Cezaevinden 8 Mart mesajı: Özgürlük zihinlerde başlar 2025-03-06 09:03:59 İSTANBUL - Tutsak gazeteci Necla Demir, Bakırköy Cezaevi'ndeki kadınların 8 Mart mesajlarını kaleme aldı. Birçok tutsağın duygu ve düşüncelerine yer verilen mektupda, "Nerede olursak olalım fark etmez; özgürlük zihinlerde başlar" diye belirtildi.  İstanbul Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi'nde tutsak bulunan gazeteci Necla Demir, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla avukatı aracılığıyla bir mektup gönderdi. Necla Demir, mektubunda birlikte kaldığı kadınların duygu, düşünce ve görüşlerini de kaleme aldı. Aynı cezaevinde tutsak bulunan Eylem Babayiğit de 8 Mart mesajını gönderdi.    Necla Demir'in gönderdiği mektup şöyle: “Ülke genelinde kadınlar olarak, ‘Özgürlük’ teması ve ‘Kadın kırımına isyan ediyor, özgürlüğe yürüyoruz’ şiarıyla bu seneki 8 Mart’ı karşılamaya hazırlanıyoruz. Bende tutsak bir gazeteci olarak Bakırköy Cezaevi’nde özgür ruhlu kadınlarla birlikte 8 Mart coşkusuna tanıklık etmeye hazırlanıyorum. Tüm direngenlikleri ve yaratıcılıklarıyla önemli siyasal gelişmelerin gölgesinde o ruhu çoktan örgütlemeye başlayan buradan doğru kadınlar, hiç olmadığı kadar heyecanlı. O heyecanı ise günler öncesinde planladıkları skeçler, korolar, oyunlar ve renkli gösterilerle 8 Mart sahnesine yansıtmak için oldukça hevesliler. Yıllardır sahada, alanlarda o günü karşılamış ve takip etmiş biri olarak orada bir farkın olmadığını şimdiden söyleyebilirim. Aksine eldeki kısıtlı imkanlarla, yaratıcı duyguların kendisini, daha çok görünür kıldığı bir gerçek. Hem kadınların dokunup da güzelleştiremediği bir yer, bir mekan var mı siz söyleyin? Kadın tarihinin öne çıktığı, duygu ve düşüncelerin yazıldığı, resim ve bulmacaların süslediği ‘mor tablo’ daha şimdiden dolduruldu.    Gruplara ayrılan ve çalışmalarını ‘gizli’ yapmaya çalışan kadınlara orada yaptığım baskınları saymazsak, ser verip sır vermedikleri bir gerçek. Sızma girişimlerimi, ağızlarından laf alma isteğini bir yana bırakırsak; üstüne beni de dahil ettikleri koro ve radyo tiyatrosunda nasıl bir performans sergileyip sergileyemeyeceğim ise tam bir muamma. İşin heyecanı da tam burada devreye giriyor sanırım. 8 Mart’ı ekranlara nasıl daha iyi yansıtabiliriz, nasıl renkli kareler çizebiliriz, o isyan ruhunu nasıl izleyenlere daha iyi aktarabilirizin yanına birebir içerisine dahil olup deneyimlemek de eklendi. Yazıya girişmeden önce ‘buradan doğru kadınların 8 Mart talepleri neler olacak? O gün alanlara çıkacak olan kadınlarla ortaklaştırmak istedikleri ses, söz ne üzerine olsun?’ diye sorduğumda teker teker dönüşler almak, dimağlarından süzülenlere tanıklık etmek bir o  kadar heyecanlandırdı beni. Sanki mesleğe yeni başlamışçasına bir heyecan.   ÖZGÜRLÜK ZİHİNLERDE BAŞLAR    Bu senenin teması ‘özgürlük’ derken buna paralel olarak  müebbet hapis cezası alan ve çok uzun zamandır cezaevinde bulunan Aşir’e sözü veriyoruz. Aşir: ‘İçeriden bakan biri için hayli meşakkatli bir kavram özgürlük. Bir süredir paradoksal olarak soruyorum, hangimiz daha özgürüz? İçerideki mi dışarıdaki mi? Hangimizin zihinleri daha özgür düşünebiliyor? Hangimizin dudakları daha özgür konuşuyor? 