Aytaç: Devrimci öznenin olmadığı durumda krizler teslimiyet durumu yaratır

img
MARDİN - Siyaset Bilimci Ahmet Murat Aytaç, “Etkin bir siyasi muhalefetin veya devrimci öznenin olmadığı durumlarda, krizlerin sistem değişikliği veya devrimden çok bir tevekkül hali, hatta genel bir teslimiyet durumu yaratır" uyarısında bulundu.  
 
Dünyayı etkisi altına alan koronavirüs (Kovid-19) salgınından kaynaklı her gün binlerce insan yaşamını yitiriyor. Üzerinden aylar geçmesine rağmen halen bir çözümün üretilemediği salgına karşı devletlerin aldığı tedbirler ise sonuç vermiyor. Dünyanın en büyük ekonomilerine sahip devletlerin bile salgın karşısındaki çaresizliği tartışma konusu olurken, birçok aydın ve düşünür söz konusu tabloyu "kapitalizmin çöküşü" şeklinde yorumluyor. Yine kapitalist sistemi tartışma konusu haline getiren salgınla, sosyalizmi merkeze koyan tezler öne çıkıyor. 
  
Salgına dair kaleme aldığı yazılarla dikkati çeken Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Ankara Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Yrd. Doç. Dr. Ahmet Murat Aytaç, söz konusu tabloya dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. 
 
Türkiye'de salgın hızla yayılıyor. Hükümetin aldığı hükümetin önlemleri yeterli buluyor musunuz? Dünyanın farklı yerlerinde alınan önlemlerle karşılaştırınca neler söyleyebilirsiniz?
 
 
 İnsanların gerçekleri bilmeye ihtiyaç duyduğu anda bile vaka ve ölüm istatistiklere “karartma” uygulandı. Dahası doktorlar veya bilim insanları üzerinde baskı kuruldu.  
 
Salgın karşısında tüm dünyanın hazırlıksız olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Uzmanlar böylesi salgınlarda bulaşıcılığı azaltmanın en etkili yolunun “tanı koyma ve izolasyon” olduğunu belirtiyor. Tabii bu tek başına uygulanacak bir şey değil, bazı sosyal kısıtlamalarla bir arada daha etkili olur. Ancak hastalığı kapmış olanları tanımlayıp, diğerlerinden ayırmanın çeşitli sebeplerden ötürü başarılamadığı durumlarda genel sosyal kısıtlamalara ağırlık tanımak kaçınılmaz olur. Önceki yıllarda SARS veya MERS gibi aynı virüsün eski tiplerinin yol açtığı hastalıklarla mücadele etmiş Güney Kore, yaygın bir test uygulanması ve agresif bir takip stratejisi uygulamaya önem verdi. Buna karşın İtalya daha en başından itibaren salgın karşısında kısıtlayıcı önlemlerle etkili olabileceğini düşündü. Fakat aşı veya ilacın bulunmadığı şimdiki gibi durumlarda yapılan her kısıtlama paradoksal bir şekilde sonraki aşamada daha geniş bir kısıtlama önlemi alınmasını gerektirir.
 
Türkiye’ye gelince; O da salgınla kısıtlamalar aracılığıyla baş etme yolunu seçenler arasında. İlk başlarda, iktidar toplumun genelini ilgilendiren her kritik konuda yaptığı gibi, medya üzerindeki kontrolü aracılığıyla propaganda makinesini işletti. Önce Türkiye’de herkese test uygulanacağı söylenirken, ardından başka ülkelere yardım gönderildiği açığa çıktı. İnsanların gerçekleri bilmeye en çok ihtiyaç duyduğu böylesi bir anda bile vaka ve ölüm istatistiklerine “karartma” uygulandı. Dahası konuyla ilgili görüşlerini kamuoyuyla paylaşan doktorlar veya bilim insanları üzerinde baskı kuruldu. Sonuçta mızrak çuvala sığmayınca resmi açıklamaların gerçeği yansıtmadığı da gün gibi ortaya çıktı. Bu bağlamda bir kıyaslama yapmaya gelince, şimdilik salgın karşısında tüm dünyanın elleri bağlı gibi görünüyor.
 
Geçtiğimiz günlerde “İlk Hasta” isimli yazınızla "Felaket zamanlarında toplum asıl gerçeği görmeyip yanlış yerlere yönelebiliyor" demiştiniz. Neden toplum yanlış yere yöneliyor?
 
