Öcalan'a ilişkin ortak açıklama: Tecrit işkencedir, kaldırılsın 2020-02-17 15:16:37 İSTANBUL - Asrın Hukuk Bürosu ve insan hakları örgütleri PKK Lideri Abdullah Öcalan'a ilişkin  yaptıkları baskın toplantısında tecridin kaldırılması nokrasında duyarlılık çağrısı yaptı. Toplantıda, barışa giden yolun Öcalan’dan geçtiği belirtilerek "Barış süreçlerini inşa etmek gerekiyor ki demokrasiye gidelim" denildi.  Asrın Hukuk Bürosu avukatları müvekkilleri PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 7 Ağustos 2019 tarihinde gerçekleştirdikleri görüşme sonrası gelişmeleri değerlendirmek ve 15 Şubat devletlerarası komplonun yıl dönümü dolayısıyla basın toplantısı düzenledi. Toplantı, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği ile birlikte gerçekleştirildi. İstanbul Beyoğlu’ndaki bir otelde düzenlenen toplantıya HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, ÖHD Eş Genel Başkanı Ayşe Acinikli, Ezilenlerin Hukuk Bürosu (EHP) avukatlarından Gülhan Kaya ve Sezin Uçar da katıldı.    PKK Lideri Abdullah Öcalan ile yapılan son görüşmede yer alan avukat Rezan Sarıca basın toplantısına ilişkin açıklamada bulundu. Müvekkilleri Öcalan’ın 15 Şubat 1999 tarihinde Türkiye'ye getirilişinin de 22’nci yılına girildiğini belirten Sarıca, o tarihten bu yana inşa edilen ve sistematik bir şekilde yürütülenin İmralı tecrit sistemi olduğunu ifade etti. Öcalan’ın Kürt sorununun demokratik temelde onurlu bir barışa kavuşması için ortaya koyduğu yol haritaları ve barış çağrılarının hep çözümsüz ve hesapçı politikalarla boşa çıkarılmaya çalışıldığına dikkat çeken Sarıca, gelinen noktada Kürt sorununu çözmeyen Türkiye devletinin demokrasiyi unuttuğunu, halkların ekonomik ve toplumsal sorunlarla boğuşur hale geldiğini vurguladı. Yeni tip dünya savaşı ile de Ortadoğu'da kriz, kaos ve savaşlarla, halkların geleceğini çalmaya devam ettiğini dile getiren Sarıca, Öcalan'a yaklaşımın, Türkiye ve Ortadoğu'da yaşananlarla bağlantılı ve iç içe olduğunu ifade etti.   ‘ÖCALAN ÇÖZÜM GÜCÜNÜ ORTAYA KOYDU’   Kürtlerin Öcalan’ı siyasi irade olarak gördüğünü söyleyen Sarıca, “1993 yılından bu yana verdiği barış mücadelesi ve demokratik yaşam paradigması ile halkların kabul ettiği bir lider olmuştur. Böylesi bir anlamla Sayın Öcalan'a uygulanan yasakların son bulması, Anayasa ve yasalarda yer alan hakların uygulanması için 8 Kasım 2018 tarihinde Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Sayın Leyla Güven, süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladığını ilan etmişti” dedi. Açlık grevi sürecini ve sonrasında yaşanan gelişmelere değinen Sarıca, açlık grevi sırasında Öcalan ile yaptıkları görüşmeleri anlattı. Öcalan’ın görüşmede gönderdiği mektuba işaret eden Sarıca, “Derin bir toplumsal uzlaşıya ihtiyaç olduğunu, sorunların çözümünde her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç olduğunu Türkiye'nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebileceklerini ortaya koydular. İmralı'daki duruşun, 2013 Newroz bildirgesinde belirttikleri ifade tarzının daha da derinleştirilerek ve netleştirilerek sürdürme kararlılığında olduklarını, esas olanın onurlu bir barış ve demokratik siyaset olduğunu deklare ettiler” dedi.    ‘DEVLET AKLINA’ SORUMLULUĞU HATIRLATILDI   Yine görüşmede Öcalan’ın Kürt ve Türk halkının tarihsel birlikteliğinin "Anadolu ve Mezopotamya birlikteliği" tespiti yaptığını belirten Sarıca, “Bugünkü sorunların bu birlikteliği bozan anlayıştan kaynaklandığını ve de tarihsel hakikate zıt, riyakar bir tarih yaratıldığını ifade ediyordu. 'Ortadoğu'da yaşananlarla benim 21 yıldır burada tutulmam birbiri ile bağlantılıdır' diyordu. Demokratik Cumhuriyet, ortak vatan ile halkların birlikteliğine dayalı demokratik bir Ortadoğu. Ağustos ayında yaptığımız son görüşmede de Sayın Öcalan, 'Bir haftada çatışma ihtimalini ortadan kaldırabileceğine, kendine güvendiğine, devlet aklının da gereğini yapması' gerektiğine dair açıklamalarını kamuoyu ile paylaşmıştık” açıklamalarını hatırlattı.  Yapılan çağrıya ilişkin bir sonuç alınmadığını hatırlatan Sarıca, demokratik sivil, insan hakları kurumlarını, İmralı Tecridine karşı demokrasi ve insan hakları mücadelesini vermeye kamuoyunu da duyarlılığa davet etti.   ‘TECRİT İNSANLIĞA KARŞI BİR SUÇTUR’   Ardından söz alan TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı, cezaevlerinin geldiği duruma dikkat çekerek, cezaevlerinde uzun yıllardır uygulanan tecridin ne ilk ne de son olduğunu belirtti. “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında gerçekleşen 19 Aralık Katliamı’nı hatırlatan Fincancı, “Bütün bu süreçte cezaevleri tecrit ortamlarına dönüştürüldü. İnsanlar tecride konuldu. Abdullah Öcalan’ın da tecritte olması gibi. TİHV bir insan hakları örgütü olarak tecridin insanlığa karşı bir suç olduğunu her seferinde söylemiş ve uyarmıştır. Çünkü tecrit insanın doğal sağlık düzenini ortadan kaldıran bir takım kısıtlayıcı özellikler taşıyan bir ortamı zorunlu kılmaktadır. İsterdim ki bizim de verilerimiz somut olarak önümüzde olsun ve bunlarla ilgili çalışma yapabilelim. Ama hiçbir zaman bu veriler tam tutulmadığı için yapamıyoruz” dedi.   ‘MANDELA KURALLARINA GÖRE TECRİT YASAKLANMIŞ’   Danimarka’da tecridin insan yaşamı ve bedeni üzerindeki tespitleri için yapılan çalışmaya dikkat çeken Fincancı, “Biz bulunduğumuz yerde de tecridi yaşıyoruz. Verilere ulaşmakta sorun yaşıyoruz. Danimarka’da yapılan çalışma çok önemli bir çalışma. Doğrudan veriler üzerinde ve anlamlılık hesapları yapılarak çalışma yapılmış. Danimarka’da tecrit tabi ki üç gün ve dört yedi gün arasında yapılıyor. Aslında Mandela kurallarına göre tecrit yasaklanmış. Ama ona rağmen bir haftaya kadar tecrit uygulandığını böylece görmüş olduk. Bu kadar kısa süreli bir tecrit uygulanmasına rağmen kişilerin cezaevinden çıktıktan sonra önümüzdeki beş yıl içinde ölüm oranları cezaevinde hiç kalmayan insanlara oranla anlamlı oranda çok daha yüksek düzeye ulaşmış” ifadesinde bulundu.   ‘TECRİT İŞKENCE KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLMELİ’   “Özellikle tecrit koşulları kişilerin sağlık durumlarıyla ilgili tüm sistemler üzerinde baskılayıcı bir etki yaratıyor” diyen Fincancı, tecritte bulunan bir insanın dış ortamla karşılaştığında doğal savunma mekanizmaları bulunmadığı için çok daha hızlı bir şekilde ölüme doğru gittiğinin altını çizdi. Fincancı, “O anlamda biz hekimler olarak tecridin halk sağlığı sorunu olduğunu söylüyoruz. Tecridin işkence kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söyledik. Doğrudan işkence kapsamında değerlendirilmesi gerekiyor. Ve bir an önce kaldırılması gerekiyor. İnsanların doğal ortamlarda bulunması gerekiyor” çağrısı yaptı.   