2004 tahliyeleri sürecinde dışarıya çıkacak olan arkadaşlardan şöyle bir talebim olmuştu. O dönem müebbetlikler dışında birçok arkadaş tahliye oldu. 2005’in 8 Mart’ında ‘Bluğ çağında girdik, menopozda çıkmak istemiyoruz’ diye pankart açılmasını istemiştim. Zamanına göre cesur bir söylemdi. Bu öylesine kurulmuş bir cümle değildi. İçinde çoklu tanımlamalar, talepler barındırıyordu. İçeride yaşanmış ve yaşanacak hayatların; geride kalan ve kalacak yılların çarpıcılığına dair derin bir vurguydu. Yine düşünen, direnen, savaşan kadınların faşist sistem tarafından nasıl bir zalimlikle hapsedildiğine işaret ediyordu. Daha da önemlisi dışarıdaki kadına, ‘ben varım, buradayım, beni unutma’ diyordu. Sahi hangimiz daha özgürüz şimdi? Dışarıda kadınlar daha beter bir hapishane yaşıyor. İster zindanda olalım, ister dağlarda, şehirlerde, ovalarda fark etmez; özgürlük zihinlerde başlar. Hayata, insana, geleceğe dair tasarımlarımız pratikleştikçe, hakça bir dünya inşa edebiliriz. Tam da böylesi bir çağda yeni bir dünyayı inşa etmek biz kadınlara düşmüyor mu sizce de? Bugün tüm coğrafyalarda hakim olan kadın kırımının karşısına koyduğumuz, örgütlediğimiz isyan ve direniş değil midir, bizi bu kadar korkulur kılan? Sayısız talebin yanı sıra direnişin de yükseltileceği 8 Mart alanlarına doğru ince bir meltem esintisi de Bakırköy zindanından eklenecek, kadınların sloganlarıyla birleşecek kim bilir? Bu bir selamlama ya da temenni olur mu bilmem ama uygarlıklar ve devletler tarafından çalınan kadınların tarihi yazılıyor; ayak sesleri ve zılgıtları kulaklarımızda çınlıyor. Can feda mücadele eden kadınlara selam olsun, kızıl saçlarıyla yolumuza ışık olan Sara’ya selam olsun, ‘Meltem’in bu içten selamı üzerime kalmasın değil mi? Şimdiden 'tüm selamlar baş göz üstüne’ der dediğinizi duyar gibiyim...’   ÖZGÜRLÜĞÜN SESİ GÜR ÇIKIYOR   Özgürlük sesinin bu denli gür çıkmasının ayrı bir önemi de var elbette. Bu senenin direniş ruhunda öne çıkan haklı bir talep, haklı bir gerçeklik... Bir halkın özgürlüğü, bir kadının, bir tutsağın özgürlüğü, doğanın özgürlüğü... Bu kadar kirletilmişken yaşam; yaşamaya ve özgür kalabilmeye duyulan ihtiyaç hiç olmadığı kadar elzem. Tam da burada ‘Yaşamak istiyoruz’ diyen kadınların o gür sesine ses veriyor. Daye Emine: ‘Yeter artık kadınlar katledilmesin. Rojinlerde tüm kadınlarda yaşasın. Narinler ve Sıla bebekler de yaşasın. Kadınlar fabrikalarda yanmasın, kadının adı yaşam olsun.’ Daye Emine’nin talebi de bir o kadar yakıcı bir talep. Ucuz işgücü olarak yıllardır emekleri yok sayılan, yollarda yaşamını yitiren mevsimlik tarım işçisi kadınlar, sigortasız çalıştırılan ev emekçisi kadınlar, sendikalı oldukları için işsiz bırakılan, fabrikalarda en önde direnen kadınlar en çokta sizin 8 Mart’ınız direnişle birlikte kutlu olsun...   