ANKARA – Türkiye siyasi tarihinde önemli dönemeçlere neden olan 28 Şubat post modern darbesini değerlendiren Hüda Kaya, AKP'yi “28 Şubat’ı yaşatan dinamiklerin iktidarı" olarak tanımlarken, Öztürk Türkdoğan ise “çözümsüzlükte ısrar etmek darbe mekaniğine teslim olmaktır” dedi.
Bugün yeniden Osmanlı Devleti’ne dönme hayalleri kurulan Türkiye’ye, o köklerden miras kalan özelliklerden biri askeri müdahaleler oldu. 1622 yılında ayaklanan yeniçerilerin padişah Genç Osman’ı ipe götürmesiyle başlayan şiddet yolu ile iktidar değişikliğini 1876’da Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve 1913 yılındaki Bab-ı Ali baskını gibi pek çok olay izledi. Üzerine bina olduğu nizamla Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da askeri müdahalelerin devam ettiği Türk siyasi hayatı, o günden bugüne darbe, muhtıra, post modern darbe ve darbe girişimlerine sahne oldu.
Tüm bu müdahalelerin dayanağı ise, askere “Cumhuriyeti koruma ve kollama” vazifesi verilen 1934 tarihli Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesi’ydi. Buradan aldıkları güçle askerler dönem dönem yönetime el koyup, siyaseti şekillendirdi.
Türkiye tarihi açısından bu konudaki önemli dönemeçlerden biri, 28 Şubat 1997 muhtırası oldu. “Post modern darbe” olarak tanımlanan bu müdahalenin üzerinden geçen 23 yılda devam edip, 15 Temmuz gibi örnekleri ile karşılaşılan askeri darbeler yerini siyasi olanlara bıraktı. Post modern darbe uygulamalarını, bugün kendisini “darbe mağduru” olarak gösteren AKP iktidarı yönetiminde de görmek mümkün. Bu örneklerden bazıları yaşanan ağır insan hakları ihlalleri, dolup taşan cezaevleri, işkence vakaları, sokak ortasındaki infazlar ve devlet içinde kadrolaşmanın yanı sıra özellikle güvenlik soruşturması konusunda Meclis’e sunulan kanun teklifindeki bazı maddelerin 28 Şubat dönemi ile aynı olması.
28 ŞUBAT ÖNCESİ: YUMUŞAK MI, TATLI MI OLACAK?
28 Şubat 1997 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) gerçekleştirdiği olağanüstü toplantısında aldığı kararlar, Türkiye’de siyasi, idari ve toplumsal alanlarda büyük değişimlere yol açtı. Toplumun laiklik-muhafazakarlık çıkmazına sokulup, medyanın bu kutuplaştırmayı pekiştirdiği 28 Şubat öncesinde yaşananlar, gelen darbenin habercisiydi.
Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın, 1994 yerel seçimleri sonrasında sarf ettiği "Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak? Tatlı mı olacak, kanlı mı olacak?" sözü, o dönem hafızalara kazındı. Refah Partisi, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden birinci parti olarak çıktı. Erbakan'ın başkanlığında Tansu Çiller'in partisi Doğru Yol Partisi (DYP) ile 28 Haziran 1996’da koalisyon hükümeti kuruldu. 6 Ekim 1996'da Ankara Kocatepe Camii'nde bir grubun "şeriat isteriz" diye gösteri yapmasının ardından Erbakan, 11 Ocak 1997'de tarikat liderleri ve şeyhlere resmi konutunda iftar yemeği verdi.
TANKLAR SİNCAN’DA: DEMOKRASİYE BALANS AYARI
Askerler bu duruma yönelik tepkilerini, 4 Şubat günü Sincan’da 20 tank ve 15 zırhlı aracı yürüterek gösterdi. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, tankların geçişini "demokrasiye balans ayarı" olarak nitelendirdi.
