Savaşa karşı barışın, ölüme karşı yaşamın savunucuları 2021-01-19 09:03:00 DİYARBAKIR - Yaşadıkları evlat acısını başka annelerin yaşamaması için mücadelelerini sürdüren Barış Anneleri, "Tutuklamalar, gözaltılar, ölümler olmasın. Artık yeter. Sadece barış istiyoruz" diyerek haykırışlarını sürdürüyor. Kamuoyu onları ilk defa 12 Eylül 1982 tarihinde Diyarbakır Cezaevi’nde işkenceye uğrayan çocuklarının çığlıklarını duyururken tanıdı. Daha sonra çatışmalı evreye giren Kürt sorunu nedeniyle yaşamını yitiren çocuklarının kemiklerinin kendilerine verilmesindeki ısrarlarıyla gündeme geldiler. Bu ısrarları sırasında coplandılar, gözaltına alındılar ve tutuklandılar. Kimisi çocuğunun kemiklerine kavuşmadan cezaevinde, kimisi artık yaşamın yükünü daha fazla kaldıramadan yaşama gözlerini yumdu.   Diyarbakır Cezaevi önünde başlayan çığlık, 1996 yılında kurulan Barış Anneleri İnisiyatifi ile ete kemiğe büründü. O gün başlayan ve günümüzde kulaklarda yankılanmaya devam eden bu ses,  “çözüm süreci”nde karşılık buldu ve asker anneleriyle görüşülerek acılar ortaklaştırılmaya çalışıldı. Ancak sürecin bitirilmesiyle asker anneleri suskunluğa gömülülerken, Barış Anneleri çığlıklarını sağır kulaklara duyurmayı sürdürüyor. Seslerini duyurmaya başladıkları dönemden günümüze ise, aralarına yenileri eklendi. Sur, Cizre, Nusaybin, Kuzey Doğu Suriye ve Federe Kürdistan Bölgesi’ndeki medya savunma alanlarından yükselen her silah sesi ve patlamayla birlikte sayıları arttı.   KAMUOYUNUN BEYAZ TÜLBENTLİLERİ    En son PKK Lideri Abdullah Öcalan'a yönelik tecride karşı 2019 yılında bedenlerini açlığa yatıran çocuklarının bulunduğu cezaevleri önlerinde coplanırken, kamuoyunun vicdanlarına takıldılar. Eylemlerin üzerinden bir buçuk yıl geçmeden cezaevindeki çocukları ve yakınları, bir kez daha tecride karşı bedenlerini açlığa yatırmalarıyla gündemde.   ÖZLEM VE ZULÜM    Aynı zamanda köy yakmaları, ev baskınları ve sürgünlerin tanıkları olan annelerden 60 yaşındaki Nazmiye Yürek, yıllardır cezaevi tedirginliğini yaşayanlardan. Yürek’in iki oğlundan Kenan 22 yıl, Ertan ise 9 yıldır cezaevinde. Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki köylerinin yakılmasının ardından ailesiyle Diyarbakır merkeze göç etmek zorunda kalan Yürek, “Devletin zulmüyle karşılaştık, bütün evleri yaktılar. Bizde merkeze göç etmek zorunda kaldık. Bir daha da köye gidemedik" sözleriyle özlemini dile getirerek, ekledi: "Bir değil, iki değil kaç yakınım bu zulme uğradı artık aklımda tutamıyorum."   Yıllardır Türkiye'nin çeşitli cezaevlerine sevk edilen oğullarının ardından kent kent yollara düşen Yürek, hem nükseden boyun fıtığı hem de pandemi dolayısıyla ziyaretlerine ara vermek zorunda kaldı. Bu ayrılığın yükü yüzüne yansıyan Yürek, "Oğlum 7 yıl dışarıdaydı fakat sonra tutuklandı. Onu almaya geldiklerinde kızımı da aldılar. Her seferinde aynı baskı ve şiddet. Sonra oğluma 37 yıl ceza verildi. Önce Amed’deydi, sonra Siirt, Kırıkkale ve birkaç yere daha sürgün edildi, şuansa Kandıra Cezaevi’nde. Oradayken de kalp krizi geçirdi. 