Kerestecioğlu: Güçlüyüz ve bu sistemi değiştireceğiz 2020-09-11 09:04:49   ANKARA - Kadına yönelik şiddet politikasının sistemsel bir sorun olduğunu söyleyen HDP'li Filiz Kerestecioğlu, mücadelenin de bu kapsamda yürütülmesi gerektiğini belirterek, "Güçlüyüz ve bu sistemi değiştireceğiz" dedi.    Türkiye'de var olan gündemlerin başında kadına yönelik şiddet ve cinayet geliyor. Şiddeti önlemek için Anayasa'da yer alan 6284 sayılı yasa ve Türkiye'nin uzun süre ilk imzacısı olmakla övündüğü İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanmaması hem şiddetin artmasına hem de cezasızlık haline dönüşüyor. Uzun yıllardır yasaların uygulanması talebine karşılık AKP iktidarı sözleşmeden çekilme gündemiyle yanıt verdi. Kadınlar ise uzun zamandır Türkiye'nin dört bir tarafından "Haklarımızdan da hayatımızdan da vazgeçmeyeceğiz" diyerek sokaklara çıktı.    Hukukçu ve feminist kimliğiyle tanınan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ile kadın mücadelesini, hedef alınan İstanbul Sözleşmesi'ni, arkasına devlet gücünü alan faillere uygulanan cezasızlık politikasını konuştuk.   Kadına dönük her geçen gün artan fiziki şiddet, tecavüz, kadın cinayetleri ve kadın kazanımlarının hedef alındığı bir süreci yaşıyoruz. Çok yönlü saldırıların söz konusu olduğu bu süreçte kadınlara dönük geliştirilen politikaya hangi açılardan yaklaşmak lazım?   Kadınlara dair saldırılar sadece bu dönemin iktidarına ait bir sorun değil tabi, erkek egemenliği yüz yıllardır devam eden bir sorun. Değişmesi için çok güçlü bir mücadele gerekiyor. Türkiye’de de uzun yıllardır bu mücadele var. Ama nasıl ki kapitalizm ve sermaye kendi iktidarını bırakmak istemez ve bunu en büyük baskı güçleri ile engellemeye çalışır, kadınlar açısından da durum farklı değil. Bunu devletin Kürt politikasında, emek politikasında da görüyoruz. Emek açısından, kadınları ikinci cins olarak gören, iş yerleri ve alanda olmak yerine daha fazla evde çalışmayla sınırlı tutmaya yönelten bir politika. Bunu bir bütün sistem sorunu olarak görüyorum. Sistem değişmedikçe kadına karşı bu politikalar da devam edecek. Ama bu sistemin değişmesi için de mücadele gerekiyor.   Bahsettiğiniz nasıl bir sistem sorunu? Yargının bu sistem içerisindeki rolünü nasıl tanımlıyorsunuz?   Erkek egemenliği; sadece aile içinde, evde ya da sokakta taciz, tecavüz, fiziksel, ekonomik, psikolojik şiddet olarak tezahür eden bir şey değil. Bütün bir sisteme yayılan bir politika. Bunun içerisinde militarizm de var, ekonomik politika da var. Çünkü bütçeyi neye ve nasıl ayırdığınız çok önemli. Kadınlardan yana, toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe yapıyor musunuz? Hayır, bunu yıllardır yapmıyorlar. Seçme seçilme hakkı bile çok sonradan elde edilen bir hak ki bu kadınları yurttaş olarak da görmemeyi getiren bir durumdu. Şimdi de ikinci cins olarak görme politikası devam ediyor. Bunda bazı dini yaklaşımların da büyük bir etkisi var. Burada da yine kadınları 'dizayn' etme ve 'makbul' kadın görme ve gösterme çabası var. Ama tabi biz kadınlar olarak 'makbul' kadın tanımına sığmıyoruz. Bunu reddediyoruz. Buna karşı çıkışlar yükseldikçe, şiddet politikaları da kadınlara yöneliyor. Yargının da buna hizmet ettiğini açıkça söylemek gerekiyor. Sistem sorunu dediğim şey, askeri ile, polisi ile yargısı ile iktidarı ile kamu personeli ile bir bütün.   