‘Krizlerin panzehiri işçi kooperatifleridir' 2017-10-12 09:10:30 MERSİN - İktidarın iç ve dış siyasette izlediği politikaların etkisiyle krize giren ekonomiye dair değerlendirmelerde bulunan Yrd. Doç.Dr. Selim Çakmaklı, "Üretimi kontrol eden sınıflar siyaseti de kontrol ediyor. Bu antidemokratik birimin panzehiri işçi kooperatifleridir" önerisinde bulundu.  Mersin Üniversitesi'nde “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza attığı için Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen akademisyen Yrd. Doç. Dr. Selim Çakmaklı, dış politika ekseninde yaşanan ekonomik krize ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. Çakmaklı, derinleşen krizlere karşı çözüm olarak işçi kooperatiflerini önerdi.    Türk Lirası'nın Euro ve Dolar karşısındaki değer kaybını göz önüne aldığımızda ekonomideki gidişatı nasıl değerlendirmek gerekiyor?    Öncelikle şunu vurgulayarak başlayalım. TÜİK ve Merkez Bankası iktisatçıların ana veri kaynaklarıdır. Ancak son yıllarda TÜİK’in rasyonele dayanmadan yaptığı değişimler ekonominin uzun süreli performansını izlemeyi güçleştirmekte. Bizim 2010 yılında yaptığımız bir analiz ekonominin potansiyel büyüme oranında bir azalmaya işaret ediyordu. Ancak TÜİK’in yeni milli gelir serisi şapkadan tavşan çıkararak büyüyen, dinamik bir ekonomi yaratmıştır.    Ekonominin gidişatını günlük fiyat hareketleri (Euro, dolar vb) üzerinden izlemek ve buna dayanarak öngörüde bulunmak kanımca yanlış. Pek çok tahmin hatasına yol açabilir. Daha yapısal göstergelere bakmakta fayda vardır. Örneğin işsizlik oranı 2014 yılının Haziran ayından bu yana yüzde 10 ve üzerinde bir patikaya yerleşimi ve işsiz sayısı 3 milyona aşmıştır. Fakülte ve yüksekokul mezunları açısından da durum benzerdir. Temel bilimler alanından mezun olanlarda durum daha da vahimdir. İşsizlik yanında iş koşulları ve iş cinayetlerini de dikkate alırsanız çalışanların durumunu daha iyi değerlendirebilirsiniz. Resmin diğer yanında ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bile söyleten banka karları var. Dolayısıyla Dolar ve Euro’nun TL karşısında değer kazanması ekonomideki yapısal zayıflıkların bir yansıması. Daha derinde yatan temel sorunların başında bölüşüm meselesi geliyor. İşsizlik oranının yüzde 10’un üzerinde olduğu, iş cinayeti haberlerinin her gün geldiği ve diğer yandan banka karlarının yüzde 40’lara ulaştığı tablo bize gelir dağılımındaki keskin adaletsizliği gösteriyor.     Orta Vadeli Program’ın ardından IMF ekonomiye dair tahminlerde bulundu. Yine kredi derecelendirme kuruluşlarının notları negatif eğilimli. İstatistikler neyi gösteriyor?    İstatistikler bir yana hayatın gerçekleri bir yana. Büyüyen bir ekonomide işsizlik oranları da yükseliyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir. Bağımsız Sosyal Bilimcilerin tanımıyla istihdam yaratmayan büyüme söz konusu. Yalnız şu notu da düşmek gerekir; Sanayi sektöründe istihdamın büyük bir kısmını barındıran küçük ve orta ölçekli firmalar büyük ölçekli firmalara oranla daha az büyümektedir. Bu da yeterince istihdam olanağının yaratılmasını engellemektedir. Burada sadece Türkiye’ye özgü bir durumdan bahsetmiyoruz. Dünya genelinde makineleşmeyle birlikte açığa çıkan büyük miktarda yedek iş gücü ordusu var. Gelişmiş kapitalist ülkeler yeterince istihdam ve gelir yaratmamaktadır. ABD’de işsizlik oranları azalmakta ancak hane halkı borçları artmaktadır. Artan istihdamın büyük kısmı süreli çalışmadan kaynaklanmaktadır.    Burada belki de yeni bir modeli düşünmek ve hayata geçirmek gerekmektedir. Bu da işçilerin ortak yönettiği ve bulduğu yerel topluluğun ihtiyaçlarına hizmet eden işçi kooperatifleri modeli. Bu model yerel ekonomileri güçlendirebilir ve daha barışçıl, daha adil bir gelecek idealine hizmet edebilir.   İktidarın izlediği iç ve dış politika, diplomatik krizler ve etraftaki savaşlar ekonomiyi nasıl etkiliyor?    Her şeyden önce, bu kirli savaşların tarihi ve siyasi boyutu var. Resmi ideolojinin kendini 7 Haziran sonrasında yeniden dayattığı bir süreç yaşadık, yaşıyoruz. Bununla birlikte, ana akım medyada son zamanlarda askeri üretim firmalarıyla ilgili haberleri daha fazla okuyoruz.    