Onur Hamzaoğlu: 2017 tadını çıkaramadığımız bir zaferdir 2017-12-24 09:08:40 DİYARBAKIR - Anayasal değişikliğinin onaylandığı, gösteri ve yürüyüşlerin yasaklı olduğu, OHAL koşulları ve bol KHK’li geçen 2017’yi değerlendiren HDK Eş Sözcüsü Onur Hamzaoğlu, her şeye rağmen “esasında tadını çıkaramadığımız bir zafer yılı” diye özetledi.    Geride bırakmaya gün saydığımız 2017’yi Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendiren Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Genel Sözcüsü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, her şeye rağmen muhalefetin yükseldiğini ve “tadı çıkarılmayan zafer” benzetmesi yaptı. Aynı zamanda asker kökenli bir hekim olan Hamzaoğlu, 2016 Temmuz’undan bugüne sonuçlarıyla konuşulmaya devam edilen asker kalkışmasını, DAİŞ’in katliamlarını, 16 Nisan Referandumu ve HDK’nin geleceğine dair önemli değerlendirmelerde bulundu.     2017’yi deviriyoruz. Geriye dönüp baktığınızda HDK açısından nasıl bir yıldı, artı ve eksileriyle özetler misiniz?     5 Haziran 2015’te HDP Amed mitingindeki patlama, 10 Ekim Ankara Gar patlaması, Gaziantep’teki patlama, yılbaşı gecesi Beşiktaş’taki patlama, en hafifiyle müsaade edilmiş göz yumulmuş faaliyetlerdir. Bunun altını çizerek başlamak gerekir. Çünkü bu topraklardaki bu çirkin gelenek hala sökülüp atılmış değil. Son dönemlerde iki olayı eşleştirdik. Hrant Dink’in öldürülmesi sonucu eli kanlı tetikçi, jandarma karakolunda fotoğraf vermişti. Aynı şeyi Ankara’da yaşadığımız (Hatun Tuğluk’un cenazesine yönelik saldırı), bir katliam yapma amacıyla bir araya gelen paramiliter güçler, Gölbaşı Karakolu’nda bu kez terfi ederek, terfilerini de hükümetteki bir kabine üyesinin, yani İçişleri Bakanı ile fotoğraf çekme şerefine nail edilmişlerdir.    Bu mekanizmanın ne anlama geldiğini iyi görmeliyiz. 2016 esasında büyük yüklerle 2017’ye taşındığını görmekteyiz. Kentlerdeki katliamlar, katliama dur deme pozisyonunda olanlar, bununla ilgili hesaplaşmaya girenler…    Yine 2016’yı paylaşmadan 2017’ye geçemediğimiz 15 Temmuz askeri kalkışmanın altını çizmemiz gerekir. 15 Temmuz asker kalkışması bahane edilip hızlıca bir anayasa darbesi gerçekleştirildi. Olağanüstü Hal ilanı sıradan bir durum değildir. Özellikle günümüze kadar 28 Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) ilk yedisi incelediğinde görülecektir ki o KHK’ler çıkmadan önce bir haftalık, on günlük ya da bir aylık süreçlerde hazırlanacak metinler değildir. Bu kalkışma sürecindeki şaibeler ile ilgili önemli ipuçlarından bir tanesidir. Bir diğeri ise, asker kalkışmasının kendi adlarına başarıya ulaşsalardı, bürokratlar, bakanlar kurulu üyeleri, başbakan ve cumhurbaşkanı kim olacaktı? Meselesinin bu kısmı hala açığa çıkartılmamış. Hala kalkışma darbeye dönüşseydi genelkurmay başkanları, kuvvet komutanlarının kim olacağı açığa kavuşturulmamıştır.     Bu konuyu daha öncede dile getirdiniz. Paralel bir hazırlıktan mı bahsediyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz. Biraz daha açık ifade eder misiniz?      15 Temmuz asker kalkışmasını bertaraf etmek için değil, engellemek için değil, aksine kendine bir karlılığa dönüştürmek için bir şekilde bir paralel hazırlık yapma olma olasılığı yüksek.   