Temelli: Barış koridoru değil Kürtlerle barışmanın yolunu arayın

img
DİYARBAKIR - Federe Kürdistan Bölgesi'ne yapılan operasyonlar ve Kuzey Suriye’ye yönelik tehditlere karşı Öcalan’ın “Kürtler Türksüz, Türkler Kürtsüz olamaz” ifadelerini hatırlatan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, “Barış koridoru değil Kürtlerle barışmanın yolunu arayın” çağrısında bulundu. 
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, partisinin örgütlenme hamlesi, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde yeniden ağırlaştırılan tecrit, Anayasa ve demokrasi İttifakı ile yargı reformu tartışmaları, TSK’nın Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik “Pençe” operasyonları, Rojava sınırına yapılan yığınak ve “Barış koridoru” tartışmalarına ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. 
 
HDP kuruluşundan bu yana ilk kez Merkezi Örgütlenme Konferansı gerçekleştirdi. 40 kentte 7 bölgede toplantılar, çalıştaylar ve konferanslar gerçekleştirildi. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuldu? 
 
HDP 7 yaşında. 7 yıl önce kurduğumuz politik iklim, partinin o dönemki içinde bulunduğu konjonktürle arasında çok ciddi bir fark var. Bugün 7 yıl içerisinde Türkiye siyasetine dönüp baktığımızda; belki de 100 yıllık dönem açısından, Kürt meselesi açısından en dramatik dönemlerin yaşandığı bir süreçteyiz. Diğer taraftan Türkiye siyasetine dönüp baktığımızda çok önemli değişiklikler yaşandı. Ve bütün bunları bir araya getirdiğimizde Türkiye'de 7 yıl aradan sonra siyasetin gelmiş olduğu yeni konum var. Bu 7 yıl boyunca deneyimlediğimiz tecrübelerimiz var, aştığımız sorunlarımız var, önümüze koyup başaramadıklarımız var. 
 
Çünkü 7 yıl önce ortaya çıktığımızda çok önemli hedeflerimiz vardı. Bu hedeflere ulaşma konusunda hem dışsal hem de içsel birçok faktör söz konusu oldu. Bazı hedeflerimize ulaştık, bazı hedeflerimize ulaşamadık. Dolaysısıyla bütün bunları topyekun değerlendirdiğimizde; özellikle bir parti yaşamı için de önemli olan örgütlenme konusunu tekrardan ele alıp değerlendirmek için zamanı geldi. 31 Mart seçimlerinden hemen sonra örgütlenme seferberliği çalışmaları altında çalışmalar başlattık. Yeni bir yapılanma dönemidir. 
 
Neler tartışıldı, ne tür çözüm önerileri açığa çıktı?
 
İlk önce çalıştayla başladık. Bu çalıştayla birlikte sorunların tespit edilmesi, yeni dönem siyasetinin belirginleşmesi, yeni dönem siyasetine uygun nasıl bir örgütsel yapılanmayı tartıştık. Sonra illerde hazırlık konferansları, sonra 7 bölgede hazırlık konferansları ve nihayet Amed'te 1’inci Merkezi Örgütlenme Konferansı’mızı gerçekleştirdik. Tabi çalıştaydan buraya gelene kadar çok önemli tartışmalar sürdürdük. Konferans, tartışmaların ortaklaşması, bu ortaklaşamaya bağlı olarak bir yoğunlaşmadır. Bu konferansta önemli çıkarımlar elde edeceğiz. Önemli tavsiye kararları alınacaktır. Ve daha da ötesi konferans boyunca dile getirilen görüşmeler, yeni yol haritamızın en belirgin faktörleri olacaktır. 
 
Nasıl bir örgütlenme modeli, nasıl bir siyaset?
 