Hastalık bizler için insanın içine düşebileceği en kırılgan durumlardan birini temsil eder. Bu yüzden hasta kişiyi, sağlığı tehlikeye düşmüş biri olarak korumaya en çok ihtiyaç duyan insan şeklinde resmederiz. Hastaya baktığımızda onunla bir empati, yardımlaşma ve giderek bir sorumluluk duygusu hissederek yaklaşırız. Fakat hastalığın bulaşıcı nitelik taşıdığı salgın süreçlerinde hastalar karşısındaki genel tutumumuz ikircikli bir nitelik kazanır. İnsan olarak kendini koruma eğilimi ile hastalara karşı hissettiğimiz genel sorumluluk arasındaki gerilimin etkisi altına gireriz. Öyle ki bu süreçte hastalığa yakalanmış her insan, bize önce kendi hastalığının mağduru ve gerekli tedbirleri almadığı ölçüde de başkalarının hastalığının faili olarak görünmeye başlar. Salgın, hastalık tasarımının bağrında gizli halde bulunan bu çelişkiyi aktif hale getirir. Söz konusu çelişki, hastayı aynı anda hem risk altında hem tehlike kaynağı, hem bir mağdur, hem bir fail, hem maktul, hem de katil olan bir kişi kimliğine büründürür.
 
Türkiye’de risk altında kabul edilen 65 yaş üstü insanlar için alınan önlemler, salgının diyalektiği adını verebileceğimiz bu çelişkili algıyı harekete geçirdi. Risk altında olduğu söylenen yaşlılar birden bire tehlike kaynağı gibi görülmeye başlandı. Ancak salgınlarda işleyen diyalektiğin başka bir boyutu daha var ve bu da dikkate alınmadığı müddetçe insanın kendini korumak için hastalara yönelttiği her tepki istenenin tam tersi bir sonuç verir. Böyle anlarda insanın kendini koruması ancak ötekini de koruması sayesinde mümkün olabilir. Aksi takdirde bir diğerini yakalayan hastalık gelir gider mutlaka sizi de bulur. O yüzden “kurtuluş yok tek başına” şiarını en çok bu gibi anlarda hatırlamak gerekir gibi geliyor bana.
 
 
 Kapitalizm mitolojideki pelikana benziyor. Tehlike anlarında kendi göğsünde yara açıp evlatlarını kendi kanıyla beslediğine inanılan bu kuş gibi, hayatına bu yoldan devam ediyor ve kendini yaralarından besliyor.
 
"Bu salgın kapitalist sistemin sonu olacak hayat bizi sosyalizme götürüyor" gibi görüşler var. Süreci böyle okumak gerçekçi mi? Yoksa burada da bir yanılsama var mı?
 
Aslında sosyalist muhalefetin sadece salgın konusunda değil, büyük felaketlerin tamamında meseleyi kapitalizmin çöküşüne bağlama yönünde güçlü bir eğilimi var. Bu eğilim tümüyle sebepsiz değildir. Çünkü kapitalist üretim, ilişkilerinin yarattığı dünya birbirine yüksek düzeyde bağlı olan ve aşırı iletken sosyal şebekeler üzerinden işliyor. Böyle olunca doğal afetler ve toplumsal krizler arasındaki ayrımlar siliniyor ve bütün felaketler birbiriyle eşdeğer hale geldiğinde de herhangi bir sistemde baş gösteren aksaklık büyük bir hızla bütün toplumsal sisteme yayılıyor. Örneğin deprem oluyor, sonra deprem yüzünden tsunami oluyor, o bir nükleer felakete yol açıyor, toplumsal hayat felce uğrayınca ardından ekonomik kriz geliyor, açığa çıkan sosyal çözülme kalıcı psikolojik travmaları tetikliyor ve bunları dini aşırılıklar izliyor. Yine genel bir salgın başlıyor, bunun yol açtığı endişe ekonomik ve siyasi süreçleri tıkıyor, aileler dağılıyor veya insanlar arası ilişkiler çözülüyor vesaire. Bu bütünsel etkileşim ve geçişlilik kapitalizmin genel bir çöküş içinde olduğu izlenimini doğrulayacak temel kanıt olarak görülüyor ve eleştiriliyor.
 
