DİYARBAKIR - Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi, 14 Temmuz 1982’deki ölüm orucundan 37 yıl sonra bu kez DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in “Bir halka tecrit uygulanıyor” diyerek, Öcalan üzerindeki tecride karşı başlattığı açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine tanıklık etti.
Kenan Evren’in başında bulunduğu 12 Eylül 1980’de yapılan darbenin ardından yönetimi devralmasıyla başlayan Kürt mücadelesini tasfiye etmeye yönelik baskı, şiddet ve işkence uygulamalarına karşı PKK’nin öncü kadroları 14 Temmuz 1982’de ölüm orucu eylemi başlattı. Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi İç Güvenlik Amiri olan Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran'ın yönetiminde uygulanan akıl almaz işkence yöntemleri nedeniyle adı, dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi arasında anılan Diyarbakır Cezaevi'nde uygulanan insanlık dışı işkencelere karşı savundukları düşünceler ve değerler adına bedenlerini ölüme yatıran tutuklu gençler, ortaya koydukları iradeyle "adanmış yaşamlar"ın simgesi oldu.
PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan, 1982 Newrozu'nda üç kibrit çöpüyle bedenini ateş topuna dönüştürerek, işkenceler karşısında teslim olmayacağını gösterdi. Onun tutuşturduğu alevi, 58 gün sonra teslimiyet yerine onurluca ölümü seçip, kaldıkları koğuşta kol kola girerek bedenlerini ateşe veren, tarihe "Dörtler" diye geçen Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner gürleştirdi. 14 Temmuz 1982’de ise vahşi işkencelere maruz kalan PKK’nin öncü kadrolarından Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in başlattığı ölüm orucu eylemi, Kürt özgürlük mücadelesinde yeni bir mücadele sürecinin belirleyicisi oldu.
LEYLA GÜVEN BAYRAĞI DEVRALDI
Aradan geçen 37 yıl boyunca devletin Kürt mücadelesine yönelik tasfiye politikaları değişmeyerek süre geldi. 37 yıl sonra yine Kürt siyasi hareketinin önemli kurumlarından olan Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’ndeki uygulamalarının kalıntılarının devam ettiği Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde, 8 Kasım 2018’de PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevi eylemi başlattı. Güven, 7 Kasım 2018’de görülen duruşmaya kelepçeli götürülmesini reddederek, SEGBİS yoluyla katılarak, şu açıklamada bulundu: “Daha önce de 5 yıl cezaevinde kaldım. Gerekirse 100 yıl daha kalırım, cezaevinde olmaktan kaçmıyoruz. Benim için cezaevinde olmak dünyanın sonu değildir. Demokratik siyasete inanıyorum ve bunun için her yerde mücadele yürütüyorum, yürütmeye de devam edeceğim. Daha önce cesur kararlar alan yargıçlar vardı ama artık kalmadı.
Siyasete Sayın Abdullah Öcalan’ın kadın paradigmasından etkilenerek başladım. Her yerde bu paradigmaları esas alarak, hem kendime hem de halkıma güç vermeye çalıştım. Kürt sorununun demokratik çözümünde daha önce görüldüğü gibi sayın Öcalan’ın çok değerli bir rolü vardı. Kürt halkı ve Ortadoğu’da gerçekten düşünceleriyle de yön veren bir çözüm ortaya koydu. Tecridin bu kadar derinleştiği dönemde, tecrit kime uygulanırsa uygulansın bir insanlık suçudur. HDP milletvekili olarak değil, DTK Eş Başkanı olarak bu günden itibaren süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başlıyorum. Bu uğurda ölmeyi kabul ediyorum. Bu tecrit bir kişiye değil bir halka uygulanıyor. Ben de o halkın bir bireyi olarak ve Sayın Öcalan için ölümü kabul ediyorum. Süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine giriyorum.”
12 OCAK GÖRÜŞMESİ
Güven’in ardından aynı taleple Irak Federe Kürdistan Bölgesi’nin Hewler kentinde HDP üyesi Nasır Yağız, Strasburg’da siyasetçiler ve gazetecilerin de aralarında bulunduğu 14 kişi ve Galler’de İmam Şiş açlık grevi eylemine başladı. 16 Aralık 2018 tarihinde ise yüzlerce tutuklu tecridin sonlandırılması talebiyle açlık grevi eylemine dahil oldu. Açlık grevi eylemleri devam ederken, 12 Ocak’ta Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan İmralı Adası’na giderek, ağabeyi ile görüşme gerçekleştirdi. Devlet, sağlanan bu görüşme ile açlık grevi eylemlerinin sonlandırılmasını amaçladı, ancak DTK Eşbaşkanı Leyla Güven ve tutuklular yaptıkları açıklamayla taleplerin karşılanmadığını belirterek, açlık grevi eylemlerini sürdürdü.