 
 Nasıl örgütleniyorsanız, öyle siyaset yapıyorsunuzdur. Birincisi; faşizmi yıkacağız, çünkü Türkiye halkları her şeyiyle çoğulcu toplum, faşizm koşullarında yaşayamaz. İkincisi; Türkiye'yi demokratikleştireceğiz. Bu siyasi hedefe uygun stratejiler üretiyoruz
 
Türkiye siyasetine müdahale eden bir partiyiz. Türkiye siyasetinin yeni belirlenişinde en etkili olan siyasi parti HDP'dir. Bu sadece seçim sonuçlarıyla alakalı bir durum değil. Türkiye siyasetinin geleceğine dair gündem oluşturan en sağlıklı ve en gerçekçi partidir. Bu bizim birikimimiz, deneyimimiz, mücadele tarihimiz ile çok yakından ilişkili bir durumdur. Bunu örgütlenme konferansından neden ele alıyoruz? Çünkü nasıl örgütleniyorsanız, öyle siyaset yapıyorsunuzdur. Bunun arasındaki ilişkiyi çok doğru kurmak lazım. Biz nasıl siyaset yapıyoruz? Birincisi; faşizmi yıkacağız, çünkü Türkiye halkları her şeyiyle çoğulcu toplum, faşizm koşullarında yaşayamaz. Bunun için bu mücadeleyi ortaklaştırmak, demokratik ittifak zemininde buluşmaları yaratmak ve bu mücadeleyi bütün Türkiye halklarına yaymak ama onun ötesinde Ortadoğu’yu da dikkate almak.
 
İkincisi; Türkiye'yi demokratikleştireceğiz. Dolayısıyla böyle bir siyasi hedef önümüze koyduk. Bu siyasi hedefe uygun stratejiler üretiyoruz. İşte 31 Mart seçimlerinde ürettiğimiz strateji tam da buna dairdi. Yani hem faşizmi yıkmak hem de Türkiye'yi demokratikleştirmek yönünde atılan önemli adımdı. Keza 23 Haziran seçimlerinde bunu pekiştirmiş olduk. Bu bütün çıplaklığıyla yine ortada olan bir gerçekliktir. Şimdi demokrasi ittifakı çağrımız ile birlikte bunu bir daha kamuoyu ile paylaşıyoruz. Bütün bu stratejilerimizin yürütülebilmesi için örgütlenmeye ihtiyacımız var. 
 
İşte çalıştaydan yerel konferanslara kadar, bölge konferanslarından merkezi konferansa kadar kendimize çizdiğimiz program ve planlama hattı budur. Türkiye'yi demokratikleştirme konusundan faşizmi yıkma konusuna kadar yapacaklarımızla bakışık, ona uygun örgütsel yapının inşasını gerçekleştiriyoruz. Biz üçüncü yoluz diyoruz. Biz bir seçeneğiz. Hem Ortadoğu halkları için hem Türkiye halkları için hem küresel siyaset için bu denli iddialı bir seçenek ortaya koyuyoruz. O zaman bu seçeneği sırtlayıp götürecek bir örgütsel inşaya da ihtiyacımız var.
 
Somut adımlar atıldı mı?
 
Önemli bir kaç adım attık. Bu inşanın sağlıklı gelişebilmesi için, bu yeni yapılanma döneminde önümüze koyduğumuz hedeflere ulaşabilmemiz için bir kaç tane önemli adım attık. Bir tanesi de her şeyden önce önümüzdeki dönem bu konferans kapsamında ilçe ve il kongrelerimizi yapacağız. İl ve ilçe kongrelerimizle birlikte güçlü kurumsal yapıları açığa çıkaracağız. Fakat alışılabilmişin dışında kurumsal bir meselenin ötesinde, artık ilçe ve il kongrelerimiz sonucunda teşkilatımız halkla bütünleşik yapılar hayata geçirecek. Bunu yapmanın da birinci en önemli adımı; mahalle teşkilatlarımız bazında yeniden örgütlenmeyi, taban örgütlülüğü dediğimiz meseleyi hayata geçirmektir. 
 
