Anadil hayati önemde

img

İSTANBUL - 21 Şubat Dünya Anadil Günü'nde Türkiye'de yaşayan halklara Türkçe dışındaki seçeneklerin kapatılmasına tepki gösteren eğitim, sağlık ve hukuk örgütleri temsilcileri, anadilin önemine dikkati çekti. 

Halk ve toplulukların varoluşsal kaidesi ve aynı zamanda kültürel taşıyıcısı olan diller, ulus devletlerce homojen ulus yaratma hedefiyle farklı etnik ve dinsel topluluklara yönelik başvurulan tek tipleşme politikalarının kıskacında. Bugün dünya genelinde konuşulan 6 bin farklı dilin yüzde 43'ü yok olmak üzere, öyle ki her iki haftada 1 dil yok oluyor.
 
Tehdit altındaki dilleri korumak ve çok dilliliği teşvik etmek amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 2000'de 21 Şubat’ı Dünya Anadil Günü ilan etti. Yine azınlıkların dillerinin korunmasına dair 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 27. maddesi, 1960 tarihli Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme’nin 5. maddesi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) belgeleri, Lahey Tavsiyeleri, Avrupa Konseyi belgeleri gibi birçok yasal düzenleme ve sözleşme de mevcut.  Fakat halen birçok halk anadilinde eğitim ve sağlık hizmeti alamadığı gibi hukuk gibi toplumsal yaşamın diğer alanların da dillerine dair haklardan yoksun. 
 
Kamuda diğer dillere yer açılmasının yaşamsal önemi, 24 Ocak’ta Elazığ’ın Sivrice ilçesinde 6.8 büyüklüğündeki gerçekleşen depremde en net biçimde gözler önüne serildi. Medyanın gözü önünde cereyan eden olayda, enkaz altında kalan ve Türkçe bilmeyen bir yurttaşın, Kürtçe bilen bir sağlık çalışanının yönlendirilmesiyle hayata tutunması anadilde eğitim hakkının ne kadar hayati önemde olduğunu göstermiş oldu. 
 
HASTANEDE ANADİL ŞART
 
Anadilin yaşamın her alanında olduğu gibi sağlık alanında da çok önem arz ettiğini söyleyen Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Şişli Şube Başkanı Abuzer Aslan, hastanın meramını anadilinde anlatmasının tedavisi için hayati bir öneme sahip olduğunu belirtti.
 
Üçüncü şahısların araya girmesinin hasta mahrumiyetini ortadan kaldıran bir durum olduğunu ve hastanın üçüncü şahıs üzerinden rahatsızlığını tam olarak anlatamadığını ifade eden Aslan, “Hiçbir hasta kendi özelinin üçüncü şahıslar duyacak halde en yakını bile olsa dahi iletmek istemezler. Bu nedenle sağlık alanında anadilde hizmet vermek hayatidir. Bilindiği üzere dil aynı zamanda acı ve sevincin ifade etme halidir. Bu anlamda anadil acının ifadesiyse, dermanı da anadilde eğitimdir” dedi.
 
10 DİLLİ BROŞÜRDE KÜRTÇE YOK
 
İstanbul Tabip Odası (İTO) Yönetim Kurulu Üyesi Murat Ekmez de, hekimin veya sağlık çalışanının yurttaşların hastalığıyla ilgili verilerine net bir şekilde ulaşması gerektiğini ve bunun ilk adımının da iletişim kurmak olduğunu vurguladı.
 
Bu nedenle anadilde sağlık hizmetinin kritik bir öneme sahip olduğunu dile getiren Ekmez, toplumun anadilde eğitim talebinin olduğunu, Tabip Odaları ve sağlık sendikaları olarak kendilerinin de bu ihtiyacı sıkça dillendirdiklerini kaydetti. Ekmez, “Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda yurttaşlara nitelikli bir sağlık hizmeti alabilmesi için anadilde sağlık hizmeti sunan bir programa ihtiyacı var. Bu konuda Sağlık Bakanlığı gerekli adımları atmadı ama ülkemize gelen yoğun göçle beraber hastanelerde göçmenler için Arapça hizmetler verilmeye başlandı. Bu çok önemli bir gelişme. Bu olumlu gelişmenin yanında ülkemizin 25 milyonluk nüfusunu oluşturan Kürtlere bu hizmetin sunulmaması çelişkidir. Bu tutumları Kürtçeyle bir problemlerinin olduğunu gösteriyor. Geçen yıllarda 10 dilde hazırladıkları broşürlerde Kürtçeye yer vermedi. Aslında bu konuda ülkede sağlığı yürütmeye çalışan bir kurum olarak utanç duymaları gerekiyor. 25 milyon insanın konuştuğu bir dili neye dayanarak, görmezden geldiler” diye belirtti.
 