ROJAVA'DAN ROJHİLAT'A DİRENEN KADINLARA   En büyük selamda Rewşan’dan geliyor, Rojava ve Rojhilat’ta direnen kadınlara: ‘Rindexan’dan Jîna Emînî’ye uzanan direnişin erkekliği öldürmekle sonuçlandığı ve ‘Jin Jiyan Azadî’nin’ evrensel kadınla yaşamsallaştığını görmeyi diliyorum.’ Ne kadar derin bir talep, tam da 8 Mart’ın ruhuna denk düşen. Kürt kadınının dünyaya ilham verdiği ‘Jin Jiyan Azadi’ hiç olmadığı kadar anlam kazandı, anlamlaştı. Direnişi, özgürlüğü, yaşamıda bu slogan olmaktan öteye geçen felsefeyle yükseltti, yükseltiyor. En çok da bu slogan yeri göğü inletecek biliyorum, biliyoruz. Bu slogan en çok da tutsak Daye Mekiye için atılabilir mi? Çünkü onun sloganı da bu ve talebi de özgürlük...    UÇAN SÜPÜRGELER BİRLEŞİN UÇASIMIZ VAR   Bu cümleleri yazarken araya giren Nibel’in (tahliyesi ertelenen 30 yıllık tutsak) talebiyle devam edelim o vakit: ‘Dünyanın bütün süpürgeleri birleşin. Uçasımız var!’ 30 yılın ardından en çok uçmaya, kanat çırpmaya duyulan ihtiyaç... Taksim’de kadınların ellerinde yükselen döviz yazısı olmaya aday bir talep aynı zamanda... İlgili kadınlara duyurulur.    Bir tutsak gazetecinin, Eylem’in yüreğinden dökülenlere kulak verelim şimdi de: ‘Eminim tüm sokaklar dolup taşacak bu yıl da. Bazen mikrofonla, bazen fotoğraf makinesi, bazen de bir dövizle bulunurdum Taksim’de... Bu yıl siz kadınların yansıttıklarıyla izleyeceğiz heyecanla. Bu yüzden tüm gazetecilere çağrımdır: Deklanşörler hazır olsun, taleplerimiz ise dilinizde... Her yeri Amed sokakları ve Taksim’e çevireceğinizden şüphemiz yok. 8 Mart kutlu olsun.    ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİ BÜYÜTÜYORUZ   Bütün Kürt kadınlarının örgütlenmesini xewbun felsefesiyle derinleştirip, özgür kadını yaratmak temel mücadelesi olmalı.’ talebiyle Xece’den; ‘Özgürlük mücadelemizi zindan da büyütüyoruz. Mücadelemizi tutsak etmek isteyen sisteme karşı 8 Mart’ta da direniş ruhumuzla cevap veriyoruz’ diyen Havin’e uzanan talepler silsilesi Tekoşin’in talebiyle birleşiyor: "Kadınlar, ‘Jin Jiyan Azadi’ şiarıyla yeni bir yaşamın inşasına sımsıkı sarılarak, sadece bir gün değil, tüm günlerin kadınların güzel özüyle buluştuğunda yaşam yeniden onlara kavuşacaktır’ Tüm kadınlara alanlarda ve mücadelede buluşma çağrısı yapan Nazlı ise: ‘8 Mart’ın coşkusu ve heyecanını yaşarken, tüm kadın tutsakların özgürlüğüne kavuştuğu, kadınların ötekileştirip katledilmediği bir yaşamdır talebim’ derken; Oradan ses veriyor Şivekar: ‘Bir kadın ne isteyebilir ki? Dünyaları isteyecek değil ya!  Sadece yaşamak, hakkı olan güzellikleri yaşamak istiyor. Sadece sıfatsız , ünvansız kadınca yaşamak, hissetmek istiyor. Ruh özgür olmak istedikten sonra bedenin hapishanesi olur mu ?’ En çok da bu 8 Mart’ ta bu özgür ruhlu kadınlar için bir ritim tutturabilir mi ey kadınlar? Ne dersiniz, çığlıklarınız Şükran’la, Betül’e, Türkan'a, Eylem’e, Dilan’a, Zelal’e, Rojin’e, Daye Fatma’ ya ulaşır hem...    KADINLARIN SESİNE SES OLMAK...   