Bu komisyonlar toplumun siyasallaşması, siyasalın toplumsallaşması dediğimiz meseleyle çok özdeş bir adımdır. Mahalle meclislerinin hayata geçirilmesi açısından, işyeri meclislerinin hayata geçirilmesi açısından bu komisyonlar ilk adımdır. Öncelikle biz parti olarak bu ilk adımı atmakla kendimizi sorumlu hissediyoruz. Yani toplumun siyasallaşması bu açıdan önemlidir. 
 
 
Demokrasi ittifakı dediğimiz meselede herkesi çağırdığımız yerde bir zemini var etmek için yükümlüyüz. Radikal siyasetin özünü oluşturan müzakere tabanlarının oluşması için büyük önem taşır. Bunun için de parti olarak üzerimize düşen, her şeyden önce komisyonları hayata geçirmek.
 
Biz demokrasi ittifakı dediğimiz meselede herkesi çağırdığımız yerde bir zemini var etmek için de yükümlüyüz. Radikal siyasetin özünü oluşturan müzakere tabanlarının oluşması için büyük önem taşır. Bunun için de parti olarak üzerimize düşen her şeyden önce bu komisyonları hayata geçirmek. Diğer taraftan bileşenlerimiz var ama bileşenlerle beraber büyüyen de bir patimiz var. Bileşen hukukumuz ile büyüme, tüm toplumsal kesimlere ulaşma konusunda atacağımız adımları da şimdi netleştirmek, birbiriyle uyumlu hale getirme ihtiyacımız da var. Diğer taraftan biz kongre partisiyiz, bu yeni dönemin özelinde yeniden ele alıp güçlendirmek, daha çalışabilir, daha etkin hale dönüştürmek zorundayız. Burada da HDP'ye düşen rol ne ise bu konuda da en güçlü şekilde de inisiyatif alma kararlılığı gösteriyor. Konferansta çıkan enerji de bu yönde. Konferansa gelmeden önce aldığımız eleştiriler de bu yönde. Şimdi biz de bunun gereğini yaparak önümüzdeki dönemlerde hayata geçireceğiz.
 
Partinizin Demokrasi İttifakı çalışmaları ne düzeyde? 2 Temmuz’da gerçekleştirdiğiniz Merkez Yürütme Kurulu toplantısında da temel gündemler arasındaydı. Demokrasi İttifakı, Anayasa İttifakı…
 
Demokrasi ittifakı dediğimiz; yan yana gelme hali. Bu yan yana gelenlerin nasıl adım atacağı ne yönde adım atacağını konuşmamız da gerekiyor. O yüzden topluma öncelikle iki konuda çağrı yaptık. Birincisinde; bir Anayasa zemini yaratalım. Hep birlikte Türkiye'nin bir Anayasasını var etme sürecine ihtiyacı var. Türkiye hala 12 Eylül Anayasası ile yönetiliyor. 12 Eylül Anayasasının arzuladığı şey şuydu; cunta, ben gittikten sonra öyle bir rejim bırakayım ki, benim ruhumu muhafaza etsin, benim aklımı korusun ve bu kurumlarla, otoriter bir rejim her zaman kalıcı olsun. 
 
Türkiye 12 Eylül'den sonra bugüne kadar hep bir demokratikleşme sancısı yaşadı. Bir türlü aşamadı. Sürekli postmodern darbeler yaşandı, 28 Şubatlar yaşandı ve bütün bu otoriterleşmelere karşı bir demokrasi mücadelesi büyütülemedi. Bunun önünde en önemli meselelerden biri de Kürt düşmanlığıydı. Kürtlerin dışında kalan toplulukları Kürtlere karşı konsolide eden bir anlayışın anayasasıdır. İşte Faşizm budur. O yüzden bu düşman hukukunu ortadan kaldırmak, Kürt sorununu çözmek, Türkiye'de demokrasi problemini çözmektir.
 
Ülkenin demokrasi sorununu çözmek Kürt sorununun çözümünden mi geçiyor?
 