'ANADİLDE EĞİTİM PEDAGOJİK BİR İHTİYAÇ’
 
Anadilde eğitim hakkının engellenmesinin bireyin bütün toplumsal yaşantısına etki ettiğinin söyleyen Eğitim Sen İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı Mesut Mike ise eğitim müfredatında bu hakkın sağlanmadığında bireyler arasında eşitlik ilkesinin ihlal edilmesi olarak değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekti.  
 
Eşitlik ilkesinin ihlal edilmesiyle başlayan bu sürecin bireyin meslek, toplumsal statü, ekonomi vs. birçok alanda olumsuz yönde etkilendiğini ifade eden Mike, bu durumun vicdanı yaralayıcı tutum olmasının ötesinde evrensel hukuk normların ihlali olarak da değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Anadilde eğitim hakkının pedagojik bir ihtiyaç olduğunu kaydeden Mike, bu hakkın bir an önce sağlanmamasının elzem bir durum olduğunu ifade etti. 
 
Anadilde eğitim sorununun Türkiye’de olduğu gibi demokrasi gelişiminde geride kalan birçok ülkenin temel sorunu olduğunu söyleyen Mike, bu nedenle anadilde eğitim sorununun demokrasiyle doğrudan bir ilişkisi olduğunu vurguladı. Mike, “Çocukların anadillerini kullanmasında hem algılama hem de anlatma becerisi açısından önemli olduğu bilimsel verilerle net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ülkemizde de kozmopolit bir yapıya sahip bir ülke olarak, birçok dile sahiplik yapıyor. Halkların en temel hakkı olan anadillerinde eğitim görme hakkı Türkiye’de ülkeyi böler yaklaşımlarıyla engellendiği biliyoruz. Bu da Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden kaynaklı bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu anlamda anadil sorunu demokrasinin gelişmesiyle paraleldir. Bu nedenledir ki Kürt sorununun çözümünde anadil eğitim hakkının sağlanması önemli bir kavşak olacaktır. Anadilde eğitim hakkının tanınması Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesine etki edecektir” diye belirtti.
 
TUTANAKLARDA 'BİLİNMEYEN DİL'
 
Anadilde eğitim hakkının evrensel hukuk normlarına göre en temel haklardan biri olduğunu belirten Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Eşbaşkanı Ferat Boğatekin de, Türkiye’nin BMGK Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne çekince koymasının ana sebebinin Kürt sorunu olduğunu kaydetti.
 
Temel bir hak olan anadilde eğitim hakkının bugün siyasi bir çerçevede değerlendirildiğini belirten Boğatekin, fiiliyatta Kürtçenin televizyon kanallarında kullanılmasına rağmen halen hukuki bir statü kazandırılmamasını bu bağlamda yorumlanabileceğini söyledi. 
 
Birçok mahkemede Kürtçe tercümanlık yapan Boğatekin, “Müvekkiller doğal olarak anadillerinde savunma taleplerinde bulunuyorlar. Bu savunma hakkı da büyük bedeller ödenerek alındı. Ancak Türkiye’deki siyasal ortama bağlı olarak yargıda tercümanlık aracığıyla kullanılan bu hakkı kaldırma gayreti var. Kürtçe yapılan savunmalarda zabıtlara halen ‘bilinmeyen bir dil’ olarak giriyor. Doğrusu Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün bir sitemi oldu ama halen zabıtlara Kürtçenin ‘bilinmeyen bir dil’ olarak girmesi tahammülsüzlüktür” dedi. 
 
KÜRTÇE SAVUNMA HAKKI 
 
Müvekkilleri Kürtçe savunma yaptıklarında bir önyargının oluştuğu üzerinde duran Boğatekin, “Bazı durumlarda hakim Kürtçe konuşmayı ‘örgütsel bir tavır sergiledi’ diye göstererek, bunu tamamen cezaya dönüştürebiliyor. Yakın bir zamanda tercümanlık yaptığım bir dosyada kendisini Kürtçe daha iyi ifade edeceğini söyleyen müvekkile, mahkeme başkanı soru sordu. Mahkeme başkanı sanığa soruyu sormaya başladığında müvekkilin tercüman daha çeviri yapmadan direkt Kürtçe cevap vermesi, mütalaaya şöyle geçirildi; ‘Bizim gözlemlediğimiz kadarıyla her ne kadar sanık Türkçe bilmediğini iddia ediyorsa da başkanın yapmış olduğu sorulara tercüman daha tercüme etmeden cevap veriyor.’ Bunu bir anlamda örgütsel bir tavır ya da farklı bir yaklaşım olarak görülüp cezalandırılmasını talep etti. Maalesef ki Kürtçe savunma yapan müvekkiller de bunu sorun yaşanıyor. Bir nevi mahkeme salonları anadilde yaşanan sorunların fotoğrafı oluyor. Anadil sorununun çözülmesi özellikle Kürtçenin statü kazanmasının Türkiye demokrasinin önüne açacaktır” dedi. 
 
MA / Naci Kaya