Bu duruma belki de en güncel örnek uzman çavuş Musa Orhan. İşçileri Bakanı Süleyman Soylu tarafından sahiplenildi, “Bana bir şey olmaz” dedi ve olmadı da…Partinizin Kadın Meclisi’nden Musa Orhan’ın üniformalı olduğu, devletin gücünü yanına alarak bu suçu işlediği yönünde açıklamalar geldi. Tüm bu tabloya baktığımızda Musa Orhan’ın üniforması neyi temsil etti?     Türkiye genelinde bütün kadınlara yönelen şiddetin, bölgede daha özel bir şekilde bir tür asimilasyon ve savaş politikası olarak tezahür ettiğini ve gözümüzün önünde yaşandığını gördük.   O da iktidarın silahlı gücünü temsil ediyor. Özellikle bölgede bu gücü temsil ediyor. Buna benzer örnekler 1980-1990’larda da görüldü. Bölgedeki Kürt kadınları özelinde o dönemlere benzer bir politikaya dönüş olduğunu görüyoruz. Türkiye genelinde bütün kadınlara yönelen şiddetin, bölgede daha özel bir şekilde bir tür asimilasyon ve savaş politikası olarak tezahür ettiğini ve gözümüzün önünde yaşandığını gördük. Musa Orhan, bir kadını ölüme sürükledi ama ifadesinde bununla ilgili herhangi bir soru sorulmamış. Musa Orhan, yaptığı açıklamalarda da ‘ben yaparım, başkalarına da yaptım, arkamda olanlar var’ diyor. İşte o arkasında olanlar iktidar ve devlet güçleri. Musa Orhan, onun silahlı gücünü bu kadar fütursuzca kullanan bir temsilci aslında. Onun gibi başka temsilciler de olabiliyor. Mesela Gülistan Doku’ya ne olduğunu hala bilemiyoruz. Zaynal Abakarov yargı önüne çıkarılmıyor. Ama Gülistan’ın bulunması için eylem yapan kardeşi ve annesi gözaltına alınıyor. Musa Orhan da devletin silahlı gücünü temsil ediyordu ve bu gücü açıkça ifade ediyor, kadının ölümüne sebep oluyor ve hemen arkasından gelen o üçgen içerisinde yargı da onu koruyor. Yıllardır söylediğimiz ‘erkek vuruyor yargı koruyor’ sloganı gerçekliği aslında Musa Orhan’ın durumunu ortaya çıkarıyor.  Bu gerçekten hepimizde çok büyük isyan duyguları yaratıyor, bizi açıkça kışkırtıyorlar. Bunları kabul etmiyoruz.   Bölgede bu alanda mücadele eden birçok kadın derneği de kayyımlar eliyle kapatıldı….   Asıl sorun orada. Kayyımlarla belediyelerdeki o teşkilatlanmayı dağıttılar. Buna karşı çıkan kadın merkezlerini, çocuk merkezlerini kapattılar. Dolayısıyla bu da aslında bölgede kadınların gücünü kırmak için yapılan politikaydı. Buradan cesaret bularak da ‘nasıl olsa orada onları koruyacak, kollayacak bir sistem yok’ diyerek, diğer yandan da herkesi cezaevlerine doldurarak bu politikayı yürütmeye çalışıyorlar. Ama biz gerçekten güçlüyüz ve bu sistem değişecek. Bizim bu cesareti kırmamız gerekiyor. Güçlü olduğumuzu her fırsatta haykırmamız ve göstermemiz gerekiyor.   Aslında şiddet bütün kadınları etkiliyor ama Kürt kadınları hem devletin politikası hem de kadın kimliğinden dolayı iki kat daha şiddete maruz kalıyor. Sakarya’daki Kürt mevsimlik işçilerinin uğradığı saldırıda da bunu gördük. Failler bu gücü nereden alıyor?   