Taleplerin ardı arkası kesilmezken, zindan duvarlarında yankılanıyor özgürlük şarkıları ve ritimleri. Dedim ya hummalı bir çalışma var diye, kendimi de araya sıkıştırmayı da unutmadım elbet. Tüm bu anları her ne kadar hafızama kaydetsem de insan bir kamerasının, fotoğraf makinesinin olmasını da istemiyor değil hani. Dilan ve Eylem arkadaşın bana verdikleri sözü dört gözle bekliyorum. Çünkü 8 Mart günü her güzelliğe emek vererek, yapacakları kartondan da olsa kameramla eşlik etmeyi planlıyorum. Günün sonunda ‘gülümseyin çekiyorum’ demeyi ihmal etmeden... Ha unutmadan kendi talebime geleyim: Sınırsız, sömürüsüz, eşit, özgür ve bir o kadar da isyankar ruhlu kadınların direnişi daha da büyütmeleri... Biz gazeteci kadınların da o kadınların sesine ses olmak, kim ne der diye düşünmeden hakikati aşk ile yazmak, görünür kılmaktır. Bu uğurda yaşamını yitiren kalemi güçlü kadınlardan Gurbetelli Ersöz başta olmak üzere Nagihan Akarsel, Evin Demir, Gülistan Tara, Hero Bahadin, Cihan Bilgin, Nujiyan ve sayısız meslektaşımın anısına saygıyla 8 Mart kutlu olsun saygıyla...   KENDİNE AİT MÜZİK ODASI   Cezaevi, hapishane, zindan... Adı ne olursa olsun izole edilmiş, kapalı bir alan... Özgürlüğün kısıtlanmak istendiği mekanlar olarak tasarlansa da özgür ruhluların kendinden çokça şey kattığı mekanlar aynı zamanda. Eylem Özer de o kadınlardan yalnızca bir tanesi... Muş’lu olan Özer, 7 yıldır tutsak olduğu Bakırköy Cezaevi’nde ‘Kendine ait bir oda’yı müzik ile kurmuş bir kadın. Bir bakmışsın stranlar seslendiriyor, bir bakmışsın fareli köyün kavalcısı gibi  'Bakırköy'ün kavalcısı’ rolünde kendince denemeler yapıyor; bir bakmışsın tiyatro için oyun yazıyor... Müziğin her türlü dalıyla ilgilense de Serhadlı olmasından mı bilinmez en çok dengbej müziğe merak salmış. Farklı kültürlerden müziği dengbej parçalarla birleştirmek gibi bir hayali, projesi var. Cezaevinin kısıtlı imkanları elvermese de dışarı çıktığında araştırmalara girişeceği kuşku götürmez bir gerçek.    MÜZİĞİN RENGİNİ ARAYAN KADIN   8 Mart hazırlıklarını yaparken yakaladığımız Eylem bazen bir stran, bazen bir dengbej seslendirecek renk kattı o coşkuya. Provalar arasına sıkıştırdığımız sorulara vakit ayıran Eylem’in hikayesine kulak verelim... “Muş, Bulanık’lıyım. 7 yıldır zindandayım. Ara ara bu süreyi söylerken ben de şaşırmıyor değilim. Hele ki bu mekanlar dışındaki insanların gözüyle baktığında. Zindana dört duvar mantığıyla bakılmamalı. Çoğu zaman dışarıdaki dünyadan daha fazla dünyaları sığdırdığımız mekanlar oluyor buralar. Bu açıdan bakıldığında benim de hoşlandığım şeyler bu mekanlarda çok daha sahici tanımlara kavuşuyor. Bu süre zarfında kendimi baştan keşfettim diyebilirim. Bir insana, bir kadına, özelde de bana hoş gelen birçok şeyi hem arttırdım, hem de keşfettim. Bunlar da ilgi alanlarımı zenginleştirip bakış açımı ‘Kadının bakış açısıyla bakmaya evrilterek yeniden bakıp görmeme vesile oldu. Özellikle kadının müzik ile bağını keşfettim ve bu bağı da çok derinlerde yaşıyorum. Sanatın sirayet ettiği her alana ilgim var ama tüm sanat dallarında müziğin rengini ararım.   