 
Yan yana gelip anayasamızı yapacağız. Anayasa şöyle olsun böyle olsun demiyoruz. İnsanların önüne bir Anayasa koymuyoruz. Ama bir Anayasayı yapmak için insanları mücadeleye davet ediyoruz. Bu mücadelenin adı, bir yanıyla müzakeredir
 
Türkiye'nin demokrasi problemini çözerseniz, Kürt problemini de çözersiniz. Şimdi bu demokrasi ittifakı dediğimiz meselenin özünde bu yatıyor. Anayasa yapım süreci aslında bu 12 Eylül hukukuna, otoriter rejime bugünkü haliyle de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine karşı çıkmaktır. O zaman ne yapacağız. Yan yana geleceğiz. Yan yana gelip anayasamızı yapacağız. Anayasa şöyle olsun böyle olsun demiyoruz. İnsanların önüne bir Anayasa koymuyoruz. Ama bir Anayasayı yapmak için insanları mücadeleye davet ediyoruz. Bu mücadelenin adı, bir yanıyla müzakeredir.
 
AKP ve MHP’de bu zemini görüyor musunuz?
 
Hangi siyasetten olursak olalım, hiç önemli değil. İster AKP'li ol, ister MHP'li ol, ne olursan ol. Ama Anayasanı konuşmak zorundasın. Bundan kaçıyorsan, 12 Eylül hukukunun muhatabı sensin. Ama Türkiye'nin demokratikleşmesiyle ilgili kaygın varsa; o zaman bu Anayasa zeminine gelmek zorundasın. Biz herkesi çağırıyoruz. Anayasa bir toplumsal mutabakat meselesidir. Bu devletin bir Anayasası var mı? Var. Ama devlet anayasal bir devlet mi? Hayır. Sırf anayasan olsun diye Anayasa yapmayalım. Devleti anayasal bir devlete nasıl dönüştürürüz? Bu devletin yasaları var mı? Var. Peki bu devlet, hukuk devleti mi? Değil. Bu devlet 12 Eylül'den bu yana insan haklarını ihlal etme konusunda dünya şampiyonu mu? Evet. İşte siyasetçiler cezaevinde, tecrit devam ediyor, gazeteciler cezaevinde. Anayasaya çağrıdır. 
 
 Bir diğer konu Yargı Reformu. Görüşmeler devam ederken Meclis tatile girdi. Meclisin tatilden çıkması için çağrıda bulundunuz. Yargı reformu neden önemli?
 
Demokrasi ittifakında ikinci bir hakta yargı reformu konusunda bir yol temizliği yapmalıyız. Hakikatlerle yüzleşmeliyiz. Yargının bağımsızlığına adım atılmasına yönelik yasaların gerçekleşmesi için bir adım atmalıyız.
 
Bunun çağrısını yaptım; çünkü Meclis anayasası tatile gitmiş, cezaevindekiler hala cezaevinde. Toplumdaki bütün kesimler, hangi siyasetten olursa olsun bu yargı mekanizmasının başlı başına bir adaletsizlik yarattığı konusunda hemfikir. O zaman neden harekete geçmiyoruz, neden o masum insanlar, suçsuz insanlar demokrasi ve barış istedi diye, bu konuda mücadele etti diye cezaevinde olsun?
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit yeniden ağırlaştırıldı? Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Adalet Bakanı “tecridin kaldırıldığını” duyurmuşlardı... Ancak 18 Haziran’dan sonra görüşmeler yeniden kısıtlandı.
 
Sayın Öcalan ile 2 Mayıs'ta görüşmeler gerçekleşti, tecrit bitti deniliyor. 2 Mayıs'taki görüşmeyle tecrit bitmedi. Yoksa tecrit 20 yıldır sürüyor. Dolayısıyla tecride karşı konuştuğunuzda bu 20 yıllık döneme dair konuşacaksınız. Peki 20 yıl boyunca Türkiye nerden nereye geldi? İşte biraz önce bahsettiğim artan sorunlarla otoriter bir rejime sürüklendi, hukuk devletinden bahsedemiyoruz, Anayasadan bahsedemiyoruz. Bu tecritleşme sürecidir. 
 
