Altıntaş: Ganimet ekonomisinden kurtulmanın yolu barıştan geçer

img

ANKARA – Ekonomi politikasını ganimet olarak tanımlayan Prof. Dr. Mustafa Altındaş, “Türkiye, geçmişinde düş kırıklığı ile sonlanan ve yıkıma neden olan ganimet ekonomisinden vazgeçerek, yeniden üretim ekonomisine dönmek zorundadır. Bunun yolu ise, barıştan geçer” dedi.

Peş peşe gelen zamlar, bütçe ve cari açık, borçlanma, tarım ve hayvancılıkta geriye gidişat, özelleştirme ve üretim düşüklüğüyle devam eden ekonomik krize ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Mustafa Altıntaş, ganimet olarak tanımladığı ekonomi politikasından çıkışın barıştan geçtiğini dile getirdi. 
 
Ekonomiye dair son göstergeleri dikkate aldığınızda gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Türkiye ekonomisi kırılgan, özellikle uzun dönemli doğrudan yatırım yapıcılar açısından yatırım yapılabilir ekonomi sınıflamasına konu olan ekonomi değildir.   Kırılganlık, bir yandan finansal kaynak girişi azalırken, öte yandan bu kaynak girişinin fiyatı da yüksek olmaktadır.
 
TL değer kaybediyor, bütçe ve cari açık artıyor, enflasyon ve işsizlik çift hane ve uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları not kırmaya devam ediyor. Bu tabloya rağmen hükümet kanadında kriz tanımı kullanılmıyor. Siz nasıl tanımlıyorsunuz?
 
Tüm makroekonomik göstergeler kriz işareti olmakla ve uluslararası kredi kuruluşları bunu açıklarken, hükümet ve onun borazanlığına soyunmuş olan üniversite, medya organları, bu gerçekleri karartmak için uğraş vermekte. Gerçekleri açıklama çabaları OHAL ve KHK sopası ile susturulmaktadır. Yabancı ekonomi ve parasal kuruluşların uyarıları ise, gerçekleri gizleme, yadsıma korosu tarafından duyulmaz kılınmaktadır. Medyayı izlediğimizde, krizin göstergeleri hiç yokmuş diye davranılmaktadır.
 
Hükümet ve resmi kurumlar kriz tanımından kaçınırken, sosyal tabanda ağır bir şekilde hissediliyor. Kendisini yakan insanlar gibi… 
 
Kriz yaşanmakta, TL giderek değer yitirmekte, yoksulluk derinleşmekte ve genişlemekte. Yoksullara yönelik harcama artışları iktidar tarafından başarı olarak sunulmaktadır. Post gerçeklik denen, yalanı gerçekmiş gibi bir algılatma şarlatanlığı, insanları gerçek durumları üzerinde düşünme ve sorgulama yapmaktan uzaklaştırmaktadır. İşsizliğin tavan yapmaması için, fizibl olup olmadığına bakılmaksızın, kar garantili köprü, otoyol, havaalanı vb. yatırımlar ile faiz indirimli, vergi indirimli konut, taşıt satışları özendirilmektedir. Bununla da yetinilmeyip toplumun tasarrufu ve mali olan, örneğin şeker fabrikaları, onca tepkiye karşın satılmakta. Bu satışın ekonomik nedenlerden daha çok, yabancı sermayeye bir ödün olduğunu düşünüyorum.
 
Sizin daha önce tanımladığınız ganimet ekonomisi, geçerliliğini koruyor mu? 
 
Ganimet ekonomisi, emperyal yayılmacılık ile kaynak devşirme yöntemi olarak tanımlanabilir. Yağma ve talana dayalı bu yöntemin yanı sıra, borç ekonomisi ve üretim ekonomisi bulunmaktadır. Bu yöntemler, günümüzde de uygulanmaktadır. Birinci ve ikinci Körfez saldırısı ve işgali, Afganistan ve Pakistan'ın kan gölüne döndürülmesi, yani Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi, günümüz ganimet ekonomisinin örnekleridir. Bize gelince, Osmanlı'nın genişleme döneminde, ganimet ekonomisi uygulanmış, duraklama ve gerileme döneminde bunun yerini "borç ekonomisi" almıştır. 1856 -1881 arasında borçlarını çevirme olanağını yitiren Osmanlı, Genel Borçlar Yönetimi eline teslim olmuştur. Osmanlı'nın sonu da, borçlandığı ülkelerce paylaşılması ile gelmiştir. Cumhuriyet dönemi, Osmanlı'dan aldığı dersle, üretim ekonomisine yönelmiş, bu süreç İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sonrasının iki kutuplu dünyasında, yeniden borç ekonomisine dönülmüş, 1980'de Türkiye, 70 cente muhtaç duruma düşmüştür. 1990'da ABD egemenliğinde tek kutuplu dünyada, Türkiye ABD bin kuyruğuna takılmış, 1990'da Özal, Birinci Körfez İşgalinde, emperyal yağmadan pay kapmak için, yani yeniden “ganimet ekonomisi” ortağı olabilmek için, "bir koyup üç alma”nın peşine düşmüştür. Bu girişinin, günün Genel Kurmay Başkanı ve Başbakan’ının karşı çıkması ile sonlanmıştır.
 
Ganimet ekonomisinin savaşla bağını kurduğumuzda bugün Efrin saldırısını nereye koyabiliriz?
 
Emperyal yağma ve talanın, vahşi kapitalizmin ikincisi 2003'de İkinci Körfez İşgali ile başlamış ve sürmektedir. Türkiye bu ganimet savaşına, 1 Mart Tezkeresi ile ABD ve müttefiklerine yataklık ederek katılmak istemiş, ancak bu girişim ve heves TBMM'de reddedilmiştir. GBOP’un eşbaşkanı olarak kendisini tanımlayan günün Cumhurbaşkanı, bunu hep "kaçan fırsat" olarak görmüştür. Tunus'ta başlayan Arap Baharı, ganimet ekonomisi olarak algılanmış ve bundan yararlanılarak GBOP yeniden sahaya sürülmüştür. Eşbaşkanı yerini başkanlığa bırakılmış, "Emevi Camii’nde namaz kılmak", "Yeni Osmanlılar" bu sürecin simgeleri olmuştur. Ancak, BOP'un ağababası ABD'nin hedefleri ile örtüşmeyen, çatışan bu süreçte Türkiye, durmaksızın dost-düşman değiştiren bir duruma düşürülmüştür. Türkiye, Suriye'nin yağma ve talanın yarattığı karmaşadan en fazla zarar gören, etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Toplumsal yapımızın alt-üst olması yanında, Türkiye, sığınmacıları, kimi nedenlerle AB karşı koz olarak kullanırken, bu göçün maliyetini onlara yüklemeye de çalışmış ve çalışmakta. Bunu Birinci ve İkinci Körfez İşgalinde "at pazarlığı" biçiminde yürütmüştür. At pazarlığından ne elde edildiği belli olmamakla birlikte, bu sürecin maliyeti, toplumca katlanılmaktadır. Verilen Mehter Marşı, bu maliyete katlanmanın afyonu olarak düşünülebilir. Türkiye, geçmişinde düş kırıklığı ile sonlanan ve yıkıma neden olan ganimet ekonomisinden vazgeçerek, yeniden üretim ekonomisine dönmek zorundadır. Bunun yolu ise, yurtta ve dünyada, bölgesinde yeniden barışın öncüsü olmasındadır.
 
MA / Kenan Kırkaya – Selman Güzelyüz