Kemal Can: CHP’nin tezkereye ‘evet’ demesi sorunlu bir savunma 2019-10-15 09:54:54 ANKARA- CHP’nin Suriye ve Irak tezkerelerine “evet” demesinin sorunlu bir savunma pozisyonu olduğunu belirten gazeteci Kemal Can, “Defalarca böyle davranmanın bir işe yaramadığı ve böyle davransa bile suçlamalardan kurtulamadığı görülmüş olmasına rağmen bu tavrı ısrarla sürdürüyor” dedi. Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük başlattığı savaşın iç siyasete etkisini siyaset bilimci ve gazeteci Kemal Can, Mezopotamya Ajansı'na (MA) değerlendirdi.     Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye başlattığı saldırıların iç siyasete yansımaları nasıl olur?   Türkiye’de dış politika sorunları ve özellikle Suriye meselesi uzunca bir süredir iç politikanın önemli bir parçası haline geldi. Bu alandaki her gelişme doğrudan iç siyasete yansıyor, bazen de iç siyasetin gereklerine göre biçimleniyor. Türkiye’nin başlattığı operasyon da daha başlamadan siyasi alanda etki yaratmaya başladı. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bir gereklilik olarak işaret ettiği muhalefetin parçalanması hedefi konusunda önemli sonuçlar görüldü. Siyasetin önemli gündem başlığı olan pek çok sorun konuşulmaz hale getirilebildi. İktidarın bir süredir kaybetmiş olduğu gündem belirleme avantajını yeniden ele aldığını izliyoruz. Epey uzun bir süredir iyice daralmış olan siyasi alan biraz daha sığlaşacak, baskı ve iktidara destek mecburiyeti konusundaki zorlamalar artacak gibi görünüyor. Fakat bir süredir bu tür siyaset çok hızlı görünür hale geliyor, hızlı sonuçlar veriyor ama çok kalıcı olamıyor. Bir anlamda hızlı parlıyor ama çabuk sönümleniyor.    Suriye’ye giriş kararı AKP’nin geleceğini nasıl etkiler?    2015 yılından itibaren çeşitli defalar siyasetin olağanüstü hal ile kontrol edilmesinin örnekleri ile karşılaştık. İktidar yarattığı olağanüstülük rejimi ile siyaseti ve kendi geleceğini kontrol etmeye çalıştı. “Allah’ın lütfu” olarak nitelenen 15 Temmuz darbe girişiminden sonra en çarpıcı çabaya tanık olduk. Fakat bu tür gelişmeler, olağanüstü hal yaratmak AKP iktidarının geleceğini değiştirmeye yetmiyor, sadece yaşadığı sorunları biraz daha ileriye itmeye yarıyor. Dolayısıyla, kalıcı bir konsolidasyon veya güç artışı görmüyoruz, sadece güç kaybını ve sıkışmışlığını biraz daha yavaşlatabiliyor. Darbenin bir buçuk yıl sonrasında gerçekleşen, üstelikte ittifakla girilen referandumu kaybetmenin eşiğine geldi. Sonraki seçimlerde ve son olarak yerel seçimde de önemli bir güç ve oy kaybı yaşadı. Bu tür hamleler kısa dönemli etkiler yaratıyor ve genel seçmen tablosunu çok dramatik biçimde etkilemiyor aslında. Şimdilik muhalefeti çatlatabildiği ve bir kısmını kendine tabi kılabildiği için geçici bir avantaj yaratmış gibi görünüyor ama sürecin uzaması veya olumsuz gelişmeler tabloyu hızla tersine çevirebilir.   HDP dışındaki partiler Suriye ve Irak tezkerelerine “evet” dedi. Özellikle CHP’nin “içimiz yana yana evet diyeceğiz” açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?   CHP dokunulmazlıkların kaldırılması ve daha önceki teskerelerde de benzer bir tutum almıştı. Kılıçdaroğlu yuhalandığı Yenikapı mitingine katılmış, dokunulmazlıkların kaldırılması sırasında “Anayasa’ya aykırı ama evet” demişti.  Bu tavır, iktidarın saldırılarına hedef olmamak için CHP’nin çok sık müracaat ettiği sorunlu bir savunma pozisyonu. Defalarca böyle davranmanın bir işe yaramadığı ve böyle davransa bile suçlamalar ve saldırılardan kurtulamadığı görülmüş olmasına rağmen bu tavrı ısrarla sürdürüyor. Büyük ölçüde gevşemiş olsa da, kısmen devam eden taban etkisi ve medya yönlendirmesinin de bunda önemli payı var. CHP üzerinde etkili olan medyanın önemli bir kısmı daha ulusalcı çevrelerin etkisinde. Bu çevreler güçlerinin üzerinde bir etki yaratıyor. Diğer taraftan taşra teşkilatları gündelik sokak siyasetinde zorlanmamak için genel merkezi bu tavra biraz zorluyor. Ayrıca CHP’nin millet ittifakını devam ettirme konusunda da iktidarın İyi Parti’ye operasyonları nedeniyle daha fazla zorlanmaya başladığı da anlaşılıyor. Bütün bunlar bu tutarsız ve sonuçsuz tavra gerekçe olarak öne sürülüyor. Zaten sadece bu tavır açısından değil operasyon öncesinde de CHP’nin “Şam’la görüşün” talebi dışında ciddi bir Suriye politikası alternatifi oluşturduğunu söyleyemeyiz.      