Ancak ben yine de bu eleştirilerde kapitalizmin genel gidişine veya geleceğine dair akılcı öngörülerden çok muhalif gönüllerin içinden geçenlerin, bir başka deyişle gerçeklerden çok temennilerin rol oynadığı görüşündeyim. Bundan ötürü kriz süreçleri ile kapitalizmin kendini yenileme mantığı arasındaki bağlantı bir türlü görülemiyor. Şimdi Trump, General Motors’a solunum cihazları üretimi için emir verdiğini söylüyor. Ardından korunma, izolasyon veya tedavi için gerekli diğer araçların üretimi için başka sektörler de yaratılacak. Yani kapitalizm bu gibi durumlarda karşılaştığı riskleri hızla soğuruyor ve sistemi besleyen ana kaynaklardan birine dönüştürebiliyor. Kapitalizm biraz mitolojideki pelikana benziyor. Tıpkı tehlike anlarında kendi göğsünde yara açıp evlatlarını kendi kanıyla beslediğine inanılan bu kuş gibi, hayatına bu yoldan devam ediyor ve kendini yaralarından besliyor.
 
Kapitalizmi çökertecek tek bir büyük kriz yoktur ve böyle bir felaket beklemek beyhudedir. Çünkü asıl mesele krizin varlığında değil onun nasıl anlamlandırıldığındadır. Etkin bir siyasi muhalefetin veya devrimci öznenin olmadığı durumlarda krizlerin sistem değişikliği veya devrimden çok, bir tevekkül hali, hatta genel bir teslimiyet durumu yaratmasını beklemek daha makuldür. Zaten kapitalizmi çökertecek bir kıyamet beklentisi içinde olmak aslında kendinin bir siyasi özne olmadığını itiraf etmenin dolaylı bir biçimidir. Maalesef reel sosyalizmin çöküşünden sonra birçok muhalif insan daha iyi bir dünya kurabilmek için doğal felaketlerden veya toplumsal travmalardan medet umar hale gelmiştir.
 
 
 Bizleri dar görüşlü ulusalcıların sesinin daha gür çıktığı ve baskıcı önlemlerin kamu yararı adına daha bir gururla savunulduğu zor dönemler bekliyor
 
Salgın bir gün bittiğinde dünya nasıl bir noktada olacak, bunu öngörmek mümkün mü?
 
Birçok düşünür salgın sonrasında bizi bekleyen dünyanın aynı olmayacağı yönünde kehanetlerde bulunuyor. Fakat unutmayalım ki salgından önceki dünya da öyle matah bir şey değildi. Sadece dünyanın önceden olduğundan daha kötü bir yer haline gelmemesi için çabalamamız gerektiğini söylemek anlamında bu uyarıyı anlamlı bulduğumu söyleyebilirim. Bugün Çin’de salgınla baş etmek için muazzam bir gözetim ve denetim şebekesinin herkesin bilgisi dahilinde iş başında olduğunu görüyoruz. Herkesin bilgisi dahilinde vurgusunu özellikle yapıyorum. Çünkü böylesi kapsamlı müdahaleler bir anda ortaya çıkmazlar ve mutlaka daha önce de örtük olarak yapılmaktadır. Şimdilerdeyse bizzat insanlar bunu genel yarar adına talep ediyor ve bu yoldan salgının kontrol altına alınmasını umuyor. Türkiye’de dâhil, birçok ülkede bu türden uygulamaları bizzat yönetilenler tarafından talep edilmeye başlandı.
 
Bu süreçte toplanan verilerin sadece bu amaçlarla kullanılacağına veya bu dönemle sınırlı kalacağına inanmak için çok saf olmak gerekir. Kamu maliyesi alanında geliştirilen Peacock-Wiseman hipotezi devletin vergi kapasitesinde olağanüstü şartlarda meydana gelen artışın, bu şartlar değiştikten sonra da devam ettiğini söyler. Vergi için yapılan bu belirlemenin, yani rıza gösterilen baskı eşiğinin yer değiştirmesiyle ilgili iddianın devlet müdahalelerinin tümüne genellenebileceğini düşünüyorum. Açığa çıkan “yer değiştirme etkisi” yüzünden salgın sırasında aşılan eşikler sonradan hem daha otoriter hem de daha içe kapanmacı/ulusalcı bir atmosferin hüküm sürmesini muhtemel kılacak gibi. Böyle bakınca, bizleri dar görüşlü ulusalcıların sesinin daha gür çıktığı ve baskıcı önlemlerin kamu yararı adına daha bir gururla savunulduğu zor dönemler bekliyor gibi görünüyor.
 