15 Temmuz asker kalkışması bertaraf etmek için değil, engellemek için değil, aksine kendine bir karlılığa dönüştürmek için bir şekilde bir paralel hazırlık yapma olma olasılığı yüksek. Neden bunu söylüyorum, ilk KHK’de devletin özünü, bakanlıklar yapısını, idare şeklini değiştiren çok ayrıntılı ifadeler var. Bizzat açıp okuduğum için söylüyorum.     Örneklendirir misiniz?   Milli Savunma Bakanlığı’nın teşkilatlanması, İçişleri Bakanlığı’nın teşkilat yapısı, Genelkurmay Başkanlığı’nın teşkilat yapısı, kuvvet komutanlarının durumu… Bunlar bir anda akla gelip yazılacak metinler değil. Çıkarılan KHK’lerin formatını bir haftada yazabilecek kimse yoktur. Bu düşünülüp tartışılmadan, olgunlaştırılıp hazırlanmadan bir metin haline gelemez. Çok somut olarak bunu söyleyebilirim. Bunun gibi pek çok örnekleri görmek mümkün. Aynı şekilde bir hafta 10 gün içinde dizilmiş 15 üniversite kapatıldı.    Üniversitelerin 14’ü bu hükümetin başbakanı şuan ki Cumhurbaşkanının altında imzası olan kanunlarla çıktı. Nasıl bir anda saplandı, nasıl karar verildi. Benzer şekilde derneklerden diğerlerine kadar pek çok başlığı söyleyebiliriz. Bütün bunlar öncesinde bir hazırlığı gerektiren faaliyetlerdir.     En önemli gelişmelerden biri de 16 Nisan Referandumuydu…     Nasıl ki Gezi İsyanı Türkiye siyasi tarihinde bir ilktir. Referandum sürecince kazanmış olduğumuz Hayır Meclisleri deneyimi de önemli bir deneyimdir. Muhalefet için gerçek bir zaferdir.   2016’nın bize devrettiği bir diğer şey de, Anayasa’nın değişiklik talebinin, AKP ve MHP’nin ortak talebi olarak gözükse de tabandan bakıldığında esasında Erdoğan ve Bahçeli’nin değişiklik talebi olarak görülebilir. Meclis’ten geçiremeyince referanduma götürmek zorunda kaldılar. Tümüyle OHAL koşulları olduğu için hukuksuz ve gayri meşru bir süreç. Türkiye muhalefeti tarafından, toplumsal muhalefeti bir yükseltme fırsatına dönüşmüştür. Referandum bu boyutuyla iyi değerlendirilmesi gerekir. Referandum süreci gayri meşrudur, hukuksuzdur. Ancak Türkiye’de muhalefet referandum sürecini toplumsal muhalefetin yükselme dönemine çevirmiştir. Özellikle 2017’e devreden referandum hazırlığı sürecinde ortaya çıkan Hayır Meclisleri, Türkiye’de gelecekte HDK olarak düşündüğümüz meclisler mozaiğinin önemli nüvelerinden bir tanesi, bir formatı olmuştur. Bu meclislerde emek ve işçi düşmanı olmayan, LGBT üyelerinin düşmanı olmayan, halklar, inanç sahiplerini ve kişileri bir araya gelmiştir. Ortak hedefleri de AKP-MHP ittifakına karşı halkların emeği, özgürlüğünü bu ülkeye nakşedebilmedir. Bundan ötürü anlamlıdır.    Hayır Meclisleri bugün hala birçok kentimizde günlük olgular üzerinden varlığını sürdürmektedir. Nasıl ki Gezi İsyanı Türkiye siyasi tarihinde bir ilktir… Bence referandum sürecince kazanmış olduğumuz Hayır Meclisleri deneyimi de önemli bir deneyimdir. Muhalefet için gerçek bir zaferdir. Her türlü baskı, zor, şiddet, hırsızlık ve yolsuzluk uygulamalarına karşın İstanbul ve Ankara’nın iktidara ‘ben hayır diyorum’, 31 büyükşehrin 17’sinin ‘ben sana hayır diyorum’ demesi, 48 ilin 45’inde eski oranının çok altına düşmesi… bunlar bir araya getirildiğinde eksikliklerimiz ile esasında tadını çıkaramadığımız bir zaferdir.     