Ölüm orucundaki Ardıl Çeşme: Su ve inançla besleniyoruz 2019-05-16 09:03:26 İSTANBUL - Aynı cezaevinde tutuklu gazeteci Meltem Oktay’ın sorularını yanıtlayan ölüm orucundaki Ardıl Çeşme, sadece su ve inançla beslendiklerini dile getirdi. Çeşme, “Direnmek, seni yok edenlerden izin alınarak olmaz; onlara rağmen dimdik durmayı bilerek olur" dedi. PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi 190’uncu gününe girdi. Cezaevlerinde 16 Aralık 2018’de başlayan ve yayılarak büyüyen açlık grevleri ise 152’nci gününde devam ederken, tutuklular eylemlerini 30 Nisan’da ölüm orucuyla farklı bir boyuta taşıdı. Ölüm orucuna giren isimlerden biri de 25 yıldır cezaevinde olan Ardıl Çeşme. Şu an Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nde bulunan Çeşme, kendisiyle aynı cezaevinde kalan gazeteci Meltem Oktay’ın sorularını yanıtladı. Oktay, Çeşme için “İlk röportaj sözünü bana vermiş olsa da cezaevinin imkansızlıklarından dolayı geç kalmış bulunuyorum” dedi ve şöyle devam etti: “Sorularımı sorduğum gün, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’ydü. Anlamı güzel olan bu bayramın tutsaklığımla olan tezatlığına birlikte güldük. Ardıl ölüm orucunun 4’üncü gününde oldukça moralli ve güçlüydü.”    Ardıl Çeşme, tutuklu gazeteci Meltem Oktay’ın sorularına şu yanıtları verdi:    Öncelikle seni tanımayanlar için biraz kendini tanıtabilir misin?   1973 yılında Amed’in (Diyarbakır) Lice ilçesinde doğdum. 1975’te Lice depreminden sonra Amed’e taşınmışız. Yaşamı, Amed’in zıtlıkları, uzlaşıları, yasakları, direnişleri, zenginlikleri ve yoksulluklarında öğrendim. 80 Darbesi’nde okula başlamıştım. Dolayısıyla çocukluğum bu sürecin gerçekliğinde şekillendi. Öğrenmeyi öğrendik. Böyle bir Amed zindanını bilmemek imkansızdı. 1986’da dışarıda başlayan açlık grevlerini gördüm. Direnen anneleri, kardeşleri gördüm. Amed’in siyasi ikliminde partiyi ne zaman tanıdım bilmiyorum. Sanki hep vardı. Ama ben 1993’te katıldım. 1994’te tutuklandım. İdam ile yargılanıp, müebbet ceza aldım. Sanırım bizlerden daha fazla zindanda kalmış kadın, tarihte yoktur. Tarihe hem tanıklık yapıyor hem de tarihe yön veriyoruz.   Neredeyse yarım yıldır açlık grevi içerisinde olan bir halkın çocukları var ve bu grevler ülkeler arası, hatta kıtalar arası yayıldı. Talepler noktasında adım atılmayınca süreç farklı bir noktaya evirildi. Ölüm orucuna başladınız. Bu yeni süreçte taleplerinizi açık ve net olarak bir kez daha söyleye bilir misiniz?   İmralı tecridi yıkılmalı. O tecrit yıkılınca bu ülkeye barış gelecek. Herkese rağmen onların yaşam hakkı için ölüm orucuna girdik. Talebimiz nettir; İmralı tecridi kaldırılacak.   Kasım 2018’den beri grev sürüyor. Grevi başlatırken Leyla hevalin belirttiği gibi, ölüm orucunun talepleri de aynıdır. Mutlak hale gelmiş, uluslararası güçlerin ortak sürdürdüğü İmralı tecridi, herhangi bir tecrit değil, Sayın Öcalan’ın geliştirdiği Demokratik Ulus, Demokratik Konfederal modelin başta Rojava ve Ortadoğu’da olmak üzere bu modelin yaşam bulmasını istemiyor, NATO ve uzantı devletleri. Çünkü bu sistem Rojava’da yaşam buldu. Onların bütün saldırılarına rağmen yaşam buldu ve yayıldı. Burada halklar savaştırılamaz. Savaşsız bir yerde sömürü ve baskı olmaz. İşte bu sistem, kapitalistlerin devletli yapıların varlığına izin vermez. Sorun budur. Tecrit sürekli kılınarak Rojava sistemi Türkiye üzerinden yok ettirilmeye çalışılıyor. Biz tecrit kaldırılsın derken, halkların özgürce mutluluk içinde, dilenci mülteci edilmeden, tacize uğramadan, çocukların oynadığı patileri kesilmeden, zehirlenmeden her hayvanın yaşadığı, nükleer santrallerle doğanın zehirlenmeden her canlının can hakkı için yaşaması gerektiğine inanırız. Bu yüzden tecridi yıktığımızda bu sistem üzerinde durmuş olacağız. Devletin Kürtlere dönük inkar, imha politikası için Türkiye halkını düşürdükleri hal içler acısıdır. Savaşa yatırılan paranın bir günlük bütçesiyle bir şehrin karnı doyar. Bunun için İmralı tecridi yıkılmalı. O tecrit yıkılınca bu ülkeye barış gelecek. Herkese rağmen onların yaşam hakkı için ölüm orucuna girdik. Talebimiz nettir; İmralı tecridi kaldırılacak.    