HDP'li Özsoy: Barış yolunun İmralı’dan geçtiğini herkes biliyor

img

ANKARA – HDP’li Hişyar Özsoy, Rojava’daki gelişmeleri ‘beka sorunu’ olarak gören Türkiye’nin S-400’leri Rojava’nın statüsünü engellemek için bir koz olarak kullandığını söyledi. Bu bakış açısı yerine Kürtleri yeni Ortadoğu’da birlikte çalışılabilinecek bir partner olarak görmek gerektiğini vurgulayan Özsoy, bunun ilk adım olarak ise, “Barış yolunun İmralı’dan geçtiğini herkes biliyor” diyerek, tecrit altındaki Öcalan’ı işaret etti.

Yerel seçimler sonrası, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve bu talebin karşılanması ile birlikte devam eden açlık grevlerinin sonlanması için Avrupa’da bazı temaslarda bulunan Hakların Demokratik Partisi (HDP) Dış İlişkilerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik tehditlerini değerlendirdi.
 
‘ERDOĞAN LİDERLİĞİNDE OLUŞMUŞ BİR ANTİ KÜRT İTTİFAK VAR’
 
Hükümetin seçimlerden önce bu tür söylemleri yaygınlaştırmasının basite alınamayacağını söyleyen Özsoy, “Mesele sadece Erdoğan değil. Erdoğan liderliğinde oluşmuş bir anti Kürt ittifak var. Rojava’daki gelişmeleri Türkiye için bir beka sorunu olarak gören kesimler var. Hepsi yan yana gelmiş durumda. Eskilerin devrettikleri yapılar, Ergenekon, MHP, Mehmet Ağır’dan tutun Tansu Çiller’e kadar baya geniş yaygın bir koalisyon oluşmuş durumda. AKP ile devletin sahipleri arasında yapılmış olan bir ittifak söz konusu. Dolayısıyla fırsatını bulurlarsa uluslararası, bölgesel konektörünü oluştururlarsa Rojava’nın başka bölgelerine saldırıda bulunabilirler. Bunun zeminini yoklamaya çalışıyorlar” dedi.
 
‘EKONOMİK ANLAMDA CİDDİ SIKINTIDALAR’
 
Özsoy, Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye dönük operasyon planına dair denklemi şu ana kadar istediği şekilde kuramadığını da ifade etti.
 
Özsoy, “Fakat çok yoğun bir şekilde çabalarını sürdürüyor. Ama şuan için ekonomik anlamda ciddi bir sıkıntıdalar. Finans durumlarının desteğine ihtiyaçları var. Bunların çoğu Amerika’dan geçiyor. Amerika’yı bu işgalin bir parçası kılamazlarsa, bunu yapabilme imkanları şuan için görünmüyor. Şuan kurulmakta olan derin devlet, yeni devlet bütün bunlar bizim ‘faşizmin kurumsallaşması’ olarak da tarif ettiğimiz yapının en temel gündemidir. Net bir şekilde Rojava’da Kürt öz yönetiminin çıkmasını kendilerine bir beka sorunu olarak görüyorlar” diye konuştu.
 
‘AMERİKA ÇIKMA NİYETİNDE DEĞİL’
 
“Rojava’da Rusya’nın tavrı, Esad’ın tavrı tabi ki önemli. Esad, Kürtlere teslimiyet dayatıyor. Amerika’nın oradan çıkması demek önemli oranda kartların yeniden dağıtılması demektir” diyen  Özsoy, devamında şunları söyledi: “Amerika çekilirse Kürtler hem Esad’ın, hem de Türkiye’nin kısmen de İran’ın baskısı altında kalacaklar. Diğer taraftan Amerika’nın seçim takvimi var. Süriye savaşı 8 yıldır devam ediyor. Gelecek sene seçimler var. Trump, çok büyük bir ihtimale bir daha seçilmeyecek. Amerika’nın nın belli bir devlet politikası var. Trump döneminde bunu yapmazlarsa Amerika, Ortadoğu’da belli bir denge kurulana kadar Suriye’den çıkmaya niyetli değil.”
 