İktidar açısından…   İktidar için 16 Nisan bir kırılma tarihidir. Ancak muhalefetin okuyamadığı bu kırılmayı, iktidar görmüştür. Saray doğrudan doğruya kendi içinde tasfiyelere gitmiştir. Büyükşehir belediye başkanlarını hırsızlık ve yolsuzluk şaibeleri ile görevden almıştır. Muhalefete saldırılarını, şiddetinin boyutunu çok fazla boyutta arttırmıştır. Kırılmayı gördüğünde hükümette kalabilme adına bir önlemdir. Bu bizim zafiyetimizdir. Görememek ve gereğini yapamamak. 2019’da seçime hazırlanıyoruz nidalarının yükselmesi zafiyetin tam da göbeğindedir. Bu kırılma görülse ve toplumsal muhalefet örgütlenmeye devam etse, örneğin muhalefet partilerinden biri tarafından başlatılmış olan İstanbul yürüyüşü (CHP’nin yürüyüşü) tek kişinin yürüyüşü ve tek adam için yürüyüş olmasaydı… Kaldı ki toplumsal muhalefet o dönemde tek olmaktan çıkarmıştır. Ardından Temmuz’da ki Maltepe mitingi anayasa darbesinin hemen ardından yapılan mitingi ile karşılaştırdığımızda çok önemli bir deklarasyonun kamuoyuyla paylaşılmasını zorunlu kılmıştır. Muhalefetin atmış olduğu bu adımlar toplumsal muhalefetin önünü almak için yapılmıştır.     Bahsettiğiniz süreç nereye gidiyordu, sonraki tempo düşüklüğü neden kaynaklı?   Kendiliğinden yükseldi ve kontrolsüz. Yani herhangi bir partinin kontrolünde değil. Gezi gibi Türkiye’nin halklar muhalefetinin, emek muhalefetinin sahibi olabileceği bir mecraya kayıyordu. Böyle bir yükseliş ve böyle bir potansiyel vardı. Bunun genişlemesine müsaade edilmemiştir. Bastırılarak, yönlendiriliyor. Böyle bir aşamayı maalesef yaşadık.    Kim, kimler, nasıl bir yönlendirme ve bastırmadan bahsediyoruz?     Toplumsal muhalefet referandum sürecinde daha da yükselecekken tek adamlık yürüyüşleri ve mitingleri bunun önünü kesmiştir. Ve bunu zayıflatanlar, kendileri de sürece sahip çıkıp organize edememişlerdir. Dolayısıyla toplumsal muhalefet dağınık bir boyutta duruyor.   Toplumsal muhalefet referandum sürecinden daha da yükselecekken tek adamlık yürüyüşleri ve mitingleri tek partiye daraltmak bunun önünü kesmiştir. Ve bunu zayıflatanlar, kendileri de sürece sahip çıkıp organize edememişlerdir. Dolayısıyla toplumsal muhalefet dağınık bir boyutta duruyor. Bugün “herhangi bir partiye oy vermeyeceğim sandığa gitmeyeceğim” diyen seçmenin oranı şuan ki hükümet partisinden daha fazla boyuttadır. Bu ne demek? Sorunları bilenler çok, çözümü şuan ki Meclis’te bulunan partilerde görmeyen büyük bir seçmen grubu var. Esasında iktidarın yaptığı kararsızları kararlı hale getirmektir. Dolayısıyla siyasi aktörlerin bunu görmesi gerekir.     Süreci okuyamama meselesi… HDK olarak kendinize de pay çıkarıyor musunuz?    HDK olarak toplumsal alanın bir yapısıyız. Toplumsal yapı dediğimiz zaman toplumun büyün ögeleri hedef kitlemiz. Yani sorun yaşayanlar nerdeyse. Kentsel dönüşüm sorunu mu, derelerin işgal edilmesi sorunu mu, termik santral sorunu mu, maaş sorunu mu, grevin ertelenmesi sorunu mu, otoyolun, köprünün sorunu mu, şehir hastanelerini ranta peşkeş çekildiği sorunu mu… Evet, bu sorunlar nerede yaşanıyorsa HDK orada olmak zorunda. Oralara gittiğimizde sorunun nasıl değerlendirileceğinin örgütlenmesini kurarız ve çalışırız.    Bileşenlerimiz bu pozisyonu yeterince okuyabilseydi, muhalefetin örülme yerinin HDK; bunun dile getirilme yerinin Meclis olduğu ayrımları netleşir ve güçlerimizi, enerjimizi, kaynaklarımızı ona göre planlardık. Biz en azından HDK yapısı olarak bu planlamanın gerçekleşmesini sağlayamadık. Genel Kurulumuz (17 Aralık Pazar günü 8. Genel Kurul yapıldı) bu hataları gören toplumsal muhalefeti görme ve yapılandırma hedefiyle yeni bir döneme, başlangıç olacak.    