21’inci yüzyıldayız ve insanlar ölüm orucunda; hala kör, sağır, dilsiz insanlar var, ben içinizde kalan bir gazeteci olarak ne kadar kararlı ve ciddi olduğunuzu görebiliyorum. Bu kör, sağır ve dilsiz çevrelere kararlılığınızı belirtmek, onları harekete geçirmek için ne söyleyebilirsiniz?   21’inci yüzyılda insanlık kara deliğin görüntüsü yayınlayabiliyorken, biz bir halkın kendi topraklarından inkarına karşı ‘Biz varız’ diyen bir halk olarak Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için ölüm orucuna giriyoruz. Buna duyarsız olanlar bilmediklerinden değil, kimse kendini yanıltmasın. Biliyorlar ve susuyorlar. Çünkü farkında olarak Kürtlere uygulanan katliam türlerini cinayetin ortağıdırlar. Susanlar bunlardır. Susturanlarda bunlardır. Sizce Kürtlük gerçeğini bin yıllara dayanan varlığını kabul etmeyenler kara deliklerin sırrına erebilirler mi? Bugün bu görüntü yayınlandığında bilin ki artık bu gerçeği saklayamadıkları ve kabul etmek zorunda oldukları içindir. Bizim çağrımız dünyayı bütün güzellikleriyle ortaklaşa yaşamak isteyenleredir.   Ölüm orucu derken adı üstünde bunun çok ciddi sonuçları olabilir. En son 1982’lerde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşandı. O dönemin zulmünü tarihten çok iyi biliyoruz. Bu saatten sonra bir an evvel yapılması gereken nedir?   İnsanlığın çıldırmaktan alıkoymak ve yaşamla buluşturmak için, yaşamın anlamını göstermek için bu eylemdeyiz. Çünkü Kürtsüz bir dünya hafızasız bir dünyaya döner. Ve belleksizliğe hayır diyoruz. Başaracağız.   Bu eylem ölümle sonuçlanabilir. Biz bunun bilinciyle başladık. Çok zorlu bir süreç, etkisi yoğun olacaktır. Mesele bu değil, mesele insanlığın toplumsal vicdanı, bilincin uyanmasıdır. Her şeye susan, toplum olmaktan uzaklaşmış, insan olma yetisi yitirmiş anlamına gelir. Dünyanın neresinde olursak olalım, bugün bu eyleme sesiyle, eylemleriyle destek olmayanlar yalnızlıklarında çıldırmakla yüz yüze kalmış demektir. İnsanlığın çıldırmaktan alıkoymak ve yaşamla buluşturmak için, yaşamın anlamını göstermek için bu eylemdeyiz. Çünkü Kürtsüz bir dünya hafızasız bir dünyaya döner. Ve belleksizliğe hayır diyoruz. Başaracağız. Bunu ben de başaracağım diyeni birlikte gülmeye söz verenler bizimle buluşabilir ve zamanı da onlara bırakıyoruz. Zira onlar gelirse biz ölmeyeceğiz fiziksel olarak ama gelmediklerinde öleceğiz. Sadece su ile besleniyoruz ve inançla. Biliyorum gelecekler.   25 yıldır cezaevindesiniz. Önünde çok ciddi bir süreç var, 25 yıldır en büyük özlemini ve hayalini sormak istiyorum, nedir?   25 yıldır zindandayım şaka gibi ama gerçek. Şimdi bir eylemdeyiz. 2 sonuç var; 5 yıl sonra ceza bitiyor. O gün burada olacak mıyım hiç bilmiyorum. Yıllardır bu yolu beraber yürüdüğüm her yoldaş ile aynı hayalin peşinden koşan ülkemin çocuklarından biriyim. Ülkemizde özgürce, bizimle yaşamak isteyen herkesle, Önderlikle yaşamak, halkımızın onuruyla yaşadığını görmek, mezarlıkla hapishane arasında mekik dokumadan mutlu olduklarını görmek istiyorum.    Grevle birlikte cezaevinin uygulamalarından, koşullarından da bahsedebilir misin?   Zindanda koşullar ağırlaşıyor. Cezaevlerindeki personel AKP-MHP’nin üyeleri ve sürekli provokasyon yaratmakla uğraşıyorlar. Elleri açık ölmemiz için dua ediyorlar. Ölmemiz için elleri açık olanlar, öldürmek için durmazlar. Yani dışarıdan farklı değil, aynıdır. Bizi ilgilendiren bizim ne yaptığımızdır. Biz direnerek yaşadık ve yaşıyoruz da. Direnmek sana saldıran ve seni yok edenlerden izin alınarak olmaz. Onlara rağmen dimdik durmayı bilerek olur. Cesur olun ki onların konumlarını görebilesiniz. Düştüklerini görmek için cesur olmak gerekiyor. Direnmek için cesaret.   Son olarak ne söylemek istersiniz?   1981 yılında Babby Sonds ve yoldaşları egemenlerin tüm cephanesiyle o ihtişamlı kudretleri bir araya gelse de ezilmeyi reddetmiş bir adamın, kadının karşısına çıkaracak bir şey bulamadıklarından, 1982 yılında Kemal, Hayri, Ali ve Akif’ler her insanın üyesi olduğu halka, topluma hatta tüm insanlığa borçlu olduğunu, bu borcu ödeyebilmek için de yaşamı uğrunda ölecek kadar sevmeleri gerektiğini söylediler. Biz de diyoruz ki, direnecek gücümüz varken, direnin ki başarabilesiniz.