7 Haziran öncesi süreçte özellikle batı kentlerinde sanayi sektörünün önde gelen üretim tesislerinde işçi sınıfının büyük bir kalkışması yaşandı. Bu sınıfsal tepki kendini seçim sonuçlarında ortaya koydu. Ancak kapitalist sınıfın buna tepkisi de ayni sertlikte yaşandı. Burjuvazinin tüm unsurlarının işçi sınıfına karşı bir aradalığı Cumhurbaşkanlığı sarayında verilen fotoğraftı. Ardında referandumda işçi sınıfı tüm unsurlarıyla birlikte yine bir sınıfsal tepki koydu. Ancak bu resmi okuyamayan ana muhalefet partisi -bence başarısız bir adalet yürüyüşü dışında- pasif bir konuma itildi. Cumhurbaşkanı bu sınıfsal refleksi TÜSİAD toplantısında tüm açıklığıyla itiraf etti ve OHAL aracılığıyla tüm grevlerin kolayca engellendiğini söyledi.    Gecen hafta Meclis açılışında, başkanın makamında verilen fotoğrafta yer almamaya gösterilen alınganlık dışında ana muhalefet partisinin bu sınıfsal duruma bir tepkisi yoktur. Kendisi de bu resmin bir parçasıdır.  Bu açıdan savaş sınıfsal bir meseledir ve işçi sınıfına karşıdır. Bundan en fazla zarar gören de bölge halklarıdır.    Bağımsızlık referandumu sonrası Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik ekonomik ambargo konuşuluyor. Krizde olan ekonomi bunu kaldırır mı?    Türkiye ile Irak Federe Kürdistan Bölgesi arasındaki ticari ilişkileri zedelemeden bir çözüm bulunacağını düşünüyorum.     Ancak kâr amacı dışında ve tekelci dünyada emek sömürüsü yapmadan ayakta kalmanın yolunu bulmuş organizasyonlar umudumuzu geleceğe taşıyabilir.   Krizin derinleşmesi toplumsal sınıflar üzerinde nasıl bir değişime yol açıyor?    Dünya ekonomisinde 2007/2008 yılından beri devam eden ve büyük resesyon olarak adlandırılan bu krizin toplumsal etkileri son yıllarda keskin bir şekilde ortaya çıktı. Bundan sonra sınıfsal konumunu açıkça ilan etmeyen ve kapitalizme açıkça mesafe koymayan siyasi yapıların toplumdan destek görme şansı yoktur. Tüm toplumlar açıkça iki uca doğru savrulmaktadırlar. Bir yandan, ABD’deki gibi neo-faşist yapılanmalar ve onları açıkça koruyan yönetimler (Bahçeli ve onun silahla poz veren ülkücüleri gibi) diğer yandan da İngiltere’de Jeremy Corbyn örneğinde görüldüğü gibi daha radikal sol gruplar. Bu kutuplaşmanın dünyanın pek çok ülkesinde gözle görülür hale geldiği aşikar. Türkiye özelinde ise korku duvarlarının nasıl aşılacağı bir muamma. Sağ ideolojinin toplumun tüm hücrelerine sızmasının engellenmesi çıkış için bir umut oluşturacaktır.   Siyasal, sosyal gelişmeleri dikkate aldığınızda, nasıl bir çözüm öneriyorsunuz?    Üretimi kontrol eden sınıflar siyaseti de kontrol ediyor. Dolayısıyla bu karanlıktan çıkış için üretim alanında yeni bir örgütlemeye ihtiyaç var. İktisat eğitiminde üzerinde durulmayan önemli bir nokta vardır; sermaye birikiminin doğası. Sermaye birikimini kavramsallaştırdığınız ve analizin bir parçası haline getirdiğiniz zaman, neo-klasik iktisadın ütopik tam rekabet piyasasından ise başladığınızda varacağınız nokta tekelleşme olacaktır. Ayrıca, sermaye birikimini hızlandırmak amaçlı kar maksimizasyonu antidemokratiktir.    Aslında iktisatta ele alıp öğrencilerimize öğrettiğimiz karını maksimize eden 'firma' antidemokratik bir birimdir. Firmanın başındaki küçük bir yönetici grubu ne üretilecek, nasıl üretilecek ve nerede üretilecek sorularına cevap verir. Firma çalışanlarının bu hayati kararlarda bir rolü yoktur. Onlar yangında kurtarılacak son şeylerdir. Sistemin temelindeki bu antidemokratik birimin panzehiri işçi kooperatifleridir. Örneğin ABD'nin San Diego şehrinde faaliyet gösteren Modern Times bira firmasının kurucusu başarısının mimari işçilere hisseleri devrederek şirketi eş-sahipli (co-owners) bir yapıya dönüştürmüş. Bu dönüşüm şirketin değerleri ve kültürünü de birlikte değiştirmiştir. Bu ve benzeri örneklerin dünya genelinde çoğaldığı görülmektedir. Türkiye'de de bu tür organizasyonlar çoğalmak eğiliminde. Ancak kâr amacı dışında ve tekelci dünyada emek sömürüsü yapmadan ayakta kalmanın yolunu bulmuş organizasyonlar umudumuzu geleceğe taşıyabilir.   MA / Berivan Altan