Günay: 2 Mayıs görüşmesi 3 mevsim direnişin sonucudur 2019-05-16 09:01:38 DİYARBAKIR - Öcalan’ın avukatlarından milletvekili Ebru Günay, tecridin yasal dayanağının kalmadığını belirterek, 8 yıl aradan sonra 2 Mayıs’ta gerçekleştirilen avukat görüşmesi “3 mevsimdir devam eden direnişin bir kazanımıdır” dedi.   Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven’in 8 Kasım 2018’de İmralı tecridine karşı başlattığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi ardından cezaevlerinde 16 Aralık 2018 itibariyle başlatılan açlık grevi eylemleri 1 Mart itibariyle bütün cezaevlerinde yayıldı. Kamuoyunun ve devletin sessizliği üzerine 30 Nisan itibariyle eylemler ölüm orucuna dönüştü. Geçen 6 aylık süre zarfından 12 Ocak’ta kardeşi Mehmet Öcalan İmralı Adası’na giderek ağabeyi Öcalan’la görüşme gerçekleştirdi. Ölüm orucu eyleminin başlaması ardından bu kez 8 yıldır görüşmeleri engellenen avukatlar, 2 Mayıs’ta İmralı Adası’na giderek müvekkilleriyle görüşme gerçekleştirdi.    Yasaklamanın başladığı 27 Temmuz 2011 tarihinden 2013-2015 yılları arasında devlet ile Öcalan arasında yürütülen diyalog sürecinde sayısız görüşmeler gerçekleşti. Bu süreçte avukatlarının İmralı’ya gidişlerine “OHAL” ve "5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun gereğince hükümlüler hakkında getirilen kısıtlamalar" gerekçe gösterilerek izin verilmiyordu. 20 Temmuz 2016 itibariyle Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında avukatlara 4 kez, 6’şar aylık yasaklama getirilmişti. Son olarak Bursa 1’inci İnfaz Hakimliği 13 Mart tarihinde aldığı 2019/1299 esas, 2019/1300 sayılı kararıyla “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun Gereğince Hükümlüler Hakkında Getirilen Kısıtlamalar” içeren 5275 sayılı Kanun’un 59’uncu maddesi kapsamında avukatların Öcalan ve diğer 3 isimle görüşmelerini 6 ay süreyle yasaklamıştı. Bu karar üzerine avukatlar, 20 Mart’ta Bursa 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’ne itirazda bulundu.    BAŞVURULAR CEVAPSIZ KALIYOR   İtirazı değerlendiren mahkeme, 17 Nisan’da Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’nın verdiği mütalaa doğrultusunda 13 Mart tarihli karar yönelik itirazın kabulüne karar verdi. Savcılığın mütalaasını dikkat alan mahkeme, 5275 sayılı madde dayanak gösterilerek “disiplin suçu” gerekçesiyle avukatların müvekkilleriyle görüştürülmemesi kararını kaldırdı. 2 Mayıs’ta avukatlar İmralı Adası’na görüşme gerçekleştirdi. Görüşme sonrasında yasaklama kararının kaldırılmasına rağmen aile ve avukatların yaptığı görüşme başvurularına bu kez yanıt verilmeyerek tecrit uygulaması sürdürülüyor. Öcalan’ın avukatlarından Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mardin Milletvekili Ebru Günay, 8 yıldır uygulanan yasaklama kararı ve bu yasaklamanın OHAL döneminde yasal kılıfa büründürülmesi, 2 Mayıs’ta gerçekleştirilen görüşme ve Öcalan’ın mesajına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.    YASAL GEREKÇE SUNULMADI   Avukat görüş yasağının başladığı 27 Temmuz 2011 tarihinden 20 Temmuz 2016 yılına kadar hiçbir somut gerekçe gösterilmediğini hatırlatan Günay, 20 Temmuz 2016’da Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilmesiyle birlikte Bursa İnfaz Hakimliği tarafından alınan kararla birlikte ilk kez yasaklamaya dair karar alındığını söyledi. 