Türkiye’de dünyanın diğer yerlerinde olduğundan farklı olarak devletin halktan bağış istemesi yönünde bir "dayanışma" ile karşı karşıyayız. Ekonomik krizin belirtisi olmasının yanında bir siyaset bilimci olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Evet, Türkiye’de hükümet salgın nedeniyle ortaya çıkacak olan ekonomik maliyetleri karşılayabilmek için halktan bağış topluyor. AKP-MHP bloku daha önce yaşanan toplumsal krizlerde veya doğal afetlerde de dayanışma adı altında böylesi bağış kampanyaları düzenledi. Toplum hafızası önceden düzenlenen bağışların şeffaf bir şekilde yönetilmediği ve amaca aykırı bir şekilde kullanıldığı durumları gündeme getiriyor. Bu yüzden de bağışlarla beraber yolsuzluk yapılması veya İslami vakıflara para aktarılması yönünde endişeler dile getiriliyor. Kimse bu endişelerin temelsiz olduğunu söyleyemez. Zira bu eleştiriler durduk yere söylenmiyor ve daha önceki deneyimlere dayanıyor. Aksini iddia etmek siyaset yapmayın, hükümeti hiç eleştirmeyin demekten farksız. Nitekim AKP siyasi başarısızlıklarını veya çözümsüzlüklerini eleştiriden muaf tutmak istediği her durumda bu yöntemi izliyor.
 
Öte yandan eleştirileri bu düzeyde bırakmak, yani yolsuzluk veya amaca aykırı kullanım kaygılarını dile getirmekle yetinmek de meselenin özünü ıskalamak olur. Kanımca burada eleştiriyi daha radikal bir şekilde yapmak gerekir. Her şeyden önce bu tip kampanyalarda asıl meselenin “ekonomik” olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki, amacın para toplamak olduğu yerde, kamu finansmanı açısından esas olan bağış değil, vergi toplama, borçlanma veya para basmaktır. Peki, o halde neden bağış toplama yoluna gidiliyor? Konuya şöyle bakabiliriz: İktidar blokunun Gezi’den ve özellikle 15 Temmuz’dan sonra artan oranda kitle seferberlikleri yaratmaya ve bunların psikolojik etkilerinden yararlanmaya çalıştığını görüyoruz. 15 Temmuz gecesi camilerden verilen selalarla kitleler sokaklara dökülmüş, yaratılan coşkuyla vecde gelen insanlar tankların önüne yatmış, hatta F16’lara “kafa atmaya” çalışanlar dahi olmuştu. Hatırlanacağı üzere, depremde de dayanışma adı altında bağış kampanyaları düzenlenmişti. Sonuç olarak, bu tip kolektif eylem organizasyonlarıyla grup tutunumunu arttırıp burada açığa çıkan enerjiyi liderin kişiliğine transfer etmek amacının güdüldüğünü söyleyebiliriz. Bu yolla yurttaşlarda bir şeyler yapıldığı algısını canlı tutan iktidar siyasi çaresizliklerinin üstünü örtüyor. Sağlık sisteminin ne kadar kötü işlediğini, kamu kaynaklarının ne kadar verimsiz kullanıldığını görünmez kılmakla kalmıyor, toplumda fiili kutuplaşmayı da arttırıp en azından ellerindeki kitleyi korumayı bir süreliğine de olsa başarabiliyor.
 
 
Emekçilerin ve ezilen halkların kurtuluşu sadece onların ellerindedir. Biz bir şeyler yapmadıkça kapitalizmin yıkılacağı veya değişeceği yok. Tarihsel süreç bunun doğru olduğunu gösteriyor.
 
Sizin tezinize göre, kapitalizm veya devletler, eğer ki devrimci ya da sol kesimlerin bir argüman üretmemesi durumunda bu tür felaketlerden daha güçlü çıkarlar...
 
Biz de genel olarak muhalif akıl, özel olarak da devrimci ya da sol akıl, sorunların siyasi olduğu ve çözüm yolunun da siyasi olması gerektiği yerde, bilgiyi ve hakikati siyaset dışı alanlarda aramaya çok eğilimlidir. Bunun tipik bir örneğini, tıpkı bir Mesih bekleyen inançlı insanlar gibi, tüm ömrünü kapitalizmi yıkacak büyük ekonomik krizi öngörmeye vakfetmiş olan muhalif analistler oluşturur. Bu durum, sürekli ahir zamanlarda yaşadığına ve yakında kopacak kıyametin tüm kötülükleri silip süpüreceğine inanan dindarların psikolojisine büyük bir benzerlik gösteriyor. Siyasi sorunları, insanı bir fail olmaktan çıkaran, kontrolümüz dışında işleyen ekonomik, biyolojik, antropolojik yapıların yol açtığı ihtilallerin çözeceğine inanmak, aynı dini anlayışı seküler kavramlar içinde tekrar etmekten başka bir anlama gelmiyor. Unutmamalıyız ki, emekçilerin ve ezilen halkların kurtuluşu sadece onların ellerindedir ve bu yüzden de kurtuluş insanın kendi eseri olacaktır. Biz bir şeyler yapmadıkça kapitalizmin yıkılacağı veya değişeceği yok. Tarihsel süreç bunun doğru olduğunu gösteriyor.
 