Ardından söz alan İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan da “Şu anda İmralı hapishanesinde tutulan Öcalan ve beraberindeki üç kişiye keyfi olarak avukatları ve aileleri ile görüştürülmemesinin kanuna aykırı olduğunu belirtmek istiyorum. Bir ülke öncelikle kendi kanunlarını uygulamak zorunda. Kişiye özel bir uygulama yapılamaz, altını çizmek gerekiyor. Çok rahatlıkla Öcalan ve diğer mahpusların aileleri ve avukatları ile görüşme hakları var. Adalet Bakanlığı’nın izin vermesi halinde heyetlerle görüşebilirler. Mektup, gazete, dergi alma hakları var. Bu keyfi uygulamaların bitmesi gerekiyor” dedi.   ‘BARIŞA GİDEN YOL ÖCALAN’DAN GEÇİYOR’   Açlık grevi sürecine de değinen Türkdoğan, tecridin devam etmesi durumunda oluşacak demokratik tepkilerin kendilerini kaygılandırdığını söyledi. Türkdoğan, “Bu sene 15 Ocak’ta Adalet Bakanlığı ile tekrar görüştük. Sadece hapishanelerde değil İmralı hapishanelerinde tecridin kaldırılması için talebimizi dile getirdik. İnsan hakları savunucuları olarak bizler yeni bir barış sürecine ihtiyaç olduğunu söylüyoruz. En kötü günlerde bile mutlaka barış taleplerinin dillendirilmesi gerektiğini söylüyoruz. Türkiye’nin yeniden bir barış sürecine ihtiyaç olduğunu, kötüleşen bir tablonun daha fazla kötüleşmemesi için tekrar tekrar söylemek istiyoruz. Barışa giden yolun Abdullah Öcalan’dan geçtiğini tekrar söylemek istiyoruz. Bütün dünya örneklerinde görülmüştür ki çalışmaların devam ettiği süreçlerde yeni barış süreçlerini inşa etmek gerekiyor ki demokrasiye gidelim. Özellikle Meclis’te bulunan grupların bu sorunla ilgilenmesi, bu ülkeye demokrasi gelecekse bunun yolunun yeni barış sürecinin örülmesinden geçtiğini söylüyoruz. Geçen yılın Mayıs-Haziran ayını düşündüğümüzde herkeste bir umudun yeşerdiğini görüyoruz. Dolayısıyla Abdullah Öcalan ve mahpusların yasal haklarını kullanması gerektiğini yeniden dile getiriyoruz” ifadelerinde bulundu   ‘71 YILDIR İNSAN HAKLARINDA İLERLEME YOK’   Türkiye’nin 71 yıldır Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’ne imza attığını, ancak insan hakları noktasında bir ilerleme olmadığını belirten ÖHD Eş Genel Başkanı Ayşe Acinikli ise “Biz ÖHD olarak hapishanelerde açlık grevi sürecini yakından takip ettik. Tecrit insanlık suçudur. İmralı’da uygulanan tecrit politikasının sonlanması gerekiyor. Kimseden tolerans, ayrıcalık beklemiyoruz. Hukuka saygı duyulsun. Bütün kamuoyuna duyarlılık çağrısı yapıyoruz” dedi.     ‘ÖCALAN İLE BÜTÜNLEŞMİŞ BİR KÜRT SORUNU VAR’   Ardından söz alan DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, Türkiye’nin en önemli sorununu tartışmak için toplandıklarını belirterek Öcalan ile bütünleşmiş bir Kürt sorunu olduğunun altını çizdi. Kürt sorununun Türkiye’nin en önemli meselesi olduğuna vurgu yapan Güven, şöyle konuştu: “Bu sorun çözülmeden ne açlıktan, ne şiddetten ne de başka sorunlardan söz edebiliyoruz. Çünkü ana kaynak budur. Bu sorun maalesef hala yetkililerin izni olmadan haber yapmayan ana akım medyanın gündeminde değil. İki gün önce 15 Şubat komplosunun yıl dönümüydü. Kürtler için bir kara gündür. Uluslararası komploda yer alan egemenlerin yaklaşımını yeniden kınıyoruz. Bunun aslında Türkiye’ye karşı da geliştirilen bir komplo olduğunu belirtiyoruz. Çünkü egemenler ‘Biz onu size veriyoruz ama siz gardiyanlığını yapın’ diyerek Türkiye’ye teslim etti. Türkiye bundan cesaret alarak İmralı Adası’nı tahsis etti. Şimdi Türkiye birçok anlamda bu konuda egemenlere minnet borcu taşıyor. Dolayısıyla onların söylediği çizginin dışına çıkamıyor.”   ‘TECRİT BİR AN ÖNCE KALKMALI’   Sadece İmralı’da değil, bütün cezaevlerinde bir alarm durumu yaşandığını ifade eden Güven, “Şu anda içeride tutsaklar bu hukuksuzluklara karşı direniyor. Biz de kurumlar araçlığı ile onların sesi olmaya çalışıyoruz. Dünyada ve Ortadoğu’da 3’üncü Dünya Savaşı olarak nitelendirilen bir süreç yaşıyoruz. Kimse içinde bulunduğu sistemi kabul etmiyor. Medeniyetin doğuşu olan Ortadoğu’daki her yerde bir değişim kendisini dayatıyor. Bu değişimi isteyen halklar ayakta. Peki yerine koyacak olan sistem nedir? Sayın Öcalan burada en önemli ve kritik kişidir. Rojava’da yapılan bir kadın devrimi var. Kadınlar, halklar ortak bir yaşam kurmuş ve orada beraber yaşıyorlar. Bunu hedef alan, bunu yok etmeye çalışan bir zihniyet var. Biz de diyoruz Sayın Öcalan’a tecrit uygulamak tam da bunun içindir. Dolayısıyla bu tecridin bir an önce kalkması gerekiyor” dedi.    ‘BARIŞ İÇİN ÖCALAN ÖZGÜR OLMALI’    Öcalan üzerindeki uygulanan mutlak tecride değinen, bu nedenle 2018 yılında açlık grevi eylemi başlattığını hatırlatan Güven, “Bu süreçte 9 arkadaşımız yaşamına son verdi. ‘Bizi yokluktan var eden bir liderdir’ dediler. Onun için gencecik bedenlerini bu uğurda feda ettiler. Bizim siyaseten de sorumluluklarımız var. Şu anda tecridin kalkması kuşkusuz önemlidir. Açlık grevi eylemi sırasında gelip bizi ziyaret eden değerli insanlar vardı. Bize ‘Açlık grevini bırakın siz ölmeyin biz tecridin kaldırılması için başka yöntemlerle mücadele ederek kaldırırız’ dediler. Biz bugün onlara sesleniyoruz; gelin tecridi birlikte kaldıralım. Tecrit hala devam ediyor. Sayın Öcalan özgür olmalı. Ortadoğu’nun barışı için, ahlaki, politik bir toplum için Sayın Öcalan özgür olmalıdır. Kimse tecrit konusunda kendisini yanıltmasın. Bütün toplum tecrit altında. Dolayısıyla tecrit kaldırılırsa bütün toplum rahat bir nefes alacak” dedi.    Konuşmaların ardından gazetecilerin sorularına geçildi.  Adalet Bakanlığı ile yaptığı görüşmelerde tecridin kaldırılmasına dönük taleplerinin nasıl karşılandığı sorusunu yanıtlayan Türkdoğan, yetkililerin tecridin kaldırılması için bir şey söylemediklerini, çünkü ortada bir hukuksuzluk olduğunu bildiklerini ancak tecridin kaldırılması için bir şey yapmadıklarının altını çizdi.   ‘DAHA ÖNCE YASAK VARKEN GÖRÜŞMELER YAPILDI’   Öcalan’a verilen disiplin cezasının hukuki boyutunu soran gazeteciye cevap veren Rezan Sarıca ise şöyle konuştu: “Her üç ayda bir disiplin cezası veriliyor. Biter bitmez yeni bir karar alınıyor. Bu durum bir buçuk yılı bulmuş durumda. Bu disiplin cezalarına iki yönlü bakmak lazım. Bahsettiğimiz İmralı tecrit sisteminde nasıl uygulamalar olduğunu yansıtıyor. Hukuk tamamen idarenin veya siyasi iktidarın keyfiyetine veya araçsallaştırılmasına bağlı. Herhangi bir gerekçe ve meşru bir şey olmamasına rağmen hukuksuzluk ortaya konulabiliyor. Veya sadece heyetlerin görüşmelerin olduğu dönemlerde hukuku bir baskı aracı haline dönüştürme söz konusu. Ancak disiplin cezalarının olduğu dönemlerde yapılan görüşmeler de var. Önceki görüşmeler de yasakların olduğu süreçlerde yapıldı. Hukukun ne zaman uygulanacağını veya nasıl uygulanacağını görüyoruz.”