‘SURİYE ORTADOĞU’NUN KÜÇÜK BİR FOTOĞRAFI’
 
Neredeyse her gücün Suriye savaşı içerisinde olduğuna dikkat çeken Özsoy, Suriye’nin Ortadoğu’nun küçük bir örneği, küçültülmüş bir fotoğrafı olduğunun da altını çizdi. Özsoy, bu duruma dair “Hemen hemen bütün sorunlara değen ve sorunların siyasi dinamiklerini, askeri dinamiklerini değiştirebilecek bir konumda. Bu nedenle bir türlü çözülemiyor. Yoksa mesele basitçe İdlib’in alınması, diğer tarafın verilmesi meselesi değil. Askeri bir mesele değil. Savaş çoktan bitmiş. Bu anlamda Suriye nasıl kurulursa önümüzdeki yüzyıl Ortadoğu’nun siyasi coğrafyasının anahtarı durumda. Suriye’de kazanan, Ortadoğu’da da kazanacak” ifadelerini kullandı.
 
‘ASIL MESELE S-400 DEĞİL, STATÜ ENGELLEMEK’
 
Özsoy, Türkiye’nin NATO ve Amerika’nın da gündeminde olan S-400 meselesini ise bir pazarlık unsuru olarak kullandığını dile getirdi.
 
Türkiye’nin Amerika’ya, ‘Sen oradan çıkıp PYD’yi, Rojava’yı bana teslim etmezsen, ben de Ruslarla anlaşırım ve S-400’leri alırım’ dediğini belirten Özsoy, bu duruma ilişkin şunları söyledi: “Yarın Amerika bunu kabul etmeyip çıkarsa ve Türkiye’nin önünü açarsa S-400’li almama karşılığında Türkiye’nin kaybedecek neyi var? Rojava’da statüyü engellemek için çok büyük bir bedel değil bu devlet için. S-400’lerdeki asıl mesele, Türkiye için hava savunma sistemi almak değil. Rojava’daki statüyü engellemek. Bunu bir koz olarak kullanıyor. Cumhurbaşkanı’nın sözcülerinden bir isim ‘asıl mesele S-400 değil, asıl mesele PYD meselesi’ dedi. Bunu böyle bilmek lazım.” 
 
‘KÜRTLERİ BİR PARTNER OLARAK GÖRMEK GEREKİR’
 
“Kürtlerin Rojava’da statü elde etmesine Türkiye’nin güvenliğine dönük bir tehlike olarak bakmak yerine, Kürtleri yeni Ortadoğu’da birlikte çalışılabilinecek temel bir partner olarak görmek gerektiğinin” altını çizen Özsoy, “Bu çerçevede Türkiye’deki Kürt meselesi de belli demokratik koşullar altında bir çözüme kavuşturulabilir. Çok uzak bir şeyden bahsetmiyoruz. 2013-2015 yılları arasındaki barış sürecinin temeli aslında buydu. Fakat birçok vesileyle bunu bir şekilde dağıttılar. Şuan savaş zırhları kuşanmışlar, fırsat kolluyorlar. Yapabilirler mi bilmiyorum. Hepsi müzakere meselesi” diye konuştu.
 
‘ÖCALAN’IN ROJAVA ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİ HER KES ÇOK İYİ BİLİYOR’
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle devam eden açlık grevine de değinen Özsoy, şöyle konuştu: “Burada mesele basitçe bir hukuki mesele değil. Leyla Güven de, diğer arkadaşalar da, herkes çok iyi biliyor ki bu kadar çok insanın cezaevinde olmasının sebebi barış sürecinin sonlandırılıp, savaş konseptine geçilmesidir. Dolayısıyla Türkiye’nin Kürt meselesine bakışında genel anlamda bir dönüşüm olmazsa, kimse o cezaevlerinden de çıkamayacak. Bunun için kendi şahsi taleplerini gündemleştirmiyorlar. Barış yolunun İmralı’dan geçtiğini herkes biliyor. Sayın Öcalan’ın Kürt siyaseti ve Rojava üzerindeki etkisini herkes çok iyi biliyor. Daha önce resmi olmasa da devletle bir takım görüşmeler yürütülmüştü. Hatırlarsanız çözüm sürecinin bitirilmesiyle tecridin başlaması eş zamanlı oldu. İnsanların bu kadar tecridin bitirilmesi konusundaki ısrarının altında aslında kapatılan barış sürecinin, alanın tekrar açılması var. Ve bu kadar meşru, haklı bir talep olamaz ki. Hal böyle olunca tecridin kaldırılması önemli ama Türkiye devleti eski fabrika ayarlarına dönmüş durumda ve saldırgan. Dolayısıyla ne kadar bir konsept değişikliğine gider, bunun zemini ne kadar olur bu biraz da Suriye’deki gelişmelerin alacağı nihai şekille de ilgili. Biz HDP olarak gece gündüz ailelerle birlikte, diplomatik alanlarda, başka alanlarda basında bir şekilde bu açlık grevi eylemlerinin talepler yerine getirilerek sonlanması için tüm çalışmalarımızı hızlandırdık.”
 