DÜNYANIN DÖRT BİR YANINA YAYILDI
Devletin açlık grevi eylemlerine karşı sessizliği devam ederken, bu kez takvim yaprakları 1 Mart’ı gösterdiğinde tüm cezaevlerinde binlerce tutuklu açlık grevi eylemine dahil oldu. Diyarbakır’ın Cezaevi’nden Federe Kürdistan Bölgesi’ne, Strasbourg’tan Gallere uzanan açlık grevi eylemleri, dünya kamuoyunda büyük yankı buldu, ancak devlet sessizliğini sürdürmeye devam etti. Bunun üzerine HDP Diyarbakır Milletvekili Dersim Dağ, 3 Mart’ta partisinin Diyarbakır il binasında açlık grevi eylemi başlattı ve hemen ardından 8 Mart’ta HDP milletvekilleri Tayip Temel ve Murat Sarısaç da bu eyleme dahil oldu.
Açlık grevi eylemlerinin dünyanın dört bir yanına yayılması üzerine beyaz tülbentli anneler sokaklara indi. Her gün çocuklarının taleplerinin karşılanması için ülkenin dört bir yanında sokaklara çıkan anneler, sürekli polisin saldırı ve işkencelerine maruz kaldı.
YAŞAMINA SON VERENLER
Açlık grevi eylemleri devam ederken, bu kez cezaevlerinden ölüm haberleri gelmeye başladı. Devletin adım atmaması ve kamuoyunun sessizliğini protesto eden tutuklular yaşamlarına son verdi. İlk olarak Almanya’nın Krefeld kentinde de 20 Şubat tarihinde Uğur Şakar mahkeme önünde bedenini ateşe verdi. Şakar, tedavi gördüğü hastanede 22 Mart’ta yaşamını yitirdi. Zülküf Gezen 17 Mart'ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi'nde, Ayten Beçet 23 Mart'ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nde, Zehra Sağlam 24 Mart'ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Medya Çınar 25 Mart'ta Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Yonca Akici 9 Mart’ta Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nde, Siraç Yüksek 2 Nisan’da Osmaniye 2 No'lu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde ve Mahsum Pamay 5 Nisan’da Elazığ 1 No'lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde yaşamına son verdi.
37 YIL SONRA ÖLÜM ORUCU
Açlık grevi eylemleri 5 ayı geride bırakmasına rağmen devlet tarafından bir adım atılmazken, kamuoyunun sessizliği de sürdü. Bunun üzerine cezaevlerinde 37 yıl sonra bir kez daha ölüm orucu eylemi başlatıldı. 30 Nisan itibariyle Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nde Aslı Doğan ve Ardıl Çeşme; Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi'nde Zozan Çiçek, Şükran Aydın ve Nesrin Akgül; Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi'nde Ahmet Topkaya, Ferhat Turgay, Abdulhalik Kaplan, Enver Dönmez ve Ergin Akhan; Van Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde ise İhsan Bulut, Özhan Ceyhan, Vedat Özağar, Erol Cengiz ve Ahmet Anığı ölüm orucu eylemi başlattı.
2 MAYIS GÖRÜŞMESİ
Ölüm orucu eyleminin başlatılmasının ardından 2 Mayıs’ta avukatları 8 yıl aradan sonra İmralı Adası’nda müvekkilleri Abdullah Öcalan ile görüşme gerçekleştirdi. Yapılan görüşmede Öcalan ve yanında bulunan tutuklular Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş’ın imzasıyla 7 maddelik deklarasyon yayınlandı. Bu görüşme ardından tutuklular adına yapılan açıklamada, görüşmenin olumlu olduğunu ancak, “Yasal güvencesinin Adalet Bakanlığı tarafından sağlanması gerçekleşene kadar direnişimiz devam edecektir” denildi. Açlık grevinde olan DTK Eşbaşkanı Leyla Güven ve HDP milletvekilleri Dersim Dağ, Tayip Temel ve Murat Sarısaç da yaptıkları açıklamayla, görüşmenin olumlu olduğunu ancak taleplerin karşılandığı anlamına gelmediğini, talepleri karşılanmaya kadar eylemlerini sürdüreceklerini açıkladı.