İZOLE MEKANLARDA GEÇMİŞE YOLCULUK   Müziğin rengini arayan kadın diyeyim sana o vakit. Peki müzik hayatının neresinde diye sorayım. Ne tür müzikler dinlemeyi seversin? Müziğin kadın kimliğiyle bağlantısını bu mekanlarda keşfetmem dengbeji parçalara ilgimi daha da arttırdı. Özelde içinde olduğum koşullarda dengbeji parçalar beni bu betonla örülmüş, soğuk-izole mekanlardan alıp, çocukluğumun yalın ayakta gezdiğim toprağına, taşına, suyuna bırakabiliyor ve ben o çocukluğun sınırsız hayal gücüyle anlatılan her hikayenin kurgusuna, özlemini çektiğim toprağımda, insanımla, çocukluğumla şahitlik ediyorum. Çocukluk duygularını bu kadar derinden yaşamamda toplumsal hafızanın etkisi olduğunu düşünüyorum. Bugün buradan baktığımda müzik beni çocukluğuma yolculuğa çıkarırken, elimden tutma gücünü de görüyorum. Müziğin diğer sanat dallarıyla bağlantısı da ilgi alanlarımı çeşitlendiriyor. Bazen duygum bir resim çizmeme, bazen elimdeki olağana göre bir sabundan oyup yaptığım objede simgeleşiyor. Böylece müzik özelde de dengbej parçalar, benim diğer sanat dallarıyla kendimi ifade etmeme vesile oluyor.   Kürt kültürü ve müziği üzerine ne gibi yoğunlaşmaların oluyor? Yapmak istediğin çalışmalardan bahseder misin?   Kürt kültürü ve tarihi açısından dengbejliğin sözlü aktarım rolü bilinen bir gerçeklik. Ben de bu role olan minnet borcumdan, hem de dengbeji tarzının fazla kalıplara sığdırılmayan özgün-sınırsız makam özgürlüğünden-bunun da en fazla kalıplara- kısıtlamalara maruz kalan kadına en güzel ifade olanağı verdiğine olan inancımdan hem de bireysel olarak ben de yarattığı derinlikli duygu ve iyileştirici etkisinden kaynaklı çeşitli yoğunlaşmalara el atmak istiyorum. Müziğin toplumsallıktaki etkisine, toplumsal hafızaya dair rolüne kadının elini, dilini ve bakış açısını değdirmeyi amaçlıyorum. Aslında bugün yok edilmeye doğru gideni, özüne evriltme arayışı da diyebiliriz. Dengbeji, Kürt kadının çocuğuna söylediği ninninin ritmindedir, acısını, yasını tuttuğu ağıtındadır ya da sevdasını- özlemini isyanını bir şekilde ifade ettiği alanıdır. Ayrıca Kürdistan’daki bu otantik tarza benzer ya da farklı tarzlar diğer kıtalarda da mevcut. Her kıtanın kendine has müzik- söylem tarzları hep dikkatimi çekmiştir. Söyleneni, anlatılanı anlamanın ötesine geçen bir duygu yoğunluğunu yansıtabiliyorlar. İşte burada müziğin evrensel ruhu ‘özgün ve özel’ ile insanın ruhu ve duygusunda müthiş bir ahenk sağlıyor. Bu özgün ve özeller neden birbirine ulaşmasın ki? Mesela balkan müziğinden tutalım Afrika kıtasındaki mali müziğine, Portekiz’deki Fado tarzından İspanyollarından çingene kültürünün otantik müziğine kadar ve daha birçok kıtadaki araştırmaya muhtaç yerli müziklerin bizim dengbejlerle buluştuğunu düşünmek bile beni heyecanlandırıyor. Tüm bunların kadın sesiyle olacağı hayali çok daha güzel. Bazen çingene müzik tarzında Kürtçe dilinin dans ettiğini ya da dengbeji makamımızla diğer dillerin seslendirildiğini hayal ediyorum. Aynı temanın etrafında her tarzın kendi rengiyle-diliyle bir araya gelişi de olabilir. Kafamdaki bu boyutları fiziki özgürlüğümdeki olanaklara