Coşkun: Çatışma süreci ciddi bir maliyet çıkardı 2018-11-16 09:08:02 İSTANBUL – “Çözüm sürecinde” Akil İnsanlar Grubu içinde yer alan Doç. Dr. Vahap Coşkun, Kürt sorununda yeniden dönülen “güvenlikçi politikaların” sonucuna dikkat çekerek, “Bu çatışma dönemi maalesef Türkiye’ye hem insani hem siyasi hem de demokratik açıdan ciddi bir maliyet çıkardı. Böylesine sosyalleşen bir problemin salt güvenlik tedbirlerine başvurarak çözmenin imkanı yok” dedi.  PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından 2013’te başlatılan “Demokratik Çözüm Süreci” AKP Genel Başkanı Tayip Erdoğan’ın 11 Ağustos 2015’te yaptığı “Bundan sonra çözüm süreci buzdolabına kaldırılmıştır” sözleri ile bitirildi. Sürecin bitmesinin ardından AKP, Kürt sorununda “güvenlikçi” politikalara geri döndü. Bu politika sonucunda bölgede şiddetlenen çatışmalar, derinleşerek devam ediyor. Kürt Sorununun “güvenlikçi” politikalar ile sona ermeyeceğini belirten “Demokratik Çözüm Süreci” döneminde oluşturulan Akil İnsanlar Grubu içinde yer alan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun, sorunun çözümü için anayasal değişikliğin olması gerektiğine dikkat çekti.    Kürt sorununun Türkiye’nin demokratik standartlarının geride kalmasına sebebiyet verdiğini hatırlatan Coşkun, bu sorunun aynı zamanda Türkiye’yi ekonomik olarak da zorladığını ifade etti. Bu sorunun varlığı nedeniyle Türkiye’nin uzun yıllardır atması gereken demokratik adımları atmadığını ve yapması gereken siyasi ve hukuki alan genişletmelerini gerçekleştirmediğinin altını çizen Coşkun, “Bu sorunun özellikle 1980’li yıllarda sonra ciddi manada bir çatışmaya dönüşmesi sonucu Türkiye’yi ciddi manada zorladı” diye belirtti.    ‘YENİ BİR ANAYASAYA İHTİYAÇ VAR’   Kürt meselesinin doğmasına sebebiyet veren iki önemli unsurun olduğunun altını çizen Coşkun, sözlerine şöyle devam etti: “Bunlardan biri milliyetçilik diğeri ise katı laik uygulamalarıdır. Bunlar Türkiye’de Kürt meselesinin oluşmasına sebebiyet verdi. Belirli bir kimlik üzerine oturmuş bir devlet inşası, o toplumda yaşayan farklı kimliklerin bastırılmasına sebebiyet verdi. Bu bastırılan kimliklerden bir tanesi de Kürt kimliğiydi. Kürt meselesi de bu anlamda bugüne kadar geldi. 1982 anayasası bu tekçi felsefeyi yansıtan bir anayasa zaten. Devleti kutsayan, birey karşısında devleti korumayı ön plana alan, bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak ve geliştirmekten ziyade devletin alanını muhafaza etmeye çalışan bir anayasa. Dolayısıyla bu anayasanın varlığı Kürt meselesinin hem çözümü önünde bir engel oluşturdu hem de bu meseleyi daha katmerli bir hale getirdi. O nedenle Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Özellikle Kürt meselesinin çözümü bağlamında da Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var.”    ‘MEVCUT ARIZALAR GİDERİLMELİ’   Kürt sorununun çözümü için ilk önce anayasal değişikliğinin yapılması gerektiğine işaret eden Coşkun, 16 Nisan 2017’de referandum ile yapılan anayasal değişikliğe dikkat çekerek, “Burada asıl problem bence Türkiye’nin demokratik standartlarını daha da yükseltmeyi amaçlayan bir anayasa değişikliği olmaktan ziyade daha daraltan bir anayasa değişikliği yapmasıdır. 