HDK: Tecridin kırılması barış ve demokrasi için elzemdir

img
İSTANBUL -  HDK, 10 Şubat’ta yapılan Genel Meclis Toplantısı’nın sonuç bildirgesini açıkladı. Birçok sorun başlığına değinilen bildirgede süren tecrit ve açlık grevlerine ilişkin "Tecridin kırılması, barış ve demokrasi mücadelesi bakımından elzemdir. Çünkü, sadece tek tek kişilerin değil, tüm toplumun iradesi tecrit altına alınmak istenmektedir" denildi. 
 
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), 10 Şubat günü İstanbul’da düzenlenen 9’uncu Dönem 1’inci Genel Meclis Toplantısı’nın sonuç bildirgesini açıkladı. Yazılı bir açıklama ile yayınlanan sonuç bildirgesinde, yeni HDK Yürütmesi’nin seçildiği, çalışma alanları çerçevesinde meclisler ve komisyonların yeniden oluşturulduğu ifade edildi. 
 
Dünya kapitalist sisteminin bir kriz içerisinde olduğunu belirtildiği bildirgede, “1990’larda tarihin sonu tezleriyle piyasaya sürülen liberal-demokrasi efsanesi çökmeye yüz tutarken, tüm Dünya’da yeni faşizm dalgası yükselmeye başlamıştır. Türkiye’de ise Saray-AKP-MHP üçgeninde örgütlenen faşizm ülke ve bölge haklarına, emekçilere ve ezilenlere saldırılarını her geçen gün yoğunlaştırmaktadır. Kültürel, toplumsal ve siyasal düzlemde tek millet-tek din-tek mezhep esasına dayalı, cinsiyetçi ayrımcı ve kutuplaştırıcı politikaları derinleştirirken sermayenin önünü alabildiğine açan, emekçilerin kazanılmış tüm haklarını gasp eden, iktisadi krizin yükünü geniş halk katmanlarının sırtına yükleyen AKP-MHP ittifakı şimdi de bekâ söylemine sarılarak muhalif sesleri bastırmak istemektedir” denildi. 
 
‘GÜVEN KARANLIĞI YIRTIP IŞIK OLUYOR BİZE’
 
Rejimin söz konusu “bekâ” söylemini tahkim edecek biçimde savaş politikalarına sarıldığı, barış talebini dillendirenleri ise kriminalize edildiği vurgulandı. Sadece barış istedikleri için KHK’lerle ihraç edilen Barış Akademisyenleri’ne verilmeye başlanan cezaların bunun açık göstergesi olduğuna dikkat çekildi. 
 
Bildirgede “Demokratik siyaseti ve barış içinde bir arada yaşamı savunan binlerce kişinin ve halkın iradesi olan milletvekillerinin hapishanelere doldurulması, mutlak tecride maruz bırakılması bunun açık göstergesidir. İşte, başta Leyla Güven olmak üzere siyasi tutsakların başlatmış ve sürdürmekte oldukları açlık grevini, bu karanlığı yırtmak yolunda bizlere ışık oldukları için selamlıyoruz” ifadelerine yer verildi. 
 
‘TÜM TOPLUM TECRİT ALTINDA’
 
Savaş politikalarının sonuçları ve tecridin, toplumsal yaşamımızın bütün alanlarında kendisini gösterdiğinin altı çizilen bildirgenin devamında şunlar kaydedildi: 
 
“İktidarın bütün yaşamımızı kuşatmaya yönelen politikalarının bir tezahürü olan tecridin kırılması, barış ve demokrasi mücadelesi bakımından elzemdir. Çünkü, sadece tek tek kişilerin değil, tüm toplumun iradesi tecrit altına alınmak istenmektedir. Bunun bir parçası olarak, İmralı’da yaşanan tecridin kırılmasının, ülkemizde süregiden demokrasi ve barış mücadelesine katkıda bulunacağı açıktır. Açlık grevleri karşısındaki sessizliğin aşılması için girişimlerde bulunulması, itirazlarımızın yükseltilmesi her geçen gün daha acil hale gelmektedir.
 
Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın, hayat pahalılığı ve artan enflasyona yönelik tepkilere karşı sarf ettiği ‘Ne diyorlar patlıcan, sivri biber; düşünün bir merminin fiyatı nedir?’ cümlesi, savaşa karşı tutum almanın en haklı gerekçelerinden birini olanca çıplaklığıyla göstermektedir. Zira, savaş koşullarında kaynaklar halkın ihtiyaçları için değil, silahlanma için harcanır. Savaşlarda, halkın en temel yaşamsal talepleri görünmez kılınmak istenir. Tüm toplumsal çelişkiler, memnuniyetsizlikler, ezme ve sömürme pratikleri, ayrımcılıklar, söz konusu olan savaşsa ‘teferruat’a indirgenir.
 