Aynı güç var aslında ırkçılık. Sakarya’da sadece kadına yönelik şiddet değil aynı zamanda orada Kürt düşmanlığının ve ırkçılığının tezahürünü görüyoruz. O şiddet evet kadını ve çocuğu da ayırt etmeden uygulanabilen bir şiddet oluyor. Ama esas olarak ‘burası bizim, size burada yer yok, buraya gelemezsiniz’ diyorlar. Bunun daha fazla artışını da görebiliriz. Ekonomik kriz daha da derinleştikçe bunun yerelden dışarıdan gelen bütün işçilere yöneldiğini de görebiliriz. Burada muhalefetin, ekonomik politikayı da çok dikkatli yürütmesi ve bunun sorumlusunun iktidar olduğunu göstermesi gerekiyor. Aksi takdirde bu ırkçılık ve saldırganlığın daha fazla yaygınlaşmasından korkarım.   Diğer bir konu İstanbul Sözleşmesi... Son dönemde iktidar tarafından tekrar hedef alındı. İktidarın, tüm itirazlara rağmen Sözleşmeyi hedef almasındaki amacını nasıl yorumluyorsunuz?   HDP olarak İstanbul Sözleşmesi’nin etkin uygulanması ve izlenmesi komisyonunun kurulması için kaç kere önerge verdik ve bunu diğer partilerden destek veren kadınlarla birlikte başardık. Bu komisyon 1 yıldan fazla çalıştı ve şuanda raporunu hazırlaması gerekiyor. Ama bu tartışmalar nedeniyle o rapor hazırlama süreci biraz kasıtlı olarak bir kenara bırakıldı. Biz de hazırlık yapıyoruz, rapor istediğimiz gibi çıkmazsa muhalefet şerhi yazacağız. Ama traji-komik olan şu ki bir yandan Meclis’te AKP’nin de önergesiyle kurulan böyle bir komisyon var diğer yandan 'İstanbul Sözleşmesi kaldırılsın mı, imza çekilsin mi' gibi uzun süredir tartışmalar yürütülüyor. Ama bunu da başta söylediğimiz şeylerden ayrı tutamıyorum. Diğer yandan sözleşmeden çekileceğini de düşünmüyorum. Zaten kadınların bu konudaki mücadelesi çok güçlü. Çünkü kadınlar ölüyor ve etkin uygulanması gereken sözleşme uygulanmıyor. Türkiye’de bir tane şiddet hattı yok. 183’u herkes arasın diye doldurdukları bir hat var bunun dışında yok. İlk kadın sığınağı olan Mor Çatı’yı biz kurduk 1990’larda. 1990’lardan beri bağımsız kurulmuş bir kadın sığınağı yok denecek kadar az. Bütün bunların hesabını sormak da biz kadınlara kalıyor.   Sözleşmenin hedef alınmasına karşı büyük bir kadın direnişi ve mücadelesi oldu. Fakat araştırma şirketlerinin yaptığı ve açıkladığı verilerde toplumun büyük bir çoğunluğunun sözleşmeden haberinin olmadığını gösteriyor… İstanbul Sözleşmesi yeterince anlatılamadı mı?   Muhalefetin de burada kendisinde bir sorumluluk bulması gerekiyor. Daha fazla anlatabilirdik. Daha fazla yaygınlaşmasını sağlayabilirdik. Etkin uygulanması için daha çok ısrarcı olabilirdik. Bugün sadece İstanbul Sözleşmesi değil toplumsal cinsiyet rolleri de bilinmiyor. Bir kez daha söyleyelim. Toplumsal cinsiyet rolleri dediğimiz şey kadın, erkek LGBTİ+’ların biyolojik cinsiyet rolü dışında toplumda onlara atfedilen roller. Biz buna karşı çıkıyoruz. Herkesin eşit olduğunu ve eşit yurttaşlar olarak dünyada var olduğumuzu ifade diyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nde karşı çıktıkları şeylerden biri bu. Bu nedenle kendi kendilerine kavramlar üretiyorlar. ‘Toplumsal cinsiyet adaleti’ falan diyorlar. Kendi imzaladıkları şeyin ne olduğuna da bakmamışlar. Kendileri de bilmiyor. Sözleşme aslında sadece kadınlar ve LGBTİ+’ları değil, her yurttaşın şiddete uğramasına karşı çıkan ve bununla ilgili çözümler getiren bir sözleşme. İstanbul Sözleşmesi’nden LGBTİ kavramını çıkardılar diyelim, ne olacak? Onlar şiddete uğradığında engellemeyecek misiniz? İşte şimdi kavram olarak bulmaya çalıştıkları çözüm sanırım bu.   