3 temel hükümet sistemi var. Başkanlık sistemi, parlamenter sistemler ve yarı başkanlık sistemi. Bu sistemlerin hepsi demokrasiyle uzlaşabilir. Bu sistemlerin hepsi içerisinde demokratik sistemler, yapılar oluşturulabilir. Ancak benim bu anayasa değişikliğine yönelik en önemli eleştirim her ne kadar hükümet sistemi değiştirmişse, parlamenter rejimi başkanlık rejimine geçmişse bile bu başkanlık rejimi veya başkanlık benzeri rejimi daha demokratik kılacak olan bir takım koruma mekanizmaları, bir takım kontrol ve denetim mekanizmaları içermemiş olmasıdır. Parlamentonun etkinliğinin giderek daha da azaltılmış olmasıdır. O nedenle yeni bir anayasa tartışması yapılacaksa eğer bu anayasa tartışması ve şuanda da izlerini görmüş olduğumuz bu arızaların giderilmesi yönünde çalışmalara odaklanmak gerekir” diye konuştu.    ‘TÜRKİYE’Yİ TEK MERKEZDEN YÖNETMEK ZOR’   Türkiye’nin çok etnik bir yapıya sahip olmasından kaynaklı anayasanın hangi temellere dayandırılması gerektiğine vurgu yapan Coşkun, şunları dile getirdi: “Burada çok temel problemler var. Bunlardan bir tanesi Türkiye’nin vatandaşlık anlayışıdır. 66. Maddede ifadesini bulan vatandaşlık anlayışı Türkiye’nin ve çok kültürlü yapısının yansıtan bir vatandaşlık anlayışı değil. Dolayısıyla bizim yeni bir demokratik vatandaşlık anlayışını ve bir anayasal vatandaşlık anlayışına ihtiyacımız var. Eğer bir anayasa değişikliği yapılacaksa en önde konuşulması gerekenlerden bir tanesi budur.” Türkiye’nin tek bir merkezden yönetilemeyeceğinin kabul edilmesi gerektiğini ifade eden Coşkun, sözlerini şöyle sürdürdü: “Buda önemli bir problem. Anayasanın düzenlemesi gereken unsurlardan bir tanesi de budur. Diğer taraftan hak ve hürriyetlerin ciddi manada koruma altına alacak olan koruma mekanizmaları anayasada geliştirmemiz gerekir. Bu bağlamda özellikle üzerinde konuşulması gereken Kürt meselesi bağlamında da üzerinde durmamız gereken konulardan bir tanesidir. Örneğin anadilin statüsü ne olacak? Yani anadilin başta eğitimde olmak üzere resmi işlerde de kullanabileceği yönelik garantilerin, anayasada yer alması hem Türkiye’nin demokratik standartlarını daha da yükseltecektir hem de Kürt meselesinin çözümü noktasında bizi daha avantajlı bir konuma getirecektir.”   'GEÇMİŞİN MUHASEBESİ YAPILMALI'   “Demokratik Çözüm Süreci” döneminde Kürt Sorunu’nun çözümü için ciddi bir yol alındığını da sözlerine ekleyen Coşkun, şöyle konuştu: “En önemli mesafe toplumsal kabul görmesiydi. Yani toplumun çok geniş bir kesiminde bu sorunun silahla değil siyasetle çözüleceği yönünde bir algının oluşması ve bu algının giderek yerleşmesiydi. Maalesef o fırsatı iyi bir şekilde değerlendiremedik.” Sürecin sona ermesiyle çatışmalı dönemin derinleşerek devam ettiğini de anımsatan Coşkun, şunları söyledi: “Bu çatışma dönemi maalesef Türkiye’ye hem insani hem siyasi hem de demokratik açıdan ciddi bir maliyet çıkardı. Bunun giderilmesi, tekrardan bir demokratik ve siyasal bir çözümü konuşabilir bir ortamın yaratılması gerekiyor. Kesin olan bir nokta var. Böylesine sosyalleşen bir problemin salt güvenlik tedbirlerine başvurarak çözmenin imkanı yok. Güvenlik tedbirleriyle, askeri politikalarla belli bir noktaya kadar ilerleye bilirsiniz. Ama sorunun çözülebilir bir noktaya gelebilmesi hiç kaçınılmaz olarak bir politik süreci politik diyalogu gerektiriyor. Bu anlamda başta siyasi aktörler olmak üzere toplumsal aktörlerin hepsinin yapacağı çeşitli işler var. Bu dönemde 3 noktaya dikkat çekilmesi gerekiyor. Bunlardan bir tanesi geçmişin muhasebesinin yapılmasıdır. Yani biz çözüm sürecinde nerede hata yaptık. Hangi yanlışları gerçekleştirdik. İkincisi yeni bir çözüm mimarisi oluşturmak. Yani olası bir çözüm süreci olduğunda bu çözüm süreci hangi temeller üzerinden işleyecek, aktörler neler yapacak, hangi mekanizmaları kullanacak. Üçüncü olarak da bu demokratik çözümün toplumsal savunucusunu gerçekleştirmek. Bu sorunun eninde sonunda siyaset uğruna çözüleceği konusunda topluma mesaj vermek.”   MA / Sadiye Eser – Necla Demir