Yaşanan bu olayı Sabah Gazetesi manşetten “Tanklar Sincan’da” başlığı ile görürken, Hürriyet “Ya uy, ya çek git” başlığı attı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise, Erbakan’a uyarı mektubu gönderdi. 11 Şubat'ta da Ankara'da ‘Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü’ yapıldı. ancak 23 Şubat'ta Fatih Camii'nde kıldıkları öğlen namazının ardından bir grubun ellerinde yeşil bayraklarla "Şeriat isteriz", "Yaşasın Hizbullah" sloganlarıyla yürüyüp, İslamcı gazeteci Yaşar Kaplan’ın “gerektiğinde İslam uğruna şehit olacaklarına” dair bir açıklama gerilimi arttırdı.
Tankların geçişini savunan Çevik Bir, yine Kürt sorununda çatışma ortamını besleyen bir rol oynuyor, sürekli operasyon emirleri veriyordu.
ÜNSAL: MESELE SADECE İRTACA DEĞİLDİ
Darbe mağduru isimlerden biri olan AKP kurucu üyesi, eski Genel Başkan Yardımcısı, insan hakları aktivisti ve akademisyen Fatma Bostan Ünsal, bu noktada darbenin sadece “irtica ve siyasal İslam ile mücadele” olarak algılanmaması gerektiğine Kürt sorunuyla ilişkisine işaret ederek yaklaşıyor.
Ünsal, bu konuda şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Siyasi alan çok göz önünde ve etkileyiciliği bakımından da birincil öncelikli olduğu için Refah-Doğru Yol Partisi koalisyonunun bitirilmesi en önemli hamlesi olmuştur. Süreç yanlış şekilde sadece irtica ile sınırlı olarak anlaşılmıştır. Sürece daha yakından bakarsak, ‘andıç’ uygulamalarıyla Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt meselesine demokratik yaklaşan Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand gibi gazetecileri itibarsızlaştırılması, genel bir otoriterleşme ve sivil alanın daralması ile at başı gittiğini bize gösterir.”
Darbe öncesinde Kürt sorunu daha fazla konuşulmaya başlanmış, Kürt hareketinden de barış mesajları geliyordu. Kimi çevrelere göre, Kürt sorununa dair çözümün dillendirilmesi 28 Şubat sürecini hızlandırdı.
Nitekim Necmettin Erbakan’ın ziyaret ettiği Tansu Çiller’e “Bölgeye münhasır bir kalkınma programının hayata geçirilmesi, adil düzenin kurulması, Çekiç Güç’ün Türkiye topraklarından çıkartılması, Irak’a ambargonun kaldırılması” gibi başlıkların yer aldığı bir paket sunması, o dönemin en çok konuşulan konuları arasındaydı. Yine Erbakan’ın 1996’da ziyaret ettiği Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi'nin "Kürdistan kurulmalı, Kürtlere özgürlük verilmeli” sözleri, Kürt sorununu yüksek sesle gündeme getirmişti.
TÜRKDOĞAN: KÜRT SORUNUNDAN BAĞIMSIZ ELE ALINAMAZ
28 Şubat’ın Kürt sorunundan bağımsız ele alınamayacağını söyleyen İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan da, 1992-96 yıllarında devletin “kontrgerilla” ve “çeteleşme” faaliyetlerinde bulunduğu, kirli bir savaşın zirveye çıktığına işaret etti.