bırakıp son olarak şunu söyleyeyim. Bu çalışma ile sadece kıtalardaki özgün-otantik müziğin tanıtılmasını değil, insanlık tarihinin özelde de kadın tarihine- kültürüne katkıda bulunmayı amaçlıyorum. Bu çalışma salt müzikle de sınırlı olmayıp birçok sanat dalının dahiliyetiyle daha çok renklenir. Bir resimden bir heykele, bir nakıştan birçok- hikayeye kadar işlenen temalar- motifler dengbejler ve diğer otantik müzik tarzlarıyla ses bulup bizimle bir şekilde konuşmasına vesile olacaktır.   Biraz cezaevi deneyimlerinden de konuşalım mı? Eylem’in öncesi-sonrası, ona katkıları üzerine... Çok sayıda kadınla bir arada olmak, paylaşımda bulunmak, çoğu şeyi onlarla birlikte deneyimleme, tartışmak nasıl bir duygu?   Kesinlikle bu mekanlarda yaşayan her insanın bir öncesi sonrası vardır. Zindana girişi bir millet olarak ele alabiliriz. Özellikle siyasi bir kimliğe sahip olmak beraberinde bazı sorumluluklar da yüklüyor. Başta bu kendimle olan mücadelemle de çok badireler atlatıp, çizilen duvarları-sınırları aşmak için zihniyet anlamında süratli bir değişim- dönüşüme tabi oluyorsun. İşte tam da burada ben burayı bir terapi ortamı olarak ele alıyorum. Eksik- yetersiz yanlarımız kadar güçlü yanlarımızın da deneyimlerini birbirimizle paylaşıyor: yaşam ilkelerimiz bizi tüm hastalıklı yanlarımızdan arınmaya zorluyor. Arınmalar oldukça tüm o farklılıklar zenginliğe dönüşüyor. Ben nasıl ki bir annenin ya da daha eski bir arkadaşın paylaşımlarıyla kadın dünyasına yolculuğa çıkıyorsam, kendi paylaşımlarım da benden sonraki neslin doğal olarak yolcusu oluyor. En az 3 neslin şu anda buluşmasında kadın kimliğimiz için verdiğimiz mücadeleye yatıyor. Özgür kimlik olmadan özgür toplumu da yaratmak çok da etkili olmaz. Hepimiz de bunun bilincinde olan kadınlarız. Bu o yüzden bu mekanlarda onca zorlanmalar olmasına rağmen güzellikler daha çok oluyor, duyguları yansıması da bu şekilde oluyor.    8 Mart'ı zindanda karşılamış bir kadın olarak bu seneki hazırlıklarınızı da dinleyelim mi? Gerek müzik, gerek tiyatro ya da diğer tüm çalışmalar üzerine hummalı bir çalışma var. Tabi tüyo verilmediği de ortada. Daha önceki yıllarda neler yaptırdınız mesela? Bu senenin özgünlüğü ve coşkusu nasıl?   8 Mart için yaptığımız etkinliklerin konu ve teması kadın üzerine olunca çok daha yaratıcı çalışmalar ortaya çıkıyor. Tabi bu çalışmalar yeteneğinin- ilginin olduğu alanlarla sınırlı olmuyor. Seçtiğimiz komisyonlardaki arkadaşların inisiyatifine göre her an her yerde olabiliyorsun. Panoda ismini gördüğün alanlarla ilgili (pandomim, tiyatro, dans, müzik, skeç vb.) grubunda yer alan arkadaşlarla kafa kafaya verip bir şeyler çıkartıyorsun. Bu çalışmalarda gizli yürütülüyor ve her grubun çalışması diğerince bilinmiyor. Tüm hünerler 8 Mart'ın akşamında sergileniyor. O günün keyfi, heyecanı ve atmosferi çok farklı oluyor. Bugüne kadar neredeyse tüm alanlarda yer almışımdır. Bu yıl da 2 çalışmanın içerisindeyim. Bu çalışmamızı gizleme imkanımız olmadığı için ses sizlere kadar geliyor. 