SÜRİYE'DE ÇÖZÜM HALKLARIN LEHİNE OLMALI 
 
Bugün Suriye savaşında gelinen aşama itibarıyla, silahlı çatışmalarda bir gerileme yaşanmakta, siyasal bir çözüm arama yönünde kimi eğilimler açığa çıkmaktadır. Halkların Demokratik Kongresi, Suriye’de yaşayan tüm halkların, haklarıyla birlikte, barış içinde var olmasına zemin sağlayacak bir siyasal çözümü kuşkusuz olumlu karşılamakta, böylesi bir çözümün, hem ülkemizde hem de tüm bölgede kalıcı bir barışa hizmet edebileceğini kabul etmektedir. Ancak bunun, küresel/bölgesel kimi güç odakları tarafından kendi tercih ve çıkarları ekseninde şekillendirilen arayışlarla değil, Suriye’de yaşayan tüm halklar lehine ve onların öznesi olacağı bir süreçle mümkün olabileceğini de bilmektedir.
 
 
Lakin Saray-AKP-MHP ittifakı, Suriye halklarının yaşam alanlarına yönelik işgal tehditlerinden, tampon bölgedeki rolüne dair sürdürdüğü pazarlıklardan ve benzeri arayışlardan açıkça anlaşılacağı üzere, savaşın bölge halkları lehine sonuçlanmasına karşı hamleler yapmaya devam etmektedir. Çünkü, Suriye savaşını ve sonuçlarını iktidarını mutlaklaştırmanın bir aracı olarak iç ve dış politikada sonuna kadar kullanmaktadır.
 
TÜRKİYE GÖÇMENLER İÇİN APARTHEİT DUVARI İŞLEVİ GÖRÜYOR
 
Son olarak AİHM’nin Cizre kararı örneğinde gördüğümüz üzere, kendisinin de ağır sorumluluğu olan ve muazzam boyutlara ulaşan göç ve insani dramı, ülkede ve bölgede işlediği insanlık suçları karşısında Avrupa ve Dünyanın suskun kalması için kullanmakta ve sonuç almaktadır.  Saray-AKP-MHP ittifakı eliyle Türkiye, Suriye’li göçmenler için adeta bir Apartheit duvarı işlevi görmektedir. Bunun yanı sıra, ülkeyi içine sürükledikleri ideolojik, politik iklimin bir sonucu olarak açığa çıkan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, tıpkı Esenyurt’ta gördüğümüz üzere, Suriyeli mültecilere yönelik linç girişimlerinin ve bu türden saldırıların zeminini oluşturmaktadır.
 
REJİM CİNSİYETÇİ ZİHNİYET KODLARI İLE DONANMIŞ 
 
AKP/MHP ittifakının şiddeti siyasetin ekseni haline getiren, koruyan ve kollayan politikalarının toplumun her alanına nüfuz etmesiyle kadına, çocuğa, LGBTİ+’lere yönelik şiddet de gün be gün artmaktadır. Cinsiyetçi zihniyet kodlarıyla donanmış rejimin yargısı verdiği kararlarla, cezasızlık uygulamalarıyla, istismarcılara af girişimleriyle kadına, çocuğa, LGBTİ+’lara yönelik şiddeti meşrulaştırmaktadır.
 
AKP SANKİ 16 YILDIR İKTİDAR DA DEĞİL 
 
AKP iktidarı, yerel seçimlere doğru sanki 16 yıldır iktidarda değilmiş ve sorumlusu kendisi değilmiş gibi kentlerin mevcut yapılaşmasından memnuniyetsizlik ifade eden sahte bir duyarlılık söylemi üretmektedir. Oysa daha birkaç gün önce Kartal’da binanın yıkılması sonucu yaşanan göçük AKP’nin insanı, doğayı, hayatı hiçe sayan yağma ve rant temelli kentsel politikalarının neticesidir. Söz konusu iki yüzlü politikanın geldiği yer bir yandan kentlerdeki yapılaşmadan rahatsızlık dile getirilirken diğer yandan sermaye kesimlerine yeni rant ve değerlendirme alanları açılması, imar aflarıyla rant sahiplerinin ödüllendirilmesidir.
 
 
TÜM MUHALEFET GÜÇLERİNİ ORTAK MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUZ
 
Önümüzde 31 Mart yerel seçimleri bulunmaktadır. Bu seçimler, hem kayyumlarla halkın iradesinin gasp edilişine güçlü bir cevap vermek, hem de 24 Haziran’da 'Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi' adı altında kurumsallaşan AKP-MHP-Saray faşizan rejiminde çatlaklar yaratmak, meşruiyetini sorgulatmak için önemli bir fırsattır. Halkların Demokratik Kongresi, hem bu fırsatın emekçiler, ezilenler ve Türkiye halkları lehine kazanımla sonuçlanması için, hem de seçimleri aşan bir demokratik kamusallığı birlikte inşa etmek için tüm muhalefet güçlerini ortak mücadeleye çağırır. Bu noktada Kürt sorununu görmezden gelerek, bu konuda sessiz kalarak yapılacak siyaset eyleme tarzlarının, toplumsal demokrasiyi inşa etmek bakımından eksik ve hasarlı olacağına vurgu yapar.
 
Halkların Demokratik Kongresi, AKP-MHP ittifakında hayat bulan yeni faşizme karşı yeni bir ruhla mücadeleyi büyütmek, farklı mücadele alanlarını birbiriyle teğelleyerek toplumsallaştırmak, yeni yollar ve yeni patikalar bularak demokratik, eşit, özgür toplumu inşa etmek yolundaki tarihsel yürüyüşüne kararlılıkla devam edeceğini ilân eder.”