Meclis’e çatışmaları bitirmeye dair karar alma çağrısı 2024-12-19 18:16:02   ANKARA - Kürt  halkının inkarının Meclis’te çıkarılan yasalar ile başladığını ve büyüdüğüne işaret eden DEM Partili Nevroz Uysal Aslan, Meclis’in sorumluluk alıp çatışmaları durdurma iradesi göstermesi gerektiğini belirtti.    Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Şirnex Milletvekili Nevroz Uysal Aslan ve Hüseyin Olan, Meclis Genel Kurulu’nda görüşülen 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi kapsamında konuştu.   Roboskî Katliamına işaret eden Nevroz Uysal Aslan,  bu tür katliamların, “Devlet stratejisi” olduğunu ifade etti. Kürt sorununa da değinen Nevroz Uysal Aslan,  “Kürt sorunun bir yönü, Kürtlere hiç yer verilmemesi yani inkâr. Cumhuriyetin kuruluşundan hâkim millet mahkûm millet ayrımı gözetilerek Kürtler hep hukuk dışına itildi. Havadan suya her şey hukuka konu edildi ancak Kürtlere yer verilmedi. Bu hâliyle, 1923'ten itibaren Kürtlerin hakları, varlıkları yok sayıldı. Kültürleri, edebiyatı, tarihi, müzik, resim, bilim yani her şeyiyle hukuk dışına itildi. Kendilerine ait hiçbir hukuki belge ve statüye imkân tanınmadı, kimlikleri ulus hâline dönüşmede yasa dışı ve hukuksuz kalındı. Hukukla hiçbir ilişkisi olmayan, tanımsız, adsız bir kimliğe mahkûm edilmek istendi ve hukuk öyle muazzam bir silah, öyle bir güç aracı olarak kullanıldı ki yok dediğini var etmek için çok büyük bedeller vermek gerekti” dedi.   ‘ÖZEL YASALAR, YARGILAMALAR’   Kürtlerin kolektif haklarının kabul edilmediğini belirten Nevroz Uysal Aslan, “Hukukta yasal düzenlemeler eliyle bu açık, hukuk dışı sayılma hâlinin, hukuka içerilmiş hâliyle yani meşrulaştırılması... Hukuk asimilasyoncu, inkârcı sistemin aracı olarak Kürtlerin yok olduğuna bir ispat aracı, yok olmasına dair türlü politikaların bir meşrulaştırma aracı olarak kullanıldı. Hukukun gayrimeşru saydığı, düzenlemelerle tasdik ettiğine bu şekilde bir meşruiyet zemini yaratıldı. Mesela Kürtlerin uğradığı katliamlarda özel yasalar, özel yargılamalar hukuk adı altında gerçekleştirildi”    ‘TÜM TOPLUMA YAYILDI’   Takrir-i Sükûn Yasası, İstiklal mahkemeleri, KCK yargılamaları, dokunulmazlıkların kaldırılması, Kobanê yargılamaları  ve İl Özel İdare Kanunu'ndaki 11/c maddesine işaret eden Nevroz Uysal Aslan,  “İşte bu her iki hukuk hâli, Kürtlerin hukuk dışılaştırılması, haklarının tanınmaması, yasaklanmasıyla birlikte kendilerine uygulanan özel hukuk aslında bugüne kadar gelen Kürt meselesi dediğimiz sorunun ta kendisi. Bu hukuk dışılık, hukukun araçsallaştırılması hâliyle yaratılan şiddet sadece Kürtleri değil, tüm toplumu bir bütünen sardı” diye konuştu.   ‘DARBELERE YOL AÇTI’   Hukuk dışılığın OHAL ve 15 Temmuz darbesine yol açtığını ifade eden Nevroz Uysal Aslan, “Meclis işlevsizleştirildi, kanun hükmünde kararnameler dönemine geçildi. KHK'lerle 100 binin üzerinde kamu emekçisi ihraç edildi, akademisyenler üniversiteden kovuldu, 5 binin üzerinde sivil toplum kuruluşu, medya organları kapatıldı, binlerce tutuklama ve gözaltı yaşandı. İktidarın ‘lütuf’ diye ifade ettiği darbe girişimini de bir fırsata çevirerek belediye başkanlarının meclis yönetimince görevden alınmasını kolaylaştıran 674 sayılı OHAL KHK'si çıktı, 2016'da da bu KHK hukuka ve Anayasa'ya aykırı bir biçimde kanuni düzenlemelere eklemlendirildi. İşte, Kürdistan’a, Kürt iradesine üç dönemdir atanan kayyum hukuksuzluğu sadece Kürtleri değil; bugün, İstanbul seçmenine de bir darbe olarak indi”  ifadelerini kullandı.   ‘SAVAŞ MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRÜLMEK İSTENDİ’   Nevroz Uysal Aslan, şöyle devam etti: “Hukuk ve ceza infaz sistemindeki etkilere bakarsak 1999 sonralarında millî İmralı politikaları tamamen ceza ve hukuk sistemini belirler hâle geldi. 2005 yeni ceza mevzuatında Öcalan yasalarının devreye girmesiyle cezaevlerinde önemli bir dönüm noktası yaşandı. Cezaevinin fiziki koşullarından mahpus haklarının kullanımına, dış dünyayla iletişiminden ağırlaştırılmış müebbet umut hakkına yani ölünceye kadar cezaevine kadar tüm düzenlemeler ceza infaz sistemine yansıtıldı. Çözüm mekânı olan, çözüm merkezi olan İmralı tecrit ve özel savaş merkezine dönüştürülmek istendi. SALDIRILARA TEPKİ Bugün, çözüm ve barış beklentisinin arttığı, çağrıların yapıldığı, toplumsal beklentinin yükseldiği bir yerde yasa yapıcı rolüyle hukuk oluşturan, hukuk siyaseti kuran rolüyle bu Meclisin tarihî bir görevi ve sorumluluğu vardır. İktidar bloku ve tüm muhalefet Suriye'yi Suriyelilerin yönetmesini istediklerini ‘Orada yaşayan Araplar, Türkmenler, Kürtler yani Suriye'de yaşayanların ortak geleceğine karar verilsin.’ diyor. Biz de bunu yıllardır zaten savunuyoruz. Türkiye için de aynı duygu, düşünce ve pratik içerisindeyiz. Türkiye'yi tüm renkleriyle birlikte demokrasi ve hukukla yönetelim, barışçıl bir şekilde sorunları çözelim diyoruz. Peki, bunun gereklerine uygun Kuzeydoğu Suriye'deki Rojava saldırılarının sonlandırılmaması konusunda hâlen ne bekleniyor? Tüm insanlık barış içinde yaşama hakkına sahiptir. Peki ya Kürtler, peki ya Rojava? Rojava'yı boğmak Türkiye'ye nefes aldırmayacaktır. Kürt düşmanlığı üzerine kurulu sömürüyü sürdürmekten bu hukuksuzluk, hukuk dışılık, hem içte hem dış siyasette hiçbir katkı sağlamayacaktır.   MECLİS’E ÇAĞRI   Suriye için önerinizi Türkiye'deki anayasal çözümde, hukuk dışına bırakılan Kürtlerle barışmada da bir formül olarak neden değerlendirmeyelim? Çözüm gücü olabilme erdemini neden gösteremeyelim? Bu Meclisin savaşı, çatışmayı durdurma gücü var, bu iradeyi gösterebilirse. Kürt inkârı tarihsel olarak Meclisteki yasalarla başlamıştı. Düzeltmeye de neden hukukla, neden buradan başlamayalım; Kürtleri kapsayacak bir hukuk -Kürt halklarını, halkları katacağı- bir çözüm ve barış yasaları neden yapmayalım? Türkiye Büyük Millet Meclisinin ülkeye bir an önce gerçek demokrasi ve onurlu barışı getirebileceği, barış ve çözüm yasalarının tartışılabileceği ortak bir platform olabileceği ortamı neden sağlamayalım? Tekrar ifade ediyorum ki bu Meclis sorumluluğunu hatırlamalı, tecrit kaldırılmalı, Öcalan'ın teorik ve pratik gücünün kullanılmasının zemini yaratılmalıdır.”   BU BÜTÇE KİMİN DEĞİL?   Söz alan Olan ise şöyle konuştu: Bu bütçe, anne sütünü bile içemeden üç kuruş para için katledilen yenidoğan bebeklerin, yoğun bakımlarda yer olmadığı için sedyede saatlerce acılar içinde kıvranıp hayatını kaybedenlerin, doktorsuzluktan tedavi olamayanların ve doktor bulduklarında bile meramını bir dakikada anlatmak zorunda kalanların, ana dilinde sağlık hizmetine erişemeyenlerin, şiddete uğrayan sağlık emekçilerinin, ilaca erişemediği için sağlığına kavuşamayan yüz binlerce kişinin bütçesi değil; bu bütçe tarikatlara, cemaatlere ve çetelere teslim edilmiş, atanmış Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu'nun bütçesidir.   ÇOCUKLARIN, İŞÇİLERİ, EMEKÇELERİN DEĞİL   Bu bütçe, bir ekmek çalanın hırsız olarak yargılandığı, ülkeyi soyanların onurlu iş insanları olduğu, barışı, adaleti, demokrasiyi savunanların bölücü sayıldığı, ‘vatan, millet, Sakarya’ diyerek cebini dolduranların vatansever diye itibar gördüğü bu bütçe, atanmış Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in bütçesidir. Bu bütçe, borç içinde kıvranan esnafın, iş bulamadığı için intihar eden yüzlerce gencin, kölelik koşullarında çalıştırılan asgari ücretlilerin, evinde ısınamayan emeklilerin, madenlerde çalışan emekçinin, grev hakları elinden alınan işçilerin, MESEM uygulamalarıyla işçileştirilerek ölen çocukların bütçesi değildir; bu bütçe, sermayenin emir eri olan atanmış Çalışma Bakanı Vedat Bilgin'in bütçesidir.   İRADESİ YOK SAYILAN KÜRDÜN BÜTÇESİ DEĞİL   Bu bütçe, polis işkencesine maruz kalan yurttaşın, her eylemi ve etkinlikleri kolluk şiddetiyle bastırılmak istenen direnenlerin, açık cezaevine çevrilmiş Türkiye'de hayatta kalmak zorunda kalanların, kayyımla iradesi yok sayılan Kürt halkının bütçesi değildir; bu bütçe, halkın özgür iradesini gasbeden, halkın bütçesini baklavaya, böreğe, altın tespihlere, konforlu makam odalarına harcayan kayyımcı anlayışın savunucusu atanmış İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın bütçesidir. Bu bütçe, halkların, farklı inançların, emekçinin, emeklinin, işçinin, işsizin, kadının, öğrencinin, gençliğin, haksızlığa uğrayanın, hakkını almak için direnenlerin bütçesi değil; ülkenin sözde Cumhurbaşkanı, özünde AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bütçesidir. AKP'nin derdi bütçeyi yönetmek değil, kendi deyimleriyle bütçeye çökmektir. Kısacası, bu bütçe halkların bütçesi değil savaşın, soygunun, sarayın bütçesidir.”