Bütün bunlara karşı pandemi gibi en kritik süreçlerde bile kadınlar sokağı terk etmedi, kazanımlarını savundu. Kadın mücadelesinin bugün geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz?   Evet kadınlar hiç geri çekilmedi. Kadın mücadelesi bugün çok iyi bir noktada. 1980’lerden beri bu mücadelenin içinde olanlardan biriyim. O zaman çok küçük çapta, çok dar alanda yaptıklarımız ses getiriyordu bugün bu sesin artık yüz binlere yayıldığını görüyorum ve bu gerçekten umut veriyor. Hem kurumsallaşma hem de sokakta aktif olarak mücadele etme anlamında. Bu nedenle gelecekten umutluyum. Her 8 Mart ve 25 Kasım eylemlerine gittiğimde o coşku ile uzun zaman idare ediyorum. Hakikaten o eylemler benim için ayrı bir anlam taşıyor. Karma eylemlerden daha fazla kadın eylemlerinden güç aldığımı söyleyebilirim.   Son dönemde özellikle birçok alanda verilen mücadelelerle kadınların öncülük etmesiyle birlikte 21'inci yüz yılın kadın yüzyılı olacağı mesajı öne çıktı. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?   Bu mesaj, aslında sevgili Şirin Tekeli'nin sözüdür, ilk o söylemişti. Ben de zamanında kendisi ile yaptığım bir söyleşide geleceğin kadınlar olduğunu söylüyordu. Çok doğru bir tespitti bu. Buna inanıyorum, evet 21'inci yüz yıl kadınların yüz yılı olacak. Göstergeler buna doğru. Bu kadar berbat yönetilen bir dünyada, bu kadar ayrımcı, ekolojik dengesi sarsılmış, erkek egemen, militarist, savaşçı politikaların körüklendiği dünyaya kadınların ve gençlerin el atması gerekiyor. Bu dünyayı değiştirmemiz gerekiyor.   Siz de HDP olarak geçtiğimiz aylarda “kadın mücadelesi her yerde” adında bir kampanya yürüttünüz. HDP Kadın Meclisi önümüzdeki süreç için nasıl bir program koydu önüne?      Bunun için muhalefetin daha güçlü, direngen ve fazla ortaklaşarak davranması, mücadele yürütmesi gerektiğini düşünüyorum. Top yükün bir mücadele örgütlememiz ve büyütmemiz gerekiyor.   Aslında bu konuştuklarımız çerçevesinde yine devam edecek mücadele. Önümüzdeki dönem Meclis’in de açılması söz konusu. Dolayısıyla orada da Meclis kadın grubu olarak çalışmalarımızı yürüteceğiz. Bunun dışında bütün kadın örgütleri ile yakın temaslarımız var, görüşmeler yapıyoruz. Bütün Türkiye’yi bekleyen ekonomik kriz, savaş ve kadın düşmanlığı politikaları karşısında kadınları daha fazla mücadele ve sorumluluk bekliyor. Ama bugüne kadar yılmadığımız gibi HDP olarak yine yılmayacağız. En büyük dileğim artık cezaevlerine olan kadın arkadaşlarımızı aramızda görebilmek, onlarla kucaklaşabilmek. Bunun için muhalefetin daha güçlü, direngen ve ortaklaşarak davranması, mücadele yürütmesi gerektiğini düşünüyorum. Top yükün bir mücadele örgütlememiz ve büyütmemiz gerekiyor.   MA / Zemo Ağgöz