Felaket döneminde kayyım atamaları, işten atmalar, hekimlere, gazetecilere, muhalefet eden her bireye soruşturmalar açılırken, hak ve özgürlükler açısından nasıl bir süreç ortaya çıkar?
 
Türkiye’de salgınla baş etmek için en başından itibaren kısıtlayıcı yöntemler esas alındı. Türkiye’de 15 Temmuz sonrasında ilan edilmiş ve halen fiilen yürürlükte olan bir OHAL süreci var. Düşünce açıklamaları üzerindeki baskılar, işten atmalar ve kayyım atamalarını Türkiye’nin ilan edilmemiş, yani “olağan” olağanüstü hali çerçevesinde düşünmek lazım. Zaten var olanın devam ettirilmesi dışında bir şey yapmıyor iktidar. Bu sürekliliği korona çerçevesinde uygulamaya konan bazı önlemler ışığında da görebilmek mümkün. Mesela cezaevleriyle ilgili alınan önlemlerde “terör” suçlularının kapsam dışı bırakılmasını ele alalım. İnsan hakları çevreleri ve bazı eleştirmenler Türkiye’de “terör” kapsamının geniş olduğunu ve bu durumun düzeltilmesi gerektiğini savundular. Bu görüşe ben de katılıyorum. Ama diğer yandan şunu da eklemek istiyorum: “Terör” suçlaması sadece kapsamı açısından değil, özü açısından da hak ve özgürlük kültürünün gerekleriyle bağdaşmayan bir kavrayışı yansıtır. Zira “terör” suçlaması isnat edilmiş bir kişi en başından itibaren her türlü hakkından mahrum bırakılmaya aday olan bir insandır. Öyle ki, hak arama hakkı, hukuka tabi olma hakkı bile elinden alınabilir. Zaten “terör” kavramı bugün kimlerin hakka sahip olacağını belirlemenin bir aracı olarak kullanılıyor.
 
 
“Terör” suçlaması özü açısından da hak ve özgürlük kültürünün gerekleriyle bağdaşmayan bir kavrayışı yansıtır. “Terör” suçlaması isnat edilmiş bir kişi en başından itibaren her türlü hakkından mahrum bırakılmaya aday olan bir insandır.  
 
Yine kayyım meselesinde de “terör” kavramı hak ve özgürlükler alanını kapatmak amacıyla kullanılan araçlardan biri. Burada dikkatimi çeken ve söylemeden edemeyeceğim bir durum var: Halk sağlığı alanındaki virüs problemi ile demokratik siyaset alanındaki kayyım problemi arasındaki geçişlilik bu açıdan gerçekten dikkate değer. Yani virüs canlılığını kendine ait olmayan bir bedende var olup çoğalmaya borçludur ve çoğalmasını son aşamaya kadar sürdürmeyi başardığında, içinde yeşerdiği canlı bedenle beraber kendi yaşam koşullarını da ortadan kaldırır. Kendine ait olmayan makamlarda, kendini seçmemiş insanlar adına yöneten ve etkili olan kayyım uygulaması, siyasetinin Kovid-19 salgınından önce zaten viral olduğunu bize gösteriyor. Belki korona günlerinde salgın meselesine bu perspektiften bakmakta da yarar vardır.
 
Salgının dünya siyasetine etkisinin yanında bir de insan psikolojisi üzerinde bir etkisi var. Salgın insan psikolojisini nasıl etkileyecek?
 
Salgın nedeniyle gündeme gelen eve kapanma deneyiminin insan psikolojisi üzerinde çok sarsıcı etkiler yaptığı bir gerçek. Evin herkes için gerçekten güvenli bir alan olduğu da söylenemez. Bir dönem patlak veren toplu intihar dalgası, evlerin Türkiye’de “güvenli alan” olarak görülemeyeceğini göstermişti. Şimdilerde artan aile içi şiddet vakaları da bu açıdan başka bir gösterge. Bir de tabii stresin orta ve uzun vadeli etkilerini hesaba katmamız gerekir. Yani bunun mutlaka bazı psikosomatik sonuçları olacaktır. Uzun vadede insana insandan daha yararlı bir varlık olmadığı görünüyor. O yüzden, en azından bir çare bulununcaya kadar, insanlarla mesafeli bir yakınlık ya da güvenli yollardan temas etmeye dair çözümler bulmamız yahut icat etmemiz gerekecek gibi. Çünkü insanı sadece virüsler değil, yalnızlık da öldürebilir.
 