‘BÜTÜN ENERJİMİZİ AÇLIK GREVLERİNE YOĞUNLAŞTIRACAĞIZ’
 
Özsoy, açlık grevlerine dair Avrupa’da yaptıkları görüşmelere dair de bilgiler verdi. MYK toplantısından sonra çok yoğun bir şekilde diplomasiye başladıklarını belirten Özsoy, ilk önce aynı zamanda üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Parlamentosu olan Parlamentolar Arası Birlik (İPO) ile görüştüklerini belirtti.
 
İlgili komisyonlarda hem de Genel Kurul’da konuyla ilgili, özellikle Leyla Güven’in durumu ile ilgili yoğun tartışmalar yürütüldüğünü aktaran Özsoy, “Türk delegasyonu protesto ederek Genel Kurul’dan ayrıldı. Çok yaygın bir şekilde meselenin ne olduğunu, tecridin kanunsuz olduğunu anlatabilme zeminini yakaladık. Oradan Avrupa Konseyi’nden bir heyetle birlikte İşkenceyi Önleme Komitesi’yle (CPT), Avrupa Genel Sekreteri’yle, Avrupa Konseyi’nin Parlamento Başkanı’yla, yine sosyalist grubun başkanıyla ve onun dışında raportörlerle, yani görüşebildiğimiz herkes ile görüşmelerimizi yürüttük” dedi.
 
‘TECRİDİN KALDIRILMASI TALEBİNİ MEŞRU GÖRÜYORLAR’
 
Görüştükleri kurumların İmralı’daki tecridin hem Anayasa hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) açıkça aykırı olduğu yönündeki kararını, bir karar tasarısıyla ‘parlamento kararına’ çevirdiğini de paylaşan Özsoy, “Onu da acil bir gündem maddesi olarak Genel Kurula getirmiştik. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri de, Parlamento Başkanı da tecridin kaldırılması talebinin siyasi ve ahlaki olarak meşru, tecridin hukuki açıdan aykırı olduğunu açık bir şekilde ifade ediyorlar. Türk yetkililerine de bir takım mektuplar gitmişti. Biz de seçim sonrası yaptığımız görüşmelerde bu girişimlerin hızlanması, daha etkili olması ve sonuç alması gerektiğini çünkü artık açlık grevlerinde zamana karşı bir yarışın olduğunu, her an çok kötü haberlerin gelebileceğine dair kaygılarımızı, taleplerimizi çok net bir şekilde ifade ettik. Nisan ayı içerisinde sonuç almaya yönelik olarak kimin elinden ne geliyorsa yapması gerektiğini ifade ettik” diye belirtti.
 
‘TALEBE YOĞUNLAŞILMASI KONUSUNA ISRARCI OLDUK’
 
Özsoy, son olarak şunları aktardı: “Bizler kimsenin ölmesini istemediğimizi, açlık grevinde olanların da ölmek gibi bir gayesinin olmadığını, aslında yaşamak istediklerini aktardık. Aslında Leyla Güven bunu net ifade etmişti. ‘Daha iyi yaşamak için böyle bir yolu tercih etmek zorunda kaldık’ diyor.  Zorunda kalmakla ilgili bir durum olduğunu, siyasal mücadele alanlarının tıkandığı, özellikle cezaevlerinde insanlar maalesef kendi bedenleriyle siyasal mesaj vermek durumda kaldıklarını ifade ettik. Dolayısıyla açlık grevlerinin bir yöntem olarak doğruluğunu, yanlışlığını tartışmanın ötesinde, bütün ilgili kesimleri talebin kendisine yoğunlaşması gerektiği konusuna ısrarcı olduk."
 
MA / Zemo Ağgöz – Diren Yurtsever