Tecrit hukuku ayrı bir hukuk. Fotoğrafa bütün olarak bakacaksınız. Bu bir hukuk devleti anlayışıdır. Bu demokratik bir anayasa anlayışıdır. Bu müzakereci bir aklın var edilme sürecidir. Dolayısıyla bu ülkeyi tecritten kurtarmak istiyorsanız, her şeyden önce İmralı size en önemli referanstır. Çünkü orada var edilmiş tecrit, bir hukuksuzluğun yeniden üretilmesidir. Eğer bu devlet bir hukuk devleti olsaydı; bu ülkenin eşit yurttaşlık temelinde bir anayasası olsaydı, bugün bir tecrit hukuku olabilir miydi? Olamazdı. 
 
AYM'nin bireysel başvuruda bulunan "Barış Akademisyenleri"ne yönelik hak ihlali kararına tepki olarak “Anayasa Mahkemesi Terörü Meşrulaştıramaz” başlıklı bildiri yayınlandı. Bir akademisyen olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Özellikle bir akademisyen kimliğimle de çok büyük bir üzüntümü belli etmek istiyorum. Çünkü 1071 tane imzanın bir araya gelmesi ya da 1066 imzanın bir araya gelip ifade özgürlüğüne, barış talebine karşı imza toplaması üniversitenin, üniversite aklının gittiğini gösterir. Üniversitelerin çoraklaştığını gösterir. Bilimsel özgürlüğün temelini oluşturan özgür ifadenin yok sayıldığını gösterir. Bu başlı başına hepimiz için bir kabustur. Çünkü üniversite demek özgür bilim demektir. Özgür bilim demek özgürlük demektir. Her türlü fikrin, ifadenin özgürce ifade edilmesini savunmak demektir. Bu tarih boyunca böyledir.
 
Hatta 12 Eylül döneminde bile üniversiteler bu dönemki kadar baskı yoktu. O dönemde bile 140 hocamız ihraç edilmişti. 1402'lik olmuştular. Ki onlar geri görevlerine döndüler. Ama şimdi üniversitelerden atılanların ve ihraç edilenlerin sayısına bakın ve bu dönemde üniversitenin sürüklendiği yere bakın. Bu hepimiz açısından dramatik bir tablodur. Bütün bunları aşabilmenin yolu ülkeyi bu akıldan kurtarmaktan geçiyor. Demokrasi ittifakı çağrımızın anayasa zeminine oturması ya da bir yol temizliği dediğimiz yargıdaki değişim dönüşüm bu açıdan önemlidir. Bu bütün toplumu aslında rahatlatacak bir adımdır.
 
Bir yandan Federe Kürdistan Bölgesi'ne yönelik başlatılan "Pençe" operasyonları diğer yandan Rojava sınırına sevkiyat, "koridor" ve son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Kuzey Suriye" tehditleri... Ülke savaş politikalarıyla nereye gidiyor?
 
 
Türkiye otoriter rejim ile, savaş mantığı ile, Kürt düşmanlığı ile devam edemez. Bu Türkiye açısından çıkmaz sokaktır. O yüzden bütün siyasete çağrı yapıyoruz; bu savaş politikalarından vazgeçin. Sınıra yığınak yaparak değil ya da 'Pençe harekatları' ile değil. Gerçek anlamda barışı var etmek istiyorsanız barış koridoru değil Kürtlerle barışmanın yolunu arayın 
 
Savaş aklı, nefret söylemi, ötekileştirme, gergin siyaset artık adına ne derseniz deyin devam ediyor. Bir kere iktidar bu algıdan kendisini kurtarmalı. Bu çağrımızı sürekli yapıyoruz. Türkiye bu şekilde devam edemez. Türkiye otoriter rejim ile, savaş mantığı ile, Kürt düşmanlığı ile devam edemez. Bu Türkiye açısından çıkmaz sokaktır. Bu sadece Türkiye açısından değil, Ortadoğu açısından da çıkmaz bir yoldur. O yüzden bütün siyasete bu açıdan çağrı yapıyoruz; bu savaş politikalarından vazgeçin. Sınıra yığınak yaparak değil ya da 'Pençe harekatları' ile değil.
 