Post modern darbeyi, “12 Eylül’ün devamı” olarak ele almak gerektiğini vurgulayan Türkdoğan’a göre; “12 Eylül, devletin resmi ideolojisini hayata geçirmek, Kürt tarafında yeni yeni mücadele etmeye başlayan siyasi hareketi, devrimci sol-sosyalist hareketini ezmek, 24 Ocak 1980 karma ekonomiden kapitalist ekonomiye geçiş kararları hayata geçirmek için yapılmıştır. Tabi ki 97’ye gelindiğinde başka görünürdeki sebepler gösterilerek bir muhtıra verilmişti. Mesela Erbakan’ın başbakanlığı askerler tarafından benimsenmediği söyleniyordu. Ancak o yıllar çok ciddi anlamda faili meçhul cinayetlerin işlendiği yıllardır. Uğur Mumcu suikastıyla başlayan Turgut Özal’ın şüpheli ölümüyle devam eden, Sivas katliamının yaşandığı, binlerce Kürt köyünün yakılıp yıkıldığı, binlerce Kürt siyasetçi ve aktivistinin öldürüldüğü, yüzlerce insanın gözaltında kaybedildiği yıllardır. Belki de bu müdahaleyi yapanlar, 80’deki eski amaçlarına ulaşmak için bunu yapmak istediler.”
‘KHK’LİLERE UYGULANDIĞI GİBİ AYRIMCILIK YAŞANDI’
Asker vesayet ile Kürt sorununa dair çözümsüzlük politikasının at başı gittiği bu süreçte MGK’nin 28 Şubat 1997 tarihli toplantısında, medyanın kontrol altına alınması, laiklik vurgusu, tarikatlara bağlı okulların MEB’e devredilmesi gibi 18 maddelik karar hükümete bildirildi.
Bu kararların ve yaptırımlarının uygulanıp uygulanmadığını denetlemek için ise, daha çok “fişlemelerle” anılan Çevik Bir öncülüğünde Batı Çalışma Grubu (BÇG) kuruldu. Darbe sonrası, “irtica” suçlamasıyla bin 635 kişi TSK’den atıldı, 11 bin öğretmen istifa etti, 3 bin 527 öğretmen görevden alındı, 11 890 öğretmen disiplin soruşturmasına tabi tutuldu, 4 bin 625 öğretmen ve 4 bin 418 öğretim görevlisi fişlendi. Bu sonuç üzerinden darbenin sadece siyaset kanadını hedef almadığını, bu siyaseti destekleyeceği düşünülen sıradan yurttaşların da cezalandırması yoluna gidildiğini söyleyen Ünsal, “Bu çerçevede başörtüsü takan kadınlar ve eşleri başörtülü olan erkekler de hedef alınmıştır. Eğitim, çalışma ve siyasi hayata katılım gibi alanlardan tümüyle uzakta kalarak temel insan hakları ihlal edilmesine ilave olarak, tıpkı bugünün KHK’lılara uygulanan daha geniş ayrımcılığa benzer şekilde, itibarsız, hatta bazen ‘rejim düşmanı’ olarak algılanan başörtülü kadınlara karşı günlük hayata da yansıyan çok çeşitli başka muameleler görülmüştür” diye konuştu.
GÜNÜMÜZDE 28 ŞUBAT: YENİLİKÇİLER
Erbakan, maruz kaldığı post modern darbe ile 18 Haziran 1997’de istifa etti ve hükümeti kurma görevi dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verildi. Mayıs 1997'de de "laikliğe aykırı fillerin odağı olduğu" gerekçesiyle Refah Partisi hakkında kapatma davası açıldı ve 16 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi (AYM) kararıyla parti kapatıldı.
Refah Partisi'nin kapatılması, Milli Görüş içinden çıkan ve kendisini “yenilikçi” olarak lanse eden başka bir siyasi İslamcı grubun iktidarına uzanan yolu açtı. “Yenilikçiler”, 14 Ağustos 2001 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç gibi isimlerin öncülüğünde AKP’yi kurdu, 2002 seçimlerinde yapılan ilk seçimlerde de iktidar oldu.
