Açlık grevindeki gazeteci Güleş: Sessiz kalamazdım

img

ELAZIĞ - Açlık grevindeki tutuklu gazeteci Mehmet Güleş, eyleme başlama sebebini "Kürdün varlık-yokluk sürecinin yaşandığı bir dönemde yanı başında arkadaşların bedenlerini lime lime erirken, buna karşı sessiz kalınamazdı" diye anlattı. 

 
Kanun Hükmünde Kararname’yle (KHK) kapatılan Dicle Haber Ajansı'nın muhabiri Mehmet Güleş, tutuklu bulunduğu Elazığ 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde açlık grevine devam ediyor. 4 Mart'ta eyleme başladığını hatırlatan Güleş, şu ana kadar 9 kilo kaybettiğini belirtti. Cezaevi idaresinin baskılarının devam ettiğine dikkat çeken Güleş, aylardır Yeni Yaşam gazetesinin verilmemesi gibi Evrensel gazetesinin de haftanın birçok günü verilmediğini söyledi. Açlık grevinde olmalarına rağmen kantin ihtiyaçlarının karşılanmadığını vurgulayan Güleş, "Kahve, salep, meyve suyu, karbonat gibi ihtiyaçlarımız verilmiyor. 1 Mart'tan bu yanan tekli odalarda açlık grevinde olan arkadaşlarımız var. Bu arkadaşlarımız bir yıldan fazladır mazeretsiz ve hukuksuz bir şekilde burada tutuluyor ve 3'lü odaya alınma teklifleri kabul edilmiyor. Oradan alınmaları için defalarca kez dilekçe yazılmasına rağmen her seferinde reddediliyor. Onlar da buna karşı tansiyon ve kilo kontrolünü kabul etmiyor. Sağlık durumlarından endişeleniyoruz. Oda değişim talebimiz kabul edilmiyor" diye belirtti.
 
'YAŞAMA ANLAM VERDİĞİM BİR SÜREÇ OLDU'
 
Açlık grevinin etkisi nedeniyle eskisi gibi kitap okuyamadığını belirten Güleş, "71 günümü geride bırakmamın mutluluğunu ve onurunu yaşıyorum. Bu geçen süreç bazen de günlerin nasıl geçtiğinin dahi farkına varmıyorum. Çünkü belki insanın en çok yoğunlaştığı ve yaşama anlam verdiği bir sürecin yoğunlaşması içinde olduğu için zamanın su gibi akıp gittiğinin bile farkına varmıyorum. Şuana kadar 9 kilo verdim eskisi gibi kitap okuyamasam da daha çok dinlenerek yoğunlaşıyorum" dedi. 
 
'BU DİRENİŞLE TARİH YAZILIYOR'
 
Güleş, açlık grevine başlama gerekçesine ilişkin olarak da şunları dile getirdi: "İçinde bulunduğumuz dönem itibariyle görev ve sorumluluklarımız var. Bunlardan kaçınmamız ne ahlaki ne de vicdani olurdu. Kürdün varlık-yokluk sürecinin yaşandığı bir dönemde yanı başında arkadaşların bedenlerini lime lime eriterek ölüme yatarken, buna karşı sessiz kalınamazdı. Diyebiliriz ki bugün bu direnişle tarih yazılıyor. Bizler de bu tarihin içinde tanıklık ederek yaşıyoruz. İnsanlar 21'inci yüz yılda 'Kara Delik’i bularak tarih yazarken bu ülkenin makus tarihinde zulme karşı açlık grevlerinin olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Bu eylem belki de binlerce yıl öncesinde başlamış 1980'lerde de görülmüş bir eylem tarzıdır. Eğer hala günümüzde bu sürüyorsa, bu durum ülkenin gelişmişlik göstergesidir. İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı orucu itibariyle insan ister istemez bu ayda oruç tutulmasını sorgular hale geliyor. Müslümanlar bu ayın kutsallığı çerçevesinde oruç tutarak nefsine hakim olma, günahlarından arınma ve kul hakkı yememe, tövbe ettiği bir ay olarak geçirir. Ama bu ayda 'Aylardır grevde olan bu insanlar ne istiyorlar?  Bu yüz yılda insanlar bu eyleme neden başvuruyor?' diye sorgulama ihtiyacı hissetmiyorlar bile. Sonra kalkıp; 'Kul hakkı yemiyorum' diyorlar. Binlerce insan zulme karşı sessiz kalmamak için böylesi bir yöntemi benimseyerek mücadele ediyor ama oruç tutan binlerce isim ise zulme karşı sus-pus olmuş durumda. Evet, oruç tutmanın iki yöntemi var. Birincisi günahlarından arınmak için yapılan bir eylemdir. Bir diğeri ise topluma yönelik zulme karşı gösterdiği ve en son başvurulması gereken bir eylem olup insanların onurlu bir yaşamı, barışı ve ölümlerin engellenmesi için yapılan bir eylem tarzıdır."