Milletvekillerinin tutuklanması, belediyelere kayyum atanması gibi Kürt siyasetine yönelik uygulamalar ve bu uygulamaları destekleyen CHP’ye sıranın gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?   Konu CHP yönetiminin “Kürt sorununa değen yanar” konusudur. Bugünkü ortamda Kürt sorununun siyasi çözümünü talep etmek yakıcı bir talep olur. Çünkü iktidarın kendi varlığını koruyabilme açısından toplumu bölme adına bir araçtır. CHP bu meselede kendimi koruyabileyim derken kendini ateşe atmıştır.      Yıl içinde kişi olarak sizi en fazla etkileyen neydi?    Ahiri ömrümde ilk defa böyle bir kalabalığın önünde oldum. Amed halkı ne zaman, neye ihtiyaç olacağını, kendisinin ne yapması gerektiğini, kodlamış durumda. Karar verdiğinde hiç beklenmedik bir zamanda hayata geçiriyor. O günü unutmadım ve unutacağımı zannetmiyorum   16 Nisan gecesidir. O gece iyi bir gecedir. Onun dışında barış akademisyenlerin bütün zulümlere karşı dağılmamışlar, aksine birbirlerine kenetlenmişler. Halen imzalarının arkasındalar. Hepimize sürpriz olan 2017 Amed Newrozu. Ahiri ömrümde ilk defa böyle bir kalabalığın önünde oldum. Daha önce katılanların gözlemleriyle, 500 bini aşan bir kitle ile birlikteydik. Herkesin umudu kestiği bir dönemde katılımın olmaması için özel sektörde dahi yasaklar vardı. Tüm bunlara rağmen 2013’teki Sayın Abdullah Öcalan’ın kamuoyuna duyurusunun olduğu Newrozdan sonraki en kalabalık, en coşkulu Nevroz olduğunu unutmayalım. Amed halkı ne zaman neye ihtiyaç olacağını, kendisinin ne yapması gerektiğini, kendine kodlamış durumda. Karar verdiğinde hiç beklenmedik bir zamanda hayata geçiriyor. O günü unutmadım ve unutacağımı zannetmiyorum.    Yolsuzluk, rüşvet, Reza Zarrab davası… ne oluyor, nasıl bakıyorsunuz bu durumlara?   Öncelikle genele bakmamız lazım. Kapitalist, emperyalist sistem bugün ne aşamada, durumu nasıl? 2007’nin Ağustos ayında merkez kapitalist ülkelerden bir tanesi ABD’de görünür hale gelen kapitalizmin yapısal krizi… Daha kazanmadığın para ile 20 yıllığına borçlanma üzerine kurulmuş ve sanal, finans kapitale doğru kayak üretimi olmadan bir şekilde birbirlerine satış yapılan ve onun üzerinde para kazanılan bir hayatın çöküşüdür. Kapitalist sistemde ilk defa birbirinin rakibi olan ülkeler ortak karar alıp ortak bir bütçe kurdular. 12 trilyondan fazlası ortaya çıkan yapısal krizin çözümü için aktardılar ama nafile. Merkez kapitalist ülkelerde başlayan yapısal kriz, çevre ülkelere sirayet etti. Çevreye geçmesi ile merkezi kurtarma adına ithal edilme gündeme geldiyse de İMF 2017 Ekim raporuna göre, hala ekonomik rakamlar 2008 öncesine ulaşmış değildir. Sorun sürüyor. Kapitalizmdeki resesyon dönemi varlığını koruyor. İMF 2008 yılı sayılarına ulaşmalarının yolunu bağımlı kapitalist ülkelerde görüyor. Çevre ülkelerden merkez ülkelere kaynak aktarımının önünü daha da açmaktır.    