‘28 ŞUBAT’IN ETKİSİ 2002’DE SONLANMADI’
Post modern darbenin bugünkü siyasi gelişmeleri belirleyen bir etkiye sahip olduğunu vurgulayan Ünsal, darbenin etkisinin 2002 yılında hemen sonlanmadığını kaydetti. Ünsal, “Milli Strateji Belgesinde ‘irticanın tehdit olmaktan çıkması’ belki 28 Şubat sürecinin etkisinin azaldığı gibi anlaşılabilir. Fakat 2014 yılından itibaren, özellikle darbe teşebbüsü sonrasında hükümetin ittifak değiştirmesi, iç ve dış tehdit vurgusunun öne çıkması, fişleme uygulamaları, Kürt meselesine demokratik yaklaşımdan uzaklaşmak, sivil-özgür alanın gittikçe daralması gibi hususlar tam da darbe sürecinin hatırlatan görünümlerdir” dedi.
Ünsal, devamında şunları ekledi: “Bütün bu hukuksuzluklara çoğunluk sağ-muhafazakar camianın ses etmemesi ise yine 28 Şubat sürecinin travması ile açıklanabilir. Bu dönemi yaşayan kitle, pek çok açıdan benzerlik gösterse de görünürdeki aktörlerin farklı olması nedeniyle yaşananları, elbette dengesiz basın sermayedarlarının etkisiyle ama onunla sınırlı olmayacak şekilde görmüyor ve itiraz etmiyor.”
KAYYIM, İHRAÇ, TUTUKLAMA VE GÖZALTILAR
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2018 yılında 28 Şubat’ın yıldönümünde sosyal medya üzerinden yaptığı bir açıklamada, “ ‘Bin yıl sürecek' denilen 28 Şubat, Allah'ın yardımı, milletimizin basireti sayesinde kısa sürede tarihin derinliklerinde kaybolup gitti. Türkiye, önceki anti-demokratik müdahalelerde olduğu gibi 28 Şubat'ın da üstesinden gelmeyi başardı” ifadelerini kullanmıştı.Ancak 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimi sonrasında yaşananlar 28 Şubat’ı aratmadı. Darbe girişiminin hemen ardından 20 Temmuz 2016 tarihinde OHAL ilan edilmiş, demokratik kamuoyu ise bu durumu “siyasi darbe” olarak karşıladı. Bu dönemde çıkarılan KHK’ler ile 130 binden fazla insan ihraç edildi, 2 bin 761 kurum ve kuruluş kapatıldı, 3 bin 213 personelin rütbesi alındı, 204 medya kuruluşunun kapısına kilit vuruldu.
Ocak 2019'da yayımlanan "2. Yılında OHAL'in Toplumsal Maliyetleri Araştırma Raporu"na göre, KHK/OHAL mağdurlarının gerçek sayısı 250 binden fazla. Yine bu rapora göre, OHAL/KHK mağdur yakınları olan ikincil mağdurların sayısı ise 1 milyon 500 bine yaklaştı. Bu dönemde yine 234 bin 419 kişinin pasaportu iptal edildi, 6 bin 81 akademisyen ve üniversitelerin idari kadrosundan bin 427 personel ihraç edildi. Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ardından 4 Kasım 2016'da düzenlenen operasyonla ise HDP’nin eşbaşkanları da dahil olmak üzere 12 milletvekili tutuklandı. Yüzlerce belediyeye kayyum atandı. Binlerce kişi fişlemeler sonucu “güvenlik soruşturmasına” takıldı. 28 Şubat’ta “mütediyyen ve mufazakar kesimlerin kamuya alınmalarını önlemeye dönük” çıkarılan yönetmelikteki maddenin aynısı AKP tarafından kanun teklifine koyuldu.
‘ÇÖZÜMSÜZLÜK DARBEYE TESLİM OLMAKTIR’
PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından hazırlanan ve Türkiye’de demokratikleşmenin en üst perdesi olarak sayılan Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklanma tarihi bilinçli olarak 28 Şubat seçilmişti. Öcalan bunun nedenini İmralı Heyeti’ne “Yarın 28 Şubat, bir darbenin yıldönümüne denk geliyor. Bizim gibi darbe karşıtı olanlar için önemlidir” diyerek belirtmişti.