Gerçek anlamda barışı var etmek istiyorsanız barış koridoru değil Kürtlerle barışmanın yolunu arayın. Bu çok kolay çünkü Kürtler buna hazır. Her şeye rağmen buna hazır. Geride bıraktığımız 40 yılın bedellerine rağmen bütün yaşanmış acılara rağmen Kürtler barışmaya hazır. Bundan daha elverişli bir siyasi iklim dünyanın hiçbir yerinden olmamıştır, olamaz da zaten.
 
Bu noktada Sayın Öcalan'ın 'Kürtler Türksüz, Türkler Kürtsüz olamaz' ifadelerini hatırlatmakta fayda var. Bu aslında neden önemli; bütünleşik sosyolojiyi belki de en doğru okuma hali.  Yani bu meseleyi ortak vatanda demokratik cumhuriyet olarak tanımlamanın bir başka halidir. Bunu iyi anlamak ve bu sosyolojiye uygun siyaseti konuşmak çok kıymetli. O yüzden tecrit kalkmalıdır, o yüzden İmralı'ya sadece avukatları değil, bütün bu meseleleri konuşabilecek herkes gitsin. Ya da mektubunu yazsın, mektubu gelsin, mektup göndersin. Bir basın mı gidecek, gitsin. Bir görüşme mi yapılacak, yapılsın. Çünkü önemli bir tespittir. Bu tespit çözüm üreten bir tespittir.
 
 Yerel seçimlerin yansımaları halen sürüyor. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan ve Bahçeli bir araya geldi. Bir seçim yenilgisi var mı?
 
Var; Erdoğan bu yenilgiyi kabul etmiyor. Yokmuş gibi davranıyor ama hem 23 Haziran’da hem de 31 Mart'ta AKP-MHP bloğu yenilmiştir. Bu siyaset toplumsal zeminde meşruiyetini yitirmiştir. Artık kabul görmediklerini kendilerinin de anlaması gerekmektedir. Bu siyaset böyle devam edemez. Bu siyasette ısrar daha fazla baskıdır, daha fazla şiddet, daha fazla şiddettir. 23 Haziran’da bu iradeyi ortaya koyanlar bu baskıya, şiddete karşı gelip iradesini güçlü bir şekilde ifade etmeye devam edecektir. İşte 'Demokrasi İttifakı' bu yönde bir çağrıdır. Bu AKP-MHP bloğunun dayattığı rejim dayattığı sistem Türkiye’nin hayrına değildir. 
 
Biz bu anlamıyla hem iktidarı hem de parlamentoyu uyarmaya devam ediyoruz. Parlamentodaki bütün partiler inisiyatif almalıdır. Yasama üzerine düşen görev gereği atması gereken adımları demokrasi adına atmak zorundadır. Cumhurbaşkanının MHP Genel Başkanını ziyaret ederek ortaya koymuş olduğu fotoğraf aslında AKP-MHP siyasetine, parlamentodaki bu gruplara vesayet fotoğrafıdır. Bu fotoğrafa parlamento itiraz etmelidir. Bu savaşın, şiddetin süreceğine dair bir ittifakın iman tazelemesidir. Bu ülkeye dayattıkları zulme son vermek lazım. Her seferinde savaş çığırtkanlığı yaparak her seferinde bomba olacağız patlayacağız demek yerine, bu halkın bu toplumun sorunlarını çözüm üretmek gerekmektedir. İnsanlar ne istiyor? Aş istiyor, iş istiyor, barış istiyor. Bunu kim yapacaksa o iktidara gelmelidir. Ya da iktidar bugün acilen bu savaş ve şiddet aklından kendisini acilen kurtarmalıdır.
 
Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmesi bu seçim yenilgisinin sonucu mu? Öcalan 30-40 güne işaret etmişti...
 
Sayın Öcalan, en son görüşmesinde 30-40 güne bakarız diyor. Herkes bu açıklamayı seçim sonuçlarına bakarak söylendiğini düşündü. Ama orada iktidarın yürüteceği siyasete işaret ediyor. Yani iktidar savaşta ısrar mı edecek yoksa demokratik bir müzakereye yüzünü dönecek mi? Bunu söylerken de aslında İstanbul seçimleri sonucunu Sayın Öcalan zaten tahmin etmiş. Yani İstanbul seçiminin sonucunun nasıl olacağının mesajını göndermiş. 30-40 gün sonra göreceğini söylemesi; İstanbul seçiminin yorumudur. 30-40 gün sonra görürüz dediği anda iktidarın seçimi ciddi anlamda kaybedeceğini ve bu kaybetmeye rağmen nasıl bir hatta yürüyeceğini test etmeye dair bir şeydi. 
 
Kaybettikten sonra iki şey var. Ya kaybetmiş olmayı yok sayarak savaş politikalarında ısrar ya da kaybetmekten dolayı kendisine verilen mesajdan dersler çıkarmak. Şu an için bir ders çıkardığını göremiyoruz. Her seçimde halk kendi iradesini sandıkta gösterir. Orada sadece bir belediye başkanı seçmezsiniz. Onun ötesinde siyasi tablo size bir mesaj verir. İstanbul seçimi bu mesajı çok net bir hale getirdi. Çok belirgin hale getirdi. Hatta sonrasındaki kamuoyu araştırmaları bu netliğin daha da derinleştiğini gösteriyor. Şimdi iktidar bu tabloyu doğru bir şekilde okusaydı, bugün “Pençe Harekâtı” ile Suriye sınırındaki yığınaklarla karşılaşmazdık. Tam tersine bölgede daha çok çözüm üreten bir çabayı görürdük. Ya da S-400 konusunda böyle bir yaklaşım görmezdik. Kıbrıs konusunda böyle bir yaklaşım görmezdik. 
 
Her konunun birbiriyle olan bağlantıları ile beraber baktığımızda Kürt sorununda da böyle bir yaklaşımı görmezdik. Dolayısıyla bugün baktığımızda 30-40 gün sonra görürüz dediği, kaybettikten sonra ne yapacak dediğine çıkıyor. Kaybetti, savaş politikalarında ısrar ediyor. Sayın Öcalan’ın gönderdiği mesajları yorumlamak önemli. Dar bir çerçevede okumak değil, bütün siyasi atmosferi ele almak, bütün gelişmeleri değerlendirmek konusunda çok büyük bir önem arz ediyor.
 
 DTK ve HDK ile tüm bileşenlerinizin imzasının bulunduğu ortak bir açıklama yaptınız. Demokrasi ve barış çağrınızı bir kez daha yenilediniz. AKP savaş politikalarından vazgeçer mi? CHP bu konuda neler yapmalı?
 
Demokrasi ve barış konusunda herkes bir şey yapmalı. Türkiye’nin ve Türkiye halklarının artık tahammülü kalmamıştır. Artık bu sarmalın içerisinden çıkma konusunda herkes bir şey yapmalı. AKP-MHP bütün bu sorunların kaynağıdırlar. Sorun yaratmaya devam ediyorlar. Sorundan beslenerek iktidarda kalamaya devam ediyorlar. Buna son vermekte öncelikle onların sorumluluğundadır. İktidar, çevresinde meydana gelen sorunları görmezden gelme lüksüne sahip değildir. 
 