MA/ Ahmet Kanbal
 

Diğer başlıklar

13:08 Açlık Grevi İzleme Koordinasyonu: Tutsakların talepleri karşılanmalı
12:55 DEM Parti’den 3 merkezde miting | CANLI
12:48 Mûş'ta vali, kaymakam ve komutandan seçim çalışması
12:22 Esenyurt'ta 5 katlı binada yangın çıktı
12:21 Kütahya ve İstanbul’da erkek şiddeti
11:57 AKP'li belediyenin taş ocağına 'ÇED gerekli değil' kararı
11:42 ÖHD’den iki bakanlığa başvuru: Sağlık hakkı ihlaline sebep olan uygulamalar son bulsun
11:33 Abdullah Öcalan’ın avukatlarından yeni görüşme başvurusu
11:06 Zafer işareti gerekçesiyle seçim görevi iptal edildi
10:42 Kantinden para ile satın aldıkları eşyalara el konuldu
10:41 Agrobay işçileri ilk kazanımlarını elde etti
10:29 Cisim patlaması raporu: Dayan ailesi mağdur edildi
10:23 Ertak: Şirnex'te 2004 ruhuyla sandık başına gidelim
09:37 DEM Parti'ye destek yürüyüşü
09:13 Gazeteci Ahmet’in akıbetine dair 156 gündür açıklama yok
09:12 Tutsaklar 123 gündür açlık grevinde
09:11 DEM Parti Cihanbeyli için seferber
09:09 Xinûs eşbaşkan adayları: Herkese eşit hizmet vereceğiz
09:08 Abdullah Öcalan'ın avukatı: CPT güven veren bir kurum olmaktan çıktı
09:07 Wêranşar DEM'den yana
09:06 Ebexliler 2019’un hesabını soracak!
09:04 'Taşıma' hilesine karşı binlerce hareketli seçmen başvurusu
09:02 Tutsak yakınlarından hukuksuzluğa karşı dayanışma çağrısı
09:01 Tuncel: Sandığa gidelim, gasp edileni geri alalım
09:01 28 MART 2024 GÜNDEMİ
08:51 Ahlat T Tipi’nde provakatif saldırı
08:42 Beyaz Saray’dan İsrail’i görüşmeye ikna çabaları
27/03/2024
23:59 Riha’da kitlesel halk buluşmaları: Halka hizmet DEM Parti ile gelecek
23:56 Halk buluşması mitinge dönüştü: Hiçbir kuvvet Êlih’in kafasını karıştıramaz
23:22 Riha’da gözaltına alınan 7 kişi serbest bırakıldı
21:41 Barikat Riha’dan DEM Parti’ye destek yürüyüşü
21:34 Agirî ve Wan'da gençlik şöleninde tecrit vurgusu
21:08 Serüven Kültür Dünya Tiyatro Günü’nde sokakta
20:53 Memurlar AKP çalışmalarına götürülüyor
20:36 Mêrdîn adayları sahada: Sesimiz sandıklardan güçlü çıkmalı
20:30 Tiyatro oyuncularından DEM Parti’ye destek
20:22 Haber Sen: TRT anayasal suç işliyor
20:05 Zana: İmralı kapıları açılsın
19:47 Emine Şenyaşar’ı ziyaret etmek isteyen EMEP’lilere engel
19:43 İzmir'de kadın katliamları protestosu: Örgütlenelim
19:38 Colemêrg’teki final mitingine kitlesel yürüyüşle çağrı yapıldı
19:15 İstanbul’da çok sayıda gözaltı
19:09 KHK eylemi 287’nci haftasında
18:54 Sêrt’te silahlı kavga: 4’ü ağır 8 yaralı
18:28 Bodrum’da kadınlar çocuk istismarını protesto etti
18:04 Erdoğan Êlih’de Ankara ve İstanbul için oy istedi
17:57 İHD Ankara Şube Ekoloji Komisyonu Yıllık Ekoloji Raporu’nu açıkladı
17:02 Türkdoğan TİHV ve İHD’yi ziyaret etti
16:51 DEM Partili adaylar: Adana için yeni bir tarih yazma vakti geldi
16:49 DEM Parti seçim çalışmasında: 1 Nisan'da zaferi kutlayacağız
16:47 Zana'dan Adalet Nöbeti'ne ziyaret: Annelerin mücadelesi olmasa dilimiz yok olurdu