20 Temmuz 2016 tarihinde alınan kararın İmralı Adası’ndaki yasaklamalar açısından “Milat” değerlendirmesinde bulunan Günay, bununla birlikte 4 kez ayrı ayrı 6’şar aylık yasaklama sürecinin başladığını hatırlattı.   20 Temmuz 2016 yılına kadar avukat ve aile görüş yasağıyla ilgili hukuki dayanak olmadığını ifade eden Günay, “‘Hava muhalefeti’ ve ‘Koster bozuk’ gerekçeleriyle politik saikleri olan engelleme hali vardı. AKP hükümeti hukuku kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı için, bunun hukuki kılıfını uydurarak işi kendince yasallaştırmakla meşrulaştırdığını bir algı yaratıyor. Ancak yasallaştırmış olması tecridi meşrulaştırmıyor” dedi.   ‘İMRALI SİSTEMİ KENDİNİ TEKLİK ÜZERİNE İNŞA EDER’   Öcalan ile devlet arasında yürütülen diyalog sürecinde de “Koster bozuk” ve “Hava muhalefeti” gerekçeleriyle görüşme başvurularının reddedilmesini, “İmralı Adası’nın ayrı bir yönetim biçimi var” diye değerlendiren Günay, “Bir kriz yönetim biçimi var. İmralı tecrit sistemi kendisini tümden teklik üzerine inşa eder. Aile gittiğinde avukatlar gidemedi, avukatlar gittiğinde aile gidemedi. HDP’nin İmralı Heyeti’nin yaptığı görüşmeler sırasında da avukatlar gidemedi. Adanın dış dünyasını tek kanal üzerinden kurmayla ilgili bir durum. Tek olanı kontrol etmek, tek olanı hızlıca kesmek, engellemek daha kolay olduğu için, adadaki sesi dışarı çıkaran kanalı teklik üzerinden tutuyor. Bu tamamen İmralı tecrit sisteminin teklik üzerinden inşa edilmesiyle ilgili bir durum” diye konuştu.   ‘2016’DA TÜRKİYE İMRALILAŞTI’   İmralı Adası’nda uygulanan hukuk sisteminin Türkiye hukuk sistemine etkisine de dikkat çeken Günay, “İmralı tecrit sistemi negatif olarak bir hukuk kuran bir alan. Bir yasal düzenleme yapıldığında, iktidar tecrit uygulanan alan üzerinden bir hesap yapıyor. 2016’ya kadar yasaklama süreci sürekli ‘Hava muhalefeti’ gibi gerekçeler gösterildi. 2016’daki özgünlük mahkeme kararından geliyor. Hukuk kuruculuk kendini orada da gösteriyor. OHAL’in uygulandığı ilk yer İmralı Adası oldu. Oradan hukuk kurarak, bütün Türkiye’ye yayıldı. ‘Türkiye İmralılaştı’ tespiti buradan geliyor. Negatif anlamda hukukun uygulandığı ve bunun zaman içerisinde bütün ülkeye yayıldığını gördük” ifadelerini kullandı.   ‘ARTIK MAHKEME KARARI YOK’   “Yasal” olarak gösterilen engelin kaldırılmasının ardından 2 Mayıs’ta İmralı Adası’nda gerçekleştirilen avukat görüşmesinin ardından engellin kalmadığını ifade eden Günay, şöyle devam etti: “Artık mahkeme kararı yok. Bugüne kadar sudan bahaneler ve gerekçeler kalmadı. Bundan sonra yapılan başvuruları görmezden gelerek yürütülen bir hal başladı. Tecridin ana mantıklarından biri, yok saymaktır, görmezden gelmektir. Savcılık makamının yazılı başvuruya olumlu ya da olumsuz cevap verme zorunluluğu varken, buna bile ihtiyaç duyulmuyor. Günün sonunda başvurumuz reddedilmiş anlamına geliyor.”   ‘ENGELLEMENİN YASAL DAYANAĞI KALMADI’   Engellemenin yasal dayanağının kalmadığını vurgulayan Günay, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yasaların bu kadar güvence altına aldığı bir talep için insanlar bedenlerini ölüme yatırdı. 