AYM 212 bin başvuruyu ‘kabul edilemez’ buldu 2020-09-23 09:41:09 ANKARA - Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru yollarını açması üzerinden geçen 8 yılda, yapılan 272 bin 672 başvurudan 212 bini “kabul edilemez” bulundu. Avukat Nuray Özdoğan, “Devlet aklını yargı kararlarından okuyabilmek, hukuk devleti olamamış ülkeler için geçerlidir” dedi.   Türkiye’de 1961 Anayasası ile kurulan Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) bireysel başvuru yolunun açılması üzerinden 8 yıl geçti. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Türkiye Anayasa değişikliği referandumunun kabul edilmesiyle birlikte 23 Eylül 2012 tarihinde bireysel başvuru yapma yolu açıldı. Avrupa Birliği’ne (AB) uyum sürecinde yapılan bu değişiklikle, anayasal güvence altında olan temel hak ve hürriyetlerine yönelik yaşanacak ihlaller için hak arama merci olarak gösterildi.   Her ne kadar AYM, özgürlük ve temel haklar konusunda birçok emsal karara imza atsa da, yapılan yargılamalarda söz konusu devletin korunması olduğunda ise verdiği kararlar yerel mahkemeleri aratmadı. Temel hak ve özgürlükler yönünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) giden dava dosyalarını azaltmak için başlatılan bireysel başvuru yöntemi de AİHM önüne giden dava sayılarında azalmaya neden olmadı.   AYM’ye, 8 yılda 272 bin 672 kişi başvurdu. AYM’nin kendi yayınladığı istatistiklerden derlediğimiz verilere göre, yapılan başvurulardan 236 bin 407’si sonuçlandırıldı. 36 bin 265 dosya AYM’de karar verilmesi için bekliyor. Yapılan başvurularda “kabul edilemez” olarak karar verilen dosyaların sayısı ise 212 bin 675.   EN FAZLA BAŞVURU: 2016    Yıllara göre AYM’ye yapılan başvurularda en dikkat çeken artış ise Olağanüstü Hal’in (OHAL) ilan edildiği 2016 yılında 80 bin 756 başvuru yapılması oldu. Diğer yılların dağılımı ise şöyle: 2013'te 9 bin 897, 2014'te 20 bin 578, 2015'te 20 bin 376, 2017'de 40 bin 530 olarak belirlenen sayı, 2018'de 38 bin 186 ve 2019 yılında 42 bin 971.   EN FAZLA İHLAL: ADİL YARGILANMA HAKKI   OHAL’in ilanından bir yıl sonra kurulan OHAL İnceleme Komisyonu nedeniyle AYM, 72 bin 134 dosya hakkında “kabul edilemezlik” kararı verdi. AYM tarafından verilen ihlal sayısı ise 9 bin 682. AYM tarafından verilen ihlallerde ise en fazla “adil yargılanma hakkı ihlali” birinci sırada yer aldı. 5 bin 241 dosyada bu yönde ihlal kararı verilirken, “mülkiyet hakkı” 2 bin 725, ifade özgürlüğü 585, kötü muamele yasağı 347, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı 209, yaşam hakkı 117, toplantı yürüyüşü düzenleme hakkı 117, ayrımcılık yasağı 109, örgütlenme özgürlüğüne dair 65 dosyada ihlal kararı verildi.   AYM’nin 8 yıllık bireysel başvuru kararlarını, sokağa çıkma yasakları döneminde AYM’ye bireysel başvuruda bulunan ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) davalarını takip eden Avukat Nuray Özdoğan ile konuştuk.   AİHM’E ARTAN BAŞVURULARIN ETKİSİ    AYM’de bireysel başvurunun 2010 yılında tanınması ve 23 Eylül 2012 itibariyle bireysel başvuruların alınması, yine Türkiye'nin AB'ye giriş çabası sürecindeki taahhütleri sonucu olduğunu hatırlatan Özdoğan, 1990’lı yıllarda bölgede yaşanan yoğun hak ihlallerinin de başvurularda artışa neden olduğunu söyledi. Özdoğan, “AYM 'ye de sübap görevi verildi. Ne kadar başvuru önce AYM’de sonuçlanırsa, AİHM o kadar rahatladı. Buna rağmen hala en çok başvurunun Rusya ve Türkiye 'den olması da bir ironi” dedi.    BAŞVURULAR REDDEDİLMEYE BAŞLANDI   Bireysel başvuru yoluyla AİHM’in yükünün azaltılmasının hedeflendiğini kaydeden Özdoğan, yanı sıra AİHM 'de verilecek ihlal ve tazminat yerine Türkiye verilecek bir karar ve daha düşük miktarlarda tazminatın devlet açısından daha lehe bir durum olarak görülmesinden dolayı bu yola gidildiğini belirtti. Bireysel başvuru öncesi AİHM tarafından Türkiye'deki iç hukuk yollarını etkili bulunmadığı ve birçok dosyanın esastan karara bağlandığını anımsatan Özdoğan, 2012 yılından sonra ise Türkiye'deki iç hukuk yollarını etkili bulunduğunu ve Türkiye'de sonuçsuz, yıldırıcı ve yıllara yayılan yargı süreçlerine başvurmadan yapılan AİHM başvurularını usulden reddedilmeye başlandığına dikkat çekti. Özdoğan, AİHM’in çok ağır yaşam hakkı ihlallerinde, devletin yıllarca faili meçhul masalarında bıraktığı hareketsiz kaldığı dosyalarla ilgili, başvurucuların iç hukuktaki şikâyet mekanizmalarını yeterince etkili kullanmadığı gibi gerekçelerle kabul edilemezlik kararları verdiğini söyledi.   ‘DEVLETİN SAVCISI’ GÖREVİ   Devletin 1990’lı yıllarda uluslararası yargı makamlarıyla diyalogun önemini kavradığına değinen Özdoğan, “Yargı makamları ile brifinglerin arttığı dönemlere bakınız. Devlet, yıllar öncesinden planlanan operasyonlar öncesi Anayasa Mahkemesi dahil yüksek yargı organları, adli ve idari makamlar ile görüşmeler yapmaktadır” diye konuştu.   Bunun en bariz örneğinin 2015 yılında sokağa çıkma yasaklarında yapılan “yaşam hakkı” talepli tedbir başvurularında görüldüğünü dile getiren Özdoğan, o döneme dair şu anekdotu paylaştı: “2015 yasaklar dönemindeki ağır hak ihlalleri için avukatlar olarak, Anayasa Mahkemesine başvuru dışında görüşme teşebbüslerimiz de oldu. Yazılı veya sözlü bize iletilen ‘bir savaş var devletin önceliği güvenliği sağlamak ve korumak’ oldu. Yargı bunu dediği anda bir askerden, validen, hükümet yetkilisinden farkı kalmaz. Başvurularımız sırasında bizler yaşamı tehdit altında olan müvekkillerimiz için basit bir tedbir kararının yaşamları kurtarabileceğini anlatmaya çalışırken, AYM biz avukatlara yazılı olarak tehditvari bir soru listesi yolladı. Bize; ‘Siz bu başvurucuları nereden tanıyorsunuz? Size nasıl ulaştılar? Silahlı mı silahsızlar mı?’ gibi sorular sordu. Bir yanı ile devletin savcısı görevini üstlendi.“   Özdoğan, “Hannah Arendt‘in deyimiyle, ‘iktidarın kaynağı halk, hukukun kaynağı anayasa olmak zorundadır’. Milli egemenlik, ulus egemenliğinin yasanın kaynağı olarak görülmesi halinde etnik ayrımcılık asimilasyon ve benzeri süreçler gelir” diye belirtti.   HUKUK ALGISI    İktidarın yargı üzerindeki baskılarının sonuç verdiğini ifade eden Özdoğan, bugün gelinen tabloda ise siyasi organların egemenlerin kolu gibi hareket eden bir yargı olduğu eleştirisinde bulundu. Bunun en şeffaf örneğinin HDP’li siyasetçilerin yargılamalarında görüldüğünü kaydeden Özdoğan, şöyle devam etti: “Ne yazık ki yargının etkin kesimleri de HDP’nin kapatılması, HDP’lileri hapishanede tutulması gereken kişiler olarak görmekte. Yargının siyasi kararları istekle uyguladığına şahit oluyoruz. Bu faşizmin kurumsallaşmaya başlamasıyla ilgilidir. Temelini devletin kuruluş felsefesini korumaktan alan yargının varacağı sonuç başka bir yer olamazdı. Bazen bazı durumlarda verilen hukuka uygun kararlar, hukuk varmış gibi bir algıyı yaratmaya da yetmiyor. Herkes için amasız fakatsız evrensel insan haklarının korunmasına dair bir devlet politikası olmadığı sürece, Türkiye’de yüksek yargının ayrımcı kararlarını görmeye devam edeceğiz.”   AYM’nin ölüm orucundaki avukatlar Aytaç Ünsal ile Ebru Timtik’in tahliye talepli tedbir başvurusunu reddetmesini anımsatan Özdoğan, “AYM yaşam hakkının varlığını kişi ve duruma özgü değerlendirmekte ne yazık ki. Bu mahkeme temel haklarımızı korumak için gereken tüm tedbirleri almakla yükümlü. Ancak yaşam hakları arasında kıymetli, kıymetsiz değerlendirmesi yapmaya başladığı anda, çıkacak sonucun da ortağıdır. Engelleyebileceği ölümleri engellemeyi tercih etmemek, yargının sorunu olmalıdır. Usule indirgenen yargısal süreçler esası ilga eder. Ebru hayatını yaşam hakkının korunmasına dair karar alınmadığı için kaybetti. ‘Ebru ölüm orucunu tercih etti ve yaşamını kaybetti’ yaklaşımı düşman hukukudur” ifadelerinde bulundu.   DEVLET AKLINI YARGI KARARLARINDAN OKUMAK…   “Yargı, hukuk insan içindir” diyen Özdoğan, sözlerini şöyle noktaladı: “İnsanın, doğanın, yaşamın varlığının korunması temel refleksi olmalıdır. Devletten iktidarlardan bağımsızlaşmayan yargıyla varılacak bir yer yoktur. Devlet aklını yargı kararlarından okuyabilmek hukuk devleti olamamış ülkeler için geçerlidir.”   MA / Berivan Altan