16:38 Eğitim Sen: Cumhur İttifakı adayları okullarda propaganda yapıyor
16:22 Erdoğan Amed'de: Bu kardeşinize yüzde 28,5 oy çıkmışsa durup düşünmemiz lazım
15:50 Hatimoğulları'ndan Erdoğan'a: Çık sen kendini ıspatla
15:47 Emekliler: Sandıkta hesap soracağız
15:40 ÖHD, Marmara Bölgesindeki cezaeevlerine dair raporunu paylaştı
15:37 Hareketli seçmenler Muğla'dan yola çıktı
15:15 Mahkeme kararı verdi: Devletin öğrencilere yemek sağlama yükümlülüğü yoktur
15:12 Trabzon’da göçük: 3 işçi yaşamını yitirdi
15:10 Uçar: Bu seçim Şêx Seîd'e hakaret edenler ile Şêx Seîd'in torunları arasında
14:49 Belediyeden 'Yardıma muhtaç' kuyumcuya 70 bin TL yardım!
14:43 Cezaevinde rahatsızlanınca hastaneye kaldırıldı
14:30 Bayındır Qereyazî’de: Bu seçim, Kürtlerin dili, kimliği için referandumdur
14:20 DEM Parti'den Elkê'de sandık güvenliği eğitimi
14:18 Türkiyeli yetkili: Rusya saldırganlarını tutuklama talebi yoktu
13:49 Hrant Dink davası sanığı: İstihbaratı cinayetten bir gün sonra almış gibi rapor düzenledik!
13:44 Çewlig'de miting
13:40 Akkuyu'da maaşlarını alamayan işçiler iş bıraktı
13:28 Öğrenciler Erdoğan’ın mitingine taşındı
13:16 Baro ve STÖ’lerden CPT’ye İmralı çağrısı: Çözüm için adım atın
12:54 Açlık grevinde olan 5 tutsağa hücre cezası
12:37 Licik bilirkişi raporu: Zehirli kimyasalın Fırat’a taşınma riski var
12:18 Yargıtay Başkanı 6'ncı turda da seçilemedi
12:02 YNK: Kerkük'te Türkmen Cephesi ile anlaşan KDP ulusal değerleri sattı
11:35 Bakırhan: Üçüncü yol ağacının altında birleşelim
11:13 Yaşlı nüfus 5 yılda bir buçuk milyon arttı
11:00 Sınırdaki saldırılarda 10 kolber yaralandı
10:28 Roboskîliler: AKP'ye giden her oy üstümüze bomba olarak yağacak
10:27 Şirnex ve Riha'da ev baskınları
09:52 Hezro kırsalında askeri operasyon ve abluka
09:23 HRW ve Yurttaşlık Derneği: Depremle ilgili yetkililerin soruşturulmasına izin verilmeli
09:10 Gazeteci Ahmet’ten 155 gündür haber yok
09:09 Açlık grevi eylemi 122'nci gününde
09:08 'Bize ulaşan herkesi sandığa taşıyacağız'
09:07 Kayyım kadın merkezini yıllık bin 500 TL'ye kiraya verdi
09:06 AKP'liler ‘oy verme’ sözü karşılığında rüşvet dağıtıyor
09:04 Eşbaşkan adaylarından 'sandığa sahip çık' çağrısı
09:04 DAİŞ saldırıları: 2015 öncesi konumuna dönmek istiyor
09:03 Ege'den binlerce kişi kayyımları göndermeye gidiyor!
09:02 Hak savunucuları: Yıldız'ın tutuklanması insan hakkı ihlalidir
09:02 Kuzey ve Doğu Suriye'de yerel yönetim
09:01 Ayşe Gökkan: Merhamet dilemiyor, ataerkil yargıya baş eğmiyoruz
09:00 Dilovası’nda seçmenler değişim için sandığa gidecek
09:00 27 MART 2024 GÜNDEMİ
26/03/2024
23:59 Zana: Kürt halkı baskılara karşı boyun eğmedi, eğmeyecek
23:52 30 yıl sonra 'Bijî berxwedana zindanan' sloganıyla karşılandı
23:02 WHO: Dêrazor’daki saldırıda bir çalışanımız yaşamını yitirdi
22:50 Mêrdîn’de kayıp gencin cesedi suda bulundu
22:35 Hezex’te coşkulu halk şöleni