30 mahpus bugün ölüm orucunda. Dakikaların çok büyük önem arz ettiği bir yerde bu sorunu görmezden gelmek, bu soruna dair söz söylememek, Kürt sorununa yaklaşımla ilintili bir durum. Bir lideri tecrit ettiğinizde, görüşlerini, ideolojik ve felsefik hattını daha önemlisi ona destek veren toplumsal yapının tamamını yok sayarsınız. Bir haliyle onları da tecrit edersiniz. Hükümetin yaptığı tamda budur. Tecridin bir başka halini beyaz tülbentli anneler için uyguluyor. Cezaevlerinde aylardır direnen açlık grevi eylemcileri için uygulanıyor. Bir direniş alanı yokmuş gibi davranan bir hükümet var. Bu tecrit mantığıdır.”    ‘GÖRÜŞME 3 MEVSİM DİRENİŞİN SONUCUDUR’   2 Mayıs’ta yapılan görüşmenin açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerinin sonucu olduğunu dile getiren Günay, devamla şunları ifade etti: “İmralı Adası’ndaki kazanımlar birilerinin lütfu, birilerinin ihsanı değil. İmralı Adası’ndaki bütün kazanımlar direnişin kazanımıdır. Bu görüşme açlık grevi ve ölüm orucu direnişinin bir sonucudur. Görüşme 3 mevsim devam eden direnişin bir kazanımıdır. İmralı Adası’nda asıl kazandıran, İmralı tecrit sistemini asıl gerileten ve çatlaklar oluşturan direniştir. 20 yıllık deneyimimizde bunu çok açık ve net gördük. Sayın Öcalan 2009 yılında ‘Ben nefes alamıyorum’ dediğinde, sokağa çıkan Kürtler o pencerenin açılmasına neden oldular. Adaya ilk getirildiğinde adanın etrafında oluşturulan direniş hanesi Uluslararası Komplo’yu boşa çıkarttı. İmralı Adası’nda direniş kazandı. Kürt halkı dışarıda, Sayın Öcalan içeride direniyor.”   ‘ÖCALAN KENDİ ROL VE MİSYONUNU TANIMLADI’   Öcalan’ın yapılan görüşmede gönderdiği mesajı da değerlendiren Günay, şunları söyledi: “Kendi rol ve misyonunu tanımladı. Tüm olumsuzluklara ve saldırılara rağmen barışçıl hattını koruyor. Bu coğrafyada bir çözüm gelişecekse, bu Sayın Öcalan ile mümkün. Newroz Deklarasyonu başlayıp Dolmabahçe Mutabakatı’na kadar giden ve dünya kamuoyunun konuştuğu bir süreç var. Bir taraf Dolmabahçe Mutabakatı’ndaki görüntüyü tümden inkar ederken, bir diğer taraf tüm saldırılara rağmen, tecridin bu kadar derinleştirilmesine rağmen açık yüreklilikle, 2013 Newroz Deklarasyonu hattında olduğunu belirtiyor. Bu çok önemli bir nokta. Bu barışı savunmakla ve Sayın Öcalan’ın kendine biçtiği misyonlar ilgili bir durum. Türk ve Kürt halkı arasında barış köprüsünün temel aktörüdür. En iyi barış savunuculuğunu yapan en iyi savaşçılardır. Sayın Öcalan eşsiz bir savaşçı, kapitalist sistemi, egemenlerin, iktidarların ezberini bozan, temel ayaklarını çürüten bir savaşçı.”    ‘KAZANIMLARIN TOPYEKÜN ETKİSİ OLACAKTIR’   Öcalan’ın, mesajında yer alan “Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz” ifadelerinin önemine işaret eden Günay, değerlendirmelerini şöyle tamamladı: “Savaşın kendisi bir haliyle ölüm ve yıkım, kendini kaybetme halidir. Aslında bir akıl yitimi halidir. Toplumsal yıkımının yarattığı sonuçlar vardır. Bu coğrafyanın bu dinamiklere ihtiyacı var. Bu coğrafyada savaşla kazanmayacağınız çok açık. 2013 Newroz Deklarasyonu hattı bu toplumun kabul ettiği bir durum. Sadece Sayın Öcalan’ın kendisine biçtiği bir misyon değil, aynı zamanda toplumun Sayın Öcalan’a biçtiği bir misyonla ilgilidir. Eylemlerin İmralı tecridin kırılmasındaki ısrarın ana mantığı bununla ilgilidir; tecrit sistemi kırıldığı andan itibaren barışın mimarı daha aktif rol almaya başlayacaktır. Bu coğrafyada aslında özlemini duyduğu barışçıl hamleler başlayacaktır. Türkiye daha demokratikleşme sürecine, Ortadoğu içinde topyekün barışçıl bir süreç başlayacaktır. Direnişin kendisi nasıl topyekün ise kazanımlarında topyekün etkisi olacaktır.”    MA / Özgür Paksoy