İKİNCİ GRUP ÖLÜM ORUCUNDA
Yapılan bu görüşme ve açıklamaların ardından 10 Mayıs’tan itibaren ölüm orucu eylemine ikinci bir 15 kişilik grup katıldı. Kandıra Cezaevi’nde Yaşar Cinbaş, Muhammed İnal, Diyadin Akdemir ve Engin Kahraman; Bolu F Tipi Cezaevi’nde İbrahim Doğan, Ahmet Emin Eren ve Mustafa Taştan; Patnos Cezaevi’nde Senar Efe, Burhan Şık, Faysal Atak ve Şafii Kayhan; Tekirdağ 1 No’lu Cezaevi’nde Reşat Özdil; Tekirdağ 2 No’lu Cezaevi’nde Zeki Bayhan ve Yılmaz Yıldız; Van Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde Sait Öztürk ölüm orucu eylemine dahil oldu.
ÖCALAN’IN ÇAĞRISIYLA SONLANDIRILDI
2 Mayıs’ta gerçekleştirilen görüşme ardından bu kez 22 Mayıs’ta İmralı Adası’nda Öcalan ile avukatları arasında ikinci bir görüşme gerçekleştirildi. Öcalan yapılan bu görüşmede açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine hitaben kendi el yazısıyla mektup kaleme aldı. Öcalan’ın mesajı şöyle:
"Değerli yoldaşlar,
Başta açlık grevi ve ölüm orucuna kendini yatırmış arkadaşlar olmak üzere iki avukatımın yapacağı geniş açıklamalar ışığında eyleminizin sona ermesini bekliyorum. Bana ilişkin maksadınızın hasıl olduğunu da rahatlıkla belirtip hepinize en derin sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Asıl bundan sonrasında da bana yeterli yoğunluk ve iradeyle eşlik etmenizi de özenle belirtiyor ve umuyorum.
Bitmeyen sevgi ve selamlarımla."
Öcalan’ın gönderdiği mektubun ardından 26 Mayıs’ta açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri sonlandırıldı. 5 Haziran’da ise İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde bulunan Abdullah Öcalan, Ömer Hayri Konar, Veysel Aktaş ve Hamili Yıldırım, aileleriyle bayram görüşü gerçekleştirdi. Ardından 12 Haziran ve 18 Haziran’da Öcalan ile avukatları arasında görüşmeler sağlandı. O günden bu yana avukatlara İmralı kapıları yine kapatıldı.
KÜRT MÜCADELESİNİN DÖNÜM NOKTASI
Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan insanlık dışı uygulamalar ve ölüm orucu eylemlerinin bire bir tanığı İrfan Babaoğlu, Türkiye ve Kürt özgürlük mücadelesi açısından dönüm noktası olan 12 Eylül darbesi ve 14 Temmuz ölüm orucu eyleminin yansımalarını anlattı. Babaoğlu, 12 Eylül darbesi üzerinden 39 yıl geçtiğini ve halen 12 Eylül tartışmalarının sürdüğünü belirterek, Türkiye ve Kürt özgürlük mücadelesi açısından dönüm noktası olduğunu söyledi. 12 Eylül hafızasını canlı tutmak gerektiğini ifade eden Babaoğlu, “12 Eylül’de yapılan anayasa, egemen güçler kendilerine göre değiştirdi. Ancak halklara ve Kürtlere yönelik baskılar katlanarak bugünlere geldi. Bu nedenle 12 Eylül döneminde bir çok olanaklarından yoksun olan devrimcilerin direnişi de gündeme getirmek gerekiyor. Diyarbakır Cezaevi, direnişin yeşerdiği bir yerdir, mücadelenin sınandığı, geliştiği bir yerdir. Özgürlük fikirlerinin çelikleştiği bir yerdir. Bu nedenle 14 Temmuz direnişi de tarihin en büyük direnişi olarak damgasını vurmuştur” dedi.
‘DEVRİMCİLER İHANETİ KABUL ETMEDİ’
Diyarbakır Cezaevi’nde teslimiyet kabul edilmediğini dile getiren Babaoğlu, “Mazlum Doğan’ın ‘Direniş zafere, teslimiyet ihanete’ sözü ile direniş formüle edildi. Her koşulda direnmek, karşı durmak önemli bir prensipti. 1981 yılında devlet büyük bir organize ile devrimcilerin üzerine geldi. Bunlar halkı temsil eden, özgürlük fikirleri taşıyan devrimcilerdi. Devlet bunu bildiğinden dolayı cezaevinde özel planlar geliştirdi. Bütün koğuşlarda tecrit politikaları uygulanıyordu. Herkes duvarlarla baş başa. Bununla yetinmeyerek, insanlara ihanet dayatılarak, özgürlük fikirlerini beyinlerden boşaltmak istiyorlardı. Bu politika işkence eşliğinde yürütülüyordu. Devrimciler bunu kabul etmedi” diye konuştu.