Türkiye bu inşaat sektörü üzerinden uluslararası konsorsiyumlar, hazine garantisiyle köprü inşaatı, şehir hastaneleri, tüneller, AVM’ler yapıyor. Geçmediğin köprünün parasını uluslararası sermayeye aktarıyorsun. İMF’nin söylediği şey şu; bunları daha da fazla yapacaksınız. Yani uluslararasının hiyerarşik yapısında alta olan Türkiye’den kaynak daha fazla yukarılara gidecek. Yani yoksulumuz daha yoksul, zenginimiz daha zengin olacak. Bu hükümet devam ederse, bu düzen bu boyutuyla devam ederse kriz sürecek. Ekonomistler bu döngüsel krizin 2030 yılına kadar süreceğini söylüyorlar. Yani önümüzdeki dönemler gerçek anlamada iktidar ve sistemlerin değişebileceğine gebe bir dönemdir.     Zarrab davası gündemdeki yerini koruyor…   Bu büyük resesyon döneminde Türkiye’nin de içinde bulunduğu kapitalist emperyalist cenahta esasında hükümet değişiklikleri değil iktidar değişikliklerinin üretim araçlarında ki özel mülkiyetin değişikliğini toplumsala dönüştürmenin olanaklarının olduğunu söylemeye çalışıyorum. O bakımdan bir araya gelelim de şu seçimlere girelim, işte partilerle koalisyon hükümeti olsun, meselesi bizim sorunumuzu çözmez. Biz derken bu ülkenin kadınları, emekçileri, alın terini makinalara düşürülenleri kast ediyorum. Sorunun koşulu için koşullar var. Türkiye’ye gelince “domuz eti yemek günahtır” diyenler ancak bildiğiniz gibi Man adalarında ortaya çıktı. Bu ülkeye vergi vermekten pervasızca imtina edenlerdir. Diğer meseleler Birleşmiş Milletler ambargosu kırıldığı için ABD bu işin üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Had bildirmeye çalışmaktadır. Yoksa Zarrab davasının ABD’nin Türkiye’de o yolsuzluk yaptı, bu yolsuzluk yapmış gibi bir derdi yoktur.    Biliyorsunuz bizde bir iktidar, bir saray yönetimi var ki hep kandırılıyor. Kandırdı dediği herkesle uzun dönemde ilişkisi vardır. Kandırılma yok, herkesin bunu görmesi gerekir. Bu anlamda Zarrab davası ulusal bir mesele olmaktan çıkartılması önemlidir. En son CHP’ye ulaştırılmış olan belgeler gösteriyor ki Zarrab davası herhangi bir ülkeye karşı yapılmış bir mesele değil. ABD kendi prestijini korumaya çalışıyor. “Benim koyduğum yasağı delen olursa, ben de gereğini yaparım” diyor. Zarrab davası bu ülkede kokmuş bir sistemi ortaya çıkarıyor. Bakanlara, yüksek bürokrata ve de devletin başına nasıl rüşvetler verildiğini tartıştırıyor. Mesele budur. Ama Ortadoğu’ya baktığımızda pek çok kötü şey söylenebilir.     İyi şeyler de var…    21. yüzyılda kapitalizmin bu kadar insanlık karşıtı durumlar yaşanırken, Kuzey Suriye Demokratik Federasyonunda yaşananlardan umutlanmalıyız. Bu atmosfere, bu karabulutlara rağmen hala halkların umudu var.   Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nda 1 Aralık’ta seçimler yapıldı. Bu, şu demektir; 2010’dan sonra yürütülen süreçler artık işlevsel hale geldi. Ve 2018’de halk kongresinin meclis seçimleri yapılacak. Hepimizin bundan umutlanması gerekir. 21. yüzyılda kapitalizmin bu kadar insanlık karşıtı hayatlar yaşanırken, bu kadar olanaksızlıklar içinde küçük bir olanağı o coğrafyadaki halkların zaferine ulaştırmak ve başka bir dünya mümkün şiarını hayata geçirmenin çabasını en azından yola koymaları, bunu enternasyolist bir biçimde gerçekleştirmelerinden dolayı umutlanmalıyız. Umut, Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nda yaşananlarda. Bu atmosfere, bu karabulutlara rağmen hala halkların umudu var.    Türkiye’ye dönersek, olup bitenlere dair kamuoyunun düşüncesini yansıtan bir araştırma bilgisi elinizde var mı?    