5 arkadaştan oluşan erbane grubunun sesi… Şimdi erbanenin içeriye verilmemesi bizim de kova kapaklarını erbane olarak kullanamayacağımız anlamına gelmiyor. Yaratılacakta sınır yok.  Bu senenin heyecanı, coşkusu her yıl da daha fazla. Gerek sürecin, gelişmelerin etkisinden kaynaklı zindandaki bizlerde bunun yansıması çok daha güçlü oluyor. Bana göre barış söylemi en güzel kadınlara yakışır. Kürt kadını şahsında evrenselleşen ‘Jin, Jiyan, Azadi’ şiarımızla ‘Aşiti’nin de eklenmesi başta Kürt kadını olmak üzere tüm dünya kadınlarına daha özgür, onurlu ve de güzel bir yaşam alanı getireceğine olan inancım tam. Bu vesileyle bütün dünya kadınlarının 8 Mart‘ını kutluyorum. Özgür ve anlamlı günlerde buluşmak dileğiyle hepsini özlem ve sevgiyle kucaklıyorum."   EYLEM BABAYİĞİT'İN MESAJI    Aynı cezaevinde tutsak bulunan Eylem Babayiğit'in gönderdiği 8 Mart mesajı ise şöyle: "Bir 8 Mart’ı daha bir isyanla karşılıyoruz. Her isyan beraberinde mücadeleyi gerektiriyor. Eşit yaşam için direnirken, yaşam haklarını korumak, erkekliğe erkek devletin tüm saldırılarına karşı öz savunmayı geliştiriyoruz. Bu nedenle isyanımız meşru; Bizden çalınanlara karşı... Bizden çalınanlar, sesimiz, sözümüz irademiz ve özgürlüklerimizle sınırlı değil. Aynı zamanda arkadaşlarımız da. Arkadaşlarımız, kalan mücadelesinin sesi, resmi ve aynası olan gazeteciler bu mücadelenin en önemli noktası oldular. Kürdistan’daki kirli savaş oyunlarını teşhir ettiler, hukuksuzluk neredeyse takipçisi oldular. Devletin erkek yüzünü açığa çıkardılar. Bunun bedenleri yaşamları oldu. Bunun bedeli tutsaklıkları oldu. Elbette onlar tarafından her tehlike biliniyordu nihayetinde hem kadın hem özgür basın emekçisi olmak bu coğrafyada kolay değildi. Ancak halkın gazeteci olmak yıllardır zor ve baskıya direnen halkın aynası olmanın sorumluluğu tüm zorlukları aşıyordu şüphesiz.   ÖZGÜR BASIN HAKİKATİN İZİNİ SÜRECEK   Kürt ve kadın olmanın çok fazla ortak noktası vardı. Biri cinsiyet biri ulus olsa da hem kimliği hem de bedeni sömürü aynı aklın pratiğiydi. Kürt kadın gazeteciler tam da bu tahakküme direniyor. Özgür basın emekçisi olmanın ağırlığı bu, isyanı ve öfkesi bu... Yitirdiğimiz kadınlar, tutsak edilen kadın gazeteciler yılmadan korkmadan üzerine gittiler karanlığın. Karanlığı aydınlatacak ışığı devraldılar. Işık bazen bir kalem bazen bir mikrofon bazen bir fotoğraf makinesi bazen bir çift göz oldu.  Gurbetelli Ersöz’den Nagihan Akarsel’e Gülistan Tara’dan Cihan’a özgür basının kıymetli kadınları aydınlatır tarihimizi. Kalemleri yerde kalmayacak şüphesiz, geleneği sürdürecek ardılları çoğalıyor. Katettikleri yoldan ilerliyor ardılları. Ne zaman, ne mekan ne de dayatılan zor, baskılar hakikatin arayışını, bir gazetecinin haber yapmasını engelleyemiyor. Bu iz bırakanların emeğidir.  Kadınlar özgürleşiyor, özgür kadın susmuyor, özgür basının kadınları tarihin ve hakikatin izini sürmeye devam ediyor. 8 Mart direnişimizle büyüsün, kadınların zılgıtları yankılansın yine cihanda.. Biji  8 Adare, Biji Tekoşinan Çapemeniya Azad."   MA / Esra Solin Dal