 
 Rojava’dan Türkiye’ye bir tehdit yok. Tam tersine eğer Kürtler ile barışılırsa sadece Rojava için değil, Suriye için de çözüm üretecek, Türkiye için de çözüm üretecek. Suriye’ye yığınak, Güney'e harekât, hem Kürtlerin kendi iç ilişkilerine müdahalelerle ortalık bir yangın yerine çevrilmeye çalışılıyor
 
Ortada çok can yakıcı, can alıcı sorunlar vardır. Bunları çözmekle de mükelleftirler. Çözemiyorlarsa da zaten iktidar olamazlar. Bu savaşı körüklemek kabul edilebilir bir durum değildir. Evet, tespit doğru, sorunun kaynağıdırlar ama o sorunun kaynağını bir kere sorundan azade edecek yaklaşım söz konusu değil. Sorumlusunuz, gereğini yapın. Gereği neyse yapın, yapamıyorsanız, o makamları boşaltın. Bu sorumluluk gereği bir kere o sevkiyatları durdurun. Bunları durdurabilirsiniz.
 
Çünkü, Rojava’dan Türkiye’ye bir tehdit yok. Tam tersine eğer Kürtler ile barışılırsa sadece Rojava için değil, Suriye için de çözüm üretecek, Türkiye için de çözüm üretecek. Bu kadar çıplak ortada duruyor.  Tam tersine Suriye’ye yığınak, Güney'e harekât, hem Kürtlerin kendi iç ilişkilerine müdahalelerle ortalık bir yangın yerine çevrilmeye çalışılıyor. İktidarlar yangını söndürmekle mükellefler. Siyaset budur. Burada militarist çözüm yerine politik çözümleri üretmek lazım.
 
İktidarın sorumlu olduğu alan da bu. İktidar bunu yapmıyor, muhalefetin de kenara çekilip seyredecek hali yok. O yüzden Türkiye’de başta CHP olmak üzere bütün muhalefet partileri parlamentoda olsun veya olmasın, bütün STK’lar, sendikalar, tüm toplumsal muhalefet iktidarı zorlamalıdır. İktidar da toplumdan gelen bu sese kulak vermek zorundandır. Kulak vermeyen, topluma sırtını dönen, sırtına tekmeyi yer. O yüzden muhalefet bir kenara geçip oturamaz. Ya da muhalefet halkın sorunlarını çözerken onları birbirinden ayıramaz. Başta CHP olmak üzere kendisi de bizim gibi birçok yerelde iktidar, dolayısıyla yerel iktidar olmanın da sorumluluğunu taşıyor.
 
Ortak açıklamanızda “Demokratik Ulusal Birlik” vurgusu vardı. Kürtlerin ulusal birliği neden önemli?
 
Demokratik Ulusal Birlik çağrısı her şeyden önce farklı coğrafyalarda olsa da bir duygusal, ulusal birlikteliği işaret eder. Dolayısıyla bu anlamıyla hangi coğrafyada olursa olsun, bunun bir parçası olan tüm Kürtler bu duygusallığın gereğini ve ulusal birliğin gereğini yapmalıdır. Mesele barışsa; Kürtler arasında bir çatışma ortamı hiç kimsenin kabul edilebileceği bir durum değildir. Olmaması gerektiğini herkes söylüyor. Ama bu yeterli değil. Çatışmamaların olmaması yeterli değil. Bunun ötesinde ortak duyguya talip olarak birlikte hareket etmekte büyük bir önem taşıyor. Çünkü şunu biliyoruz ki; tüm bu bölgedeki savaş politikaları hangi coğrafyada yaşıyorsa yaşasın Kürtleri hedef alıyor. Ve bunun en büyük mağduru Kürtler oluyor. Oysa Ortadoğu barışının sağlanmasında en önemli özne Kürtler. Bunu sağlamaya yönelik çaba göstermek gerekiyor. Bunun için birlikte hareket edilmesi büyük bir önem taşımaktadır.
 
MA / Özgür Paksoy