‘ESAT OKTAY’IN POLİTİKASI BOŞA ÇIKTI’
1982 Newroz’unda Mazlum Doğan’ın bedenini ateşe vermesi ardından 17 Mayıs’ta dörtlerin bedenini ateşe vermesinin 14 Temmuz yolunu açtığını ifade eden Babaoğlu, “14 Temmuz bir anlamıyla geciken bir eylemdi. Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir ve Ali Çiçek harekete geçilmesi için sürekli sabırsızlık içindeydi. 14 Temmuz günü geldi, ölüm orucu eyleminin başlatıldığı duyuruldu. Direniş başladı. İki ay içerisinde şehadetler ortaya çıktı. Bu eylemden sonra direniş fikri çok güçlü gelişmeye başladı. O günden sonra Esat Oktay’ın politikası boşa çıktı. Orada ihaneti hakim kılmak için gelen Esat Oktay, 14 Temmuz eyleminden sonra görevden alındı. 14 Temmuz eyleminden sonra Esat Oktay’ı göremedik” şeklinde anlattı.
‘14 TEMMUZ’UN BAŞARISI YAYILMAYA BAŞLADI’
14 Temmuz’da 6 kişinin ölüm orucu eylemi ardından bir yıl aradan sonra 1 Eylül 1983’te 200 kişinin katıldığı ölüm orucu eyleminin 5 Eylülü itibariyle 3 bin kişinin katıldığı ölüm orucu eylemine dönüştüğünü anımsatan Babaoğlu, şöyle devam etti: “Artık hiç kimse bize teslimiyet koşullarını dayatamaz’ denilerek, bir ayaklanma başladı. 14 Temmuz’un ilk somut göstergesi o oldu. Kenan Evren halen bütün ekibiyle birlikte iktidardaydı. 12 Eylül’ün kendini en başarılı gördüğü bir dönemde Diyarbakır Cezaevi’nde 12 Eylül boşa çıktı. 14 Temmuz’un başarısı bugünden sonra yayılmaya başladı.”
‘İLHAM KAYNAĞI DİYARBAKIR CEZAEVİ DİRENİŞİDİR’
14 Temmuz’un ruhunun günümüzde devam ettiğini vurgulayan Babaoğlu, şunları söyledi: “14 Temmuz’da direniş sadece bir kelime olarak biliniyordu. 14 Temmuz direnişinden sonra insanlar direniş ruhunu öğrendi. 14 Temmuz sadece bir devrimci grubun bir ihaneti, işkence ve baskıları kaldırmaya dönük bir eylem değildi. 14 Temmuz bu fedakar direnişi topluma da büyük bir öncülük yaptı. Toplum bir kimlik ve özgürlük arayışı içerisindeydi. Kürt halkının günümüze ulaşan direnişinin en büyük ilham kaynağı, Diyarbakır Cezaevi direnişidir.”
‘KÜRT HALKI 37 YILDIR TALEPLERİNDEN VAZGEÇMEDİ’
Kürt halkının 37 yıldır özgürlük taleplerinden vazgeçmediğini, ancak devletin Kürt halkına dönük politikalarının değişmediğini söyleyen Babaoğlu, “O dönemin az sayıdaki devrimcileri bugün milyonlarla ifade ediliyor. Bugün bu direniş bütün dünyaya yayılmış. Dünya Kürtleri konuşuyor. Bunun görülmesi gerekiyor. 40 yıldır geçmiş; devletin izlemediği bir politika, uygulamadığı bir yöntem kalmadı, şehirleri yakıp yıkmaya kadar ama bu halkın sorunlarının demokratik yöntemlerle çözümü denenmedi. 40 yıl sonra bile 12 Eylül koşulları halkın tepesinde bir tehdit gibi tutmaya devam ediyorlar” diye konuştu.
14 TEMMUZ DİRENİŞİNİN YANSIMASI
DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in İmralı tecridine karşı başlattığı açlık grevi eylemi ve ardından başlatılan ölüm orucu eylemlerinin 14 Temmuz direnişinin yansıması olduğunun altını çizen Babaoğlu, “Tecrit üstüne tecrit, şehirler yakılıp yıkılıyor, insanların demokratik hakları elinden alınıyor, tekçi yönetim gittikçe kurumsallaşıyor, bu ortamda bile 14 Temmuz büyük bir direnişe örneklik ediyor. 14 Temmuz öncesinde Kürt halkına uygulanan politikalar bugün bütün topluma yayılmış durumda. Sadece Kürtler değil, Türk halkı da benzer bir baskı altında. Bu nedenle 14 Temmuz’un öğreteceği çok şey var. Özellikle egemenlerin hiç bir baskının halkların özgürlük talepleri önünde duramayacağını öğrenmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.