22:06 Mêrdîn’de çalışmalarını hızlandıran adaylardan ilçe ve köy ziyaretleri
21:18 Kerboran’da yurttaşlardan AKP’li belediyeye tepki
20:54 Agrobay işçileri: Emeğimiz ve alınterimizi istiyoruz
20:45 Uçar: Atacağımız her adım herkesin geleceğini belirleyecek
20:15 Emine Şenyaşar’ın Adalet Nöbeti 62’nci gününde
20:07 Akademisyen Sirman serbest bırakıldı
19:25 Xana Axpar'da husumetli aileler barıştırıldı
19:00 AKP’nin Amed adayları oy karşılığında BİM kartı dağıtıyor
18:19 Ankara’da bir öğrenci yaşamına son verdi
17:51 DEM Parti'den Silopiya’da konvoy ile mitinge çağrı
17:42 ‘DEM Riha’ya, Riha DEM Parti’ye çok yakışacak’
16:21 Zana: Belediyeler zihinlerin temizlenmesi için önemli bir yer
16:15 Keskin ve Yarkın hakkında ceza istemi
16:05 Adalet Nöbeti’nde mücadele vurgusu
15:52 Colemêrg'teki polis şiddetine dair soru önergesi
15:32 DEM Parti sahada: İrademizi kayyımlardan geri almaya geliyoruz
15:20 DEM Parti hasta tutsaklar için Meclis araştırması istedi
15:17 Riha’da bir kadını katletme girişimi
14:54 Öğretmenevi’ndeki yolsuzlukla ilgili davada savcı değişikliği!
14:43 Sedyeyle cezaevine götürülen Yıldız için AYM'ye başvuru
14:27 516 isim ve kurumdan DEM Parti’ye destek açıklaması
14:26 Akademisyen Sirman'ın telefon görüşmesi suçlama konusu
14:17 Eski vekil Demirel ‘Cumhurbaşkanına hakaretten’ beraat etti
13:54 Kameraman Akkaya’nın tutukluluğunun devamına karar verildi
13:52 Tarihi Mêrdîn'de istinat duvarı çöktü
13:28 Yargıtay seçimleri: 5'nci turda da sonuç çıkmadı
13:18 Gazeteciyi hedef gösteren Yeni Şafak muhabirine tazminat cezası
12:30 DEM Parti'den Ahmet Saymadi'ye ilişkin açıklama
12:10 Kavak S Tipi’nde keyfi disiplin cezaları
11:35 3 yıldır haber alınamayan Abdullah Öcalan ile görüşme başvurusu
11:14 Hatay'da sağanak ve fırtına: Konteynerleri su bastı, çatılar uçtu
10:57 Bakırhan’dan Erdoğan’a: Muhatap Newroz alanlarındaki milyonlardır
10:45 Öcalan’ın özgürlüğü için 3 milyon imza toplandı
10:21 KYK yurdunda şüpheli ölüm
10:03 Kaçak maden ocağında iş cinayeti
10:00 Churchill House’da Newroz resepsiyonu verildi
09:57 Bedlîs ve Tetwan'da eğitime bir gün ara verildi
09:40 Şirnexli kanaat önderleri: DEM Parti'ye sahip çıkalım
09:31 Dünya Tiyatro Günü: Kürt oyuncular yasaklara direniyor
09:19 Gençlerin umudu DEM Parti!
09:12 Kürt gazeteci 154 gündür KDP istihbaratının elinde
09:10 Cezaevlerindeki açlık grevi eylemi 5'inci ayına girdi
09:09 Sönük: Kadın iradesini tanımayanlara cevabı 31 Mart'ta vereceğiz
09:06 '31 Mart zaferinin resmini Newroz’da verdik’
09:04 Katledilen 7 sivil için de ‘zaman aşımı' kararı alınmış!
09:04 Eşbaşkan adayları Bedlîs'te tempoyu arttırdı
09:03 Dep için bin hareketli seçmen hedefi
09:02 Dêrgul'de seçmene asker baskısı
09:01 Gazeteci Drewş: KDP Türkiye'ye gardiyanlık yapıyor
09:01 'Dilovası'nı kadının rengiyle görünür hale getirelim'
09:00 Qamûşan ve Pazarcix’ta rüzgar DEM'den yana