Bu tür hamleler kısa dönemli etkiler yaratıyor ve genel seçmen tablosunu çok dramatik biçimde etkilemiyor aslında. Şimdilik muhalefeti çatlatabildiği ve bir kısmını kendine tabi kılabildiği için geçici bir avantaj yaratmış gibi görünüyor ama sürecin uzaması veya olumsuz gelişmeler tabloyu hızla tersine çevirebilir.      CHP’nin bu tutumunun özellikle 23 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tabandaki ittifakı nasıl etkiler?    Cumhurbaşkanı’nın açıkça söylediği gibi iktidar, muhalefeti parçalama konusunda kapsamlı bir çaba içinde. Bu operasyonun İYİ Parti içinde de ciddi uzantıları var. CHP’nin hem millet ittifakını sürdürmek hem de daha geniş bir demokrasi muhalefeti yaratmak konusunda zorlandığı da ortada. Elbette Suriye’deki harekat bu konuda muhalefet cephesini daha da zorlayacaktır. Özellikle kayyım hamlesi sırasında önemli bir kırgınlık yaşayan Kürt seçmenin, bu süreçten de memnuniyetsiz olacağı açık. Ancak anladığım kadarıyla CHP, iktidarın saldırılarına hedef olmamak ve millet ittifakının devamını daha öncelikli bir mesele olarak ele alıyor.    Türkiye’nin dış siyasette Kuzey ve Doğu Suriye özelinde Kürtlerin olduğu dünya kamuoyuna yansıyor; iç siyasette ise HDP’ye dönük baskılar arttı…    HDP çok uzun bir süredir siyaseten yoğun bir abluka altında. 2018 genel seçimi ve 2019 yerel seçiminde iktidar bütün kampanyasını HDP’yi tecrit etmeye, muhalefet bloğunu HDP üzerinden çatlatmaya göre biçimlendirdi. Bu sıkışmış alanda HDP seçmeni yine de yüksek bir siyasi etki yaratmayı başarabildi. Özellikle yerel seçimlerde iktidara kaybettiren ana aktör haline geldi. Seçimden sonra da, kayyım hamlesiyle zirveye ulaşan çok daha yoğun bir kuşatma ile karşı karşıya. Yeni fezlekeler ve soruşturmalarla yargı baskısı da artırılıyor. Medyada da sadece görmezden gelme değil, doğrudan hedef göstermeye maruz kalan HDP’nin sesini duyurması iyice zorlaştı. Ancak böylesi zorlu bir süreçte barış iddiasını ve Türkiye siyasetinde etkili olma gayretini devam ettirmekle ilgili ağır sorumluğu da devam ediyor. Barış talebi her zaman ve her coğrafyada daha yüksek cesaret ve bedel gerektirmiştir. Barış gücün değil ısrarlı ve ilkeli bir inadın ürünüdür.    Suriye’ye girmeden önce gündemde eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın yeni parti çalışmaları tartışılıyordu. Şimdi bu gündem geri planda kaldı. Bu cenahta durum nedir?   AKP içinden çıkan parti girişimlerinin, siyasi gündeme ilişkin fazlasıyla duyarlı oldukları anlaşılıyor. Son derece yavaş ve temkinli ilerlemeye çalışmalarından da anlaşılacağı üzere, sertleşen bir gündemin içinde hedef haline getirilerek çıkışlarının riske girmesini istemiyorlar. Bu nedenle mevcut gündemin bu cenahta bir yavaşlama yaratması mümkün. Özellikle daha çok AKP’yi merkeze alan bir çizgi niyetindeki Davutoğlu’nun iktidarla bu konuda daha uyumlu bir görüntü çizmesi olası. Babacan ekibinin hızını ise bu operasyonun uluslararası düzeyde ve özellikle sermaye çevrelerinde yaratacağı reaksiyonlar belirleyecektir. Türkiye’nin dünyada yalnızlaşması, özellikle ABD ve AB ile ilişkilerin yeni çerçevesi siyasetin yönünü de etkileyecek. Operasyonun izleyeceği seyir, alanda yaşananlar ve diplomatik arka plandaki gelişmeler bazı süreçleri hızlandırabilir. Ancak ilk görünen tablo, AKP kaynaklı yeni parti girişimlerinin bir süre geri durarak süreci izlemek isteyecekleri şeklinde. Bunun ne kadar süreceği operasyonun seyri ve sonuçlarının belirginleşmesiyle ilgili olacak.    Tecrübelerinize dayanarak “ana akım” medyanın bugünkü tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?    Sadece bu olayda değil uzunca bir süredir ana akım –artık ne kadar ana akım denirse- medyanın durumu içler acısı. Pek çok meselede açıkça taraf, taraf olmakla kalmayıp hedef gösteren tetikçi rolüne soyunan bir medya ile karşı karşıyayız. İnsanların –taraflı olsa bile- haber alma hakkı tamamen önemsiz bir ayrıntıya dönüşmüş görünüyor. Olay yerinden bilgi aktarması beklenen gazeteciler, hamasetle örülü gösterilerin oyuncularına dönüştü.  Medyanın anlattıklarından olup biteni anlamak mümkün olmadığı gibi, kurgulanmış, üretilmiş, bozulmuş, deforme edilmiş bilgiler içinden çıkılmaz kirlilik yaratıyor. Sadece taraflı yorumları ayıklamak yetmiyor, kirlenmiş bilgileri de temizlemek gerekiyor. Uzun bir süredir ve hemen her meselede karşılaştığımız bu tablo, askeri harekat gibi bir olayda çok daha dikkat çekici oluyor.    MA / Diren Yurtsever