Yapılan kamuoyu araştırmalarında şunu görüyoruz; AKP’den ve onun yöneticisi Erdoğan’dan umudu kesenler pay olarak, kendi payının yüzde 50’sine yaklaşmış durumda. Bu kadar ciddi bir kopuş var. Ancak neyi tercih edeceği ile ilgili sorun var. Biliyorsunuz AKP 21. yüzyılın partisidir. Neo liberalizmin patisidir. Bu dönemin partisi, artık bu dönemde Türkiye halklarının sorunlarına çözüm üretemeyeceği, doğrudan doğruya ortaya konmuştur. Umutları kesmiştir. Bilinen sorunların çözümü için ne yapılacağını bilen bir iktidar perspektifine sahip olmamız gerekiyor.      Kişisel bir soruyla devam etmek istiyorum. Sosyalist kimliğinizi biliyorum. Aynı zamanda asker kökenli birisiniz. Kürt sorunu ve Kürt siyasetçilerle birlikte çalışmak… Biraz bu konulara değinir misiniz?   Ben asker ocağında büyüdüm. Ortaokuldan sonra hep yatılı okullarda okudum. Tıp fakültesini askeri okulda (Gata Askeri Hastanesi ) okudum. Türkiye’de ordu profesyonel değildi. Ordu bildiğimiz vatandaşın çocuklarından oluşuyordu. Köyden kasabadan gelen en yoksullar ailesine bakmak için astsubaylığa giderlerdi. Evlerine ekmek parası gönderirlerdi. Şehirde ise memur çocukları askeri okula oradan harp okuluna giderlerdi. Ben bir öğretmen çocuğum. Benden sonra iki kardeşim daha rahat olsunlar diye ben yatılı okula başladım. Kendi okumalarımla sosyalizmle tanıştım. Çelişkiler hal edilebilecekken sistemin kendi başına inat edipte ölsün o bebekler dediği, o kararlılık benim kanıma dokunduğu için sosyalizm bir perspektifi önce algılayıp sonra onun ne olduğunu öğrenenlerdenim. Yaşamım içinde görüp onun bilimsel temellerde neye dayandığını okuyarak öğrendim.    Kürt sorunu ile tanışmam Türk Tabipler Birliği sürecinde olmuştur. Sağlık alanına ilişkin bölgeye 90’larda birçok kez gelip gittim. Gözlemlerde bulunduk. Bazı sorunlar tespit ettik. Bu sorunlar buranın kaderiymiş gibi zorlama ile yaşadığını fark eden insan sorununun çözümü taraf oluyor. Sorunlar bu topraklarda yaşanan engellenebilir, her sorunun çözümünden yana taraf olduğum için bugün Kürt siyasetinin de içinde bulunduğu bir yapıda varım.    TSK’den atıldıktan sonra dönemin TKP’sinin son meclisi vardı. Orada aktif olarak çalıştım. 2011 yılında Dilovası olayı nedeniyle şiddetle saldırıya uğradığım süreçte mahkemeler, duruşmalar, cezalar itibariyle bir dönem öyle geçti. Sonra HDK var dediler, ne dersininiz dediklerinde tarihsel bir sorumluluk olarak değerlendirdim. Mücadele bizim yaşam tarzımız. Bir yerde mağdurluk varken asla bir iç huzurumuz olamaz.    Hekim olduğunuz için sormadan geçemeyeceğim. Hükümetin sağlık politikasını özetler misiniz?   Sağlıkta dönüşüm programı çökmüştür. 694 sayılı KHK ile 2011 yılında AKP Hükümeti değiştirdi, eski modele geri dönme zorunda kalmıştır, ama bu da çözüm olamayacaktır. Sağlık alanlarında sorunlar katbekat artmaktadır. Sağlık Bakanlığı doğrudan doğruya bebek ölümlerini gizlemektedir. TÜİK’in bin bebekten 12’si ölüyor, dediği yerden Sağlık Bakanlığı hayır 7’si ölüyor diyor. Ama ölüm kayıtları ortaya çıktığında bakanlığın yalan söylediğini görüyoruz. Bakanlık, bugün sağlıktaki hemen her şeyde yalan söylüyor. Kanıtları mevcut…   Yeni yıl mesajınızla bitirelim…   Tabii ki mesajım barıştır. Barış olmadan hiçbir adım olmaz.    MA / Sedat Yılmaz – Lezgin Akdeniz