22 yıldır cezaevinde ve hastalıkları var. Günde iki hap içiyor, içmese kambur kalıyor. Uluslararası kabul görmüş insan hakları var. Neden bırakmıyorlar?" diye sordu.    SÜRGÜN YOLLARINDA BİR YAŞAM   Yıllar sonra diğer oğlunun cezaevine girdiğini aktaran Yürek, yaşadıklarının kısa bir özetti olarak "O da birçok kez sürgün edildi, şuan Kayseri'de. En küçük oğlum da alındı ve o da 6 yıl kaldı. O kadar zulüm gördük ki bir yıl anlatsam da bitmez. 7 kez kapımızı kırdılar. 6 kişinin cezaevine girdiğine şahit oldum. Ve ortada hiçbir sebep yokken. Cumhurbaşkanı Kürt halkından ne istiyor? Sağ olduğumuz sürece bu mücadelede yer alacağız. Memleketimizin bu zulümden kurtulmasını istiyoruz" ifadelerini kullandı.    ÖLÜMÜN DEĞİL BARIŞIN TARAFI   Lice’deki köyünden sürgün edilmek zorunda bırakılanlardan biri de 55 yaşındaki Rahime Çelik. Ailesinin sürekli şikayet edilmesinden dolayı sayısız ev baskını ve asker şiddeti yaşayan Çelik, "Çok zor ve zahmetli bir yaşamdı, çocuklarım küçüktü ve sürekli eve baskın oluyor, babaları alınıyordu" diyerek yaşadıklarını anlattı. Bir çocuğunu Kobanê’de DAİŞ’e karşı verilen savaşta yitiren Çelik, her zaman çocuğunun mezarını ziyaret ettiğini ve mücadeleden vazgeçmeyeceğinin altını çizdi. Çelik, şöyle dedi: “Kalbimiz o kadar ağrıyor ki her an çocuklarımızı hissediyoruz. Allah’tan cenazemizi alabildik, o zamanlar veriyorlardı. Bazı anneler gelip bizi görünce üzüldüklerini söylüyorlar, çünkü onların mezarları bile yok. Artık anneler ne desin; bir mezarı bile çok görüyorlar. Biz barıştan başka bir şey istemiyoruz, ölümün taraftarı değiliz"    ÖLEN KÜRT OLUNCA…   63 yaşındaki Gülistan Erek ise, yaşamının 23 yılını barış mücadelesine adadı. Yaşadıkları zulüm ve acılara rağmen barış ısrarından vazgeçmediklerinin altını çizen Erek’in çalışmak için Kırıkkale’ye giden oğlu ırkçı saldırıda bıçaklanarak yaşamını yitirdi. Çocuğunun Kürt olduğu için öldürüldüğünü belirten Erek, "Katili tutuklandı ama az ceza verildi çünkü ölen Kürt’tü. Bizim çocuklarımız ya bölgede güvenlik güçleri tarafından ya da Türkiye'de ırkçı saldırılardan dolayı yaşamını yitiriyor. Sürekli evimizi basıyorlar 'teröristsiniz' diyorlar. Biz terörist değiliz" diye belirtti.    ARITK YETER    Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne 19 Ağustos 2019 tarihinde atanan kayyım protestoları nedeniyle evine yapılan baskınla gözaltına alınan Erek, "Polis bana, ‘yaşın geçmiş ne işin var?' diyor. Ben kötü bir şey yapmıyorum, sadece barış istiyorum. Tutuklamalar, gözaltılar, ölümler olmasın artık yeter diyoruz. Sadece barış istiyoruz" dedi.    MA / Eylem Akdağ