekilde, Rojava'yı da kapsayacak şekilde, Rojava'daki Kürtlerin haklarını da kabul edecek şekilde düşünmemek barış konusunda gerçekten yol almamızı da zorlaştırır, hatta imkânsızlaştırır diyeyim.”