Bu yüzdendir ki “Benim nazarımda 28 Şubat denince akla Dolmabahçe’de 2015 yılında Abdullah Öcalan’ın kaleme aldığı metnin hükümet, devlet ve siyasi parti temsilcileri tarafından açıklandığı gün olarak artık kalıyor” diyen Öztürk Türkdoğan, devamında şunları ifade etti: “Özellikle Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü noktasında 28 Şubat 2015 tarihi çok önemli bir tarih. Çünkü Türkiye tarihinde böyle başka bir gün yok. Türkiye tarihinde darbelerle ilgili günler çok. Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar etmek darbe mekaniğine teslim olmaktır. Türkiye bu noktaya Kürt sorunun çözemediği için düştü. Türkiye’nin 2013-2015 yılları arasında bir şansı vardı. Çözüm süreci başarılabilmiş olsaydı darbelerden arınmış, darbelerle yüzleşmiş bir Türkiye’yi konuşuyor olurduk.”
28 Şubat darbesi sonrasında Meclis’te araştırma komisyonu kurulmuş ve bir rapor hazırlanmıştı. Komisyon Başkanı Nimet Baş’ın katıldığı bir panelde, Türkiye’de devlet sistemi değişmediği için sistemin darbe ürettiği yönündeki açıklamasını hatırlatan Türkdoğan, “Darbeleri önleminin yolu demokratikleşmedir” diye ekledi.
KAYA: ERDOĞAN 28 ŞUBAT’I İŞARET ETMİŞTİ
Her fırsatta 28 Şubat mağduru olduklarını dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Şubat 2013 tarihinde katıldığı MÜSİAD Avusturya ve Viyana Uluslararası Öğrenci Aktivitelerini Destekleme Derneği'nde “Her kutlu doğum sancılı olur” diyerek, 28 Şubat darbesine işaret etmişti.
Dönemin mağdurlarından bir başka isim olan HDP İstanbul Milletvekili Hüda Kaya, bu sözlerden hareketle AKP’yi 28 Şubat’ın doğurduğu yönündeki değerlendirmelere dair “28 Şubat başarısız olmadı. Amaçları AKP gibi bir iktidar yaratmaktı ve başarı oldular” diyor.
28 Şubat dönemini ve bugünü kıyaslayan Kaya, şunları söyledi: “Bugünün iktidarı, 28 Şubat’ı yaşatan dinamiklerin bir iktidarı durumundadır. Darbeci ve kayyımcı bir rejimdir. Geçmişin darbecileriyle hesaplaşacağını ve demokratikleşme iddialarıyla iktidar olmuştur ama sonuç ortadadır. Tüm darbeci ve derin yapılarla ittifak halindedir. İktidarın bizatihi kendisi darbeci ve kayyımcı yapısıyla ülkemizi hiç olmadığı kadar her açıdan gerçek bir açık cezaevine döndürmüştür. Bugün AKP’li ya da MHP’li olmayan ya da aynı yapıdan olsa da eleştiren herkese dönük baskı, tehdit, yaptırım, yargılanmalar ve zindanlar var. O günlerde baş örtmek bir çeşit itiraza, isyana dönmüştü. Fakat şunu belirtmeliyim ki, bugünün Türkiye’sinde ben vekil iken gece kaldığım ev basıldı ve ‘uygun değilim, bekleyin’ dememe rağmen yatak odama bu iktidarın polisi kadın, erkek, şiddet ve cebirle girdiler. Aramızda yaşanan şiddet ile birlikte beni kelepçelediler. Bugün başörtülü, başörtüsüz, kadın, erkek, çocuklu veya bebekli, çok yaşlı ya da genç, hiç bakılmaksızın, kendilerine tam teslim olmayan toplumun her kesimine dönük büyük bir cadı avı ile karşı karşıyayız.”
MA / Diren Yurtsever