‘Dilin kaderini Kürtler belirleyecek’

img

DİYARBAKIR – Türkiye’de 15 milyona yakın nüfusun ana dili olan Kürtçe, süren politik mücadele sonucunda yapılan kimi “makyaj” düzenlemelere rağmen fiiliyatta hala yasaklı. Kürtçenin önündeki en büyük engelin "statüsüzlük" olduğunu belirten Dil Bilimci Sami Tan, dilin kaderini Kürtlerin kendisi belirleyecek, dedi. 

Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO), 2000 yılında 21 Şubat tarihini “Dünya Anadil Günü” olarak ilan etmesinden bugüne geçen 21 yılda, hali hazırda 39 dilin konuşulduğu Türkiye'de, Türkçe dışında anadilde eğitim görmek mümkün değil. Ülkenin en yaygın ikinci dili olan Kürtçe, yasak ve baskılanan dillerin başında geliyor. Dilsel farkındalık yaratmak ve çok dilliliği teşvik etmek amacıyla bu adımı atan UNESCO’nun Mart 2013’te yayımladığı Tehlike Altındaki Diller Dünya Atlası’na göre, dünyada konuşulan yaklaşık 7 bin dilin yüzde 40’ı, yani 2 bin 500’ü kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya. Tehdit altındaki bu dillerden her iki haftada biri yok oluyor. Dilsel çeşitlilik açısından zengin olan ülkelerin başında Papua Yeni Gine geliyor. Nüfusu 8 milyondan biraz fazla olan ülkede 800'den fazla dil konuşuluyor. Diğer tarafından dilsel çoraklığın yaşandığı ülkeler listesinin başında ise Kuzey Kore var.
 
Ana dilin korunmasında ve geliştirilmesinde uluslararası alanda en büyük sorumluluk devletlerde. Devletler hukuki olarak farklı dil, din ve kültürlerin gelişmelerine elverişli koşulların yaratılmasından ve kolektif olarak azınlıkların, hâkim kültürün tamamen etkisi altına girmeden varlığını sürdürebilmesinden sorumlu.
 
ULUSLARARASI KURUMLARIN DİLE YAKLAŞIMI
 
Ana dille ilgili düzenlemeler yapan BM, Avrupa Konseyi ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi kurumların anadile dair yaklaşımları, sadece insani ve kültürel haklarla sınırlı. Söz konusu kurumlar bu anlayışla ana dil hakkını sadece hayat hakkı, eşit olma hakkı, ayırımcılık yapılmaması, din, ifade ve kültür özgürlüğü gibi devletlerin korumakla yükümlü olduğu bireysel haklar çerçevesinde ele alıyor.
 
TÜRKİYE'DE KONUŞULAN DİLLER
 
UNESCO’nun Diller Atlası’na Türkiye’de ise, Kürtçenin Kirmançkî (Zazaca) lehçesi dahil olmak üzere 18 dil yok oldu veya yok olma tehlikesi ile yüz yüze. Bunlardan Ubik, Mlahso ve Kapadokya Yunancası tamamen yok olmuş durumda. Hertevin ve Mlahso dilleri, Süryani dilleri ailesinden Turoyo, Ladino ve Gagavuzca, Romanca, Batı Ermenicesi, Hemşince, Lazca, Pontus Yunancası, Abazaca, Suret dilleri “ciddi tehdit” altında gösterilirken, Adigece, Abhazca, Kabar-Çerkes dilleri ve Zazaca ise "kırılgan" diller kategorisi içerisinde. 
 
14. 7 MİLYON İNSANIN ANADİLİ ULUSAL GÜVENLİĞE TEHDİT!
 
Türkiye'de kaç dilin konuşulduğuna dair resmi ve uluslararası veri yok.  Ancak dil çalışmaları yürüten Ethnologue adlı internet sitesine göre, ülkede hali hazırda 39 dil konuşulmakta.
 
14. 7 milyona dolayında nüfusu ile ülkenin en büyük ikinci etnik grubu olan Kürtlerin anadili olan Kürtçe, Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli baskı, yasak ve engellemelerin hedefi oldu. Yüzyıllık geçmişi bulunan Kürt Sorunu ile “ulusal güvenliğe tehdit" olarak görülen Kürtçenin, devlet dairelerinin yanı sıra gündelik hayatta kullanımı yasaklayan politikalar geliştirildi.
 
Türkiye'de farklı dillerin kullanımı, kuruluş aşamasında imzalanan Lozan Antlaşması’nın getirdiği yükümlülükler ekseninde "dinsel yapıya" göre şekillendirildi. Bu antlaşma ile ülkede yaşayan Hristiyan azınlıklarının dillerini eğitim ve diğer alanlarda kullanılması yasal güvence altına alındı. Türkçe dışında farklı bir dil konuşan Müslümanlar ise bu haklardan mahrum. Anayasal güvence altına alınmayan Kürtçe ve diğer dillerin gelişimine yönelik bir yaklaşım sergilenmediği gibi, tersi yönde yasaklayıcı ve engelleyici adımlar atılıp, asimilasyon politikalarına başvuruldu.
 
Kürtçe ve diğer dillere dair politikalar, Avrupa Birliği'ne uyum süreci kapsamında 2002 ve 2003 yıllarında çıkarılan kanunlarla kısmi ölçüde esnetildi. "Devletin bölünmez bütünlüğüne" aykırı olmaması şartıyla, azınlık dillerinin öğretilmesi için kurslar açılmasına veya var olan kurslarda bu dillerin öğretilebilmesine olanak verildi. Bu düzenlemelerle ilk özel Kürtçe kursu 2004'te Batman'da açılmıştı. Yine bir yanda Kürtçe ve Kürtçeye yayıncılığa yönelik engellemeler sürdürülürken, 2009 yılında TRT Şeş (TRT 6) doğrudan devlet eliyle yayın hayatına başladı.
 
SEÇMELİ DERSE FİİLİYATTA ENGEL
 
Eylül 2012’de ise yayımlanan yönetmenlikle Kürtçe ‘seçmeli ders’ olarak Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) müfredatına girdi. Bu değişiklikle 12 yıllık mecburi Türkçe eğitiminin 5, 6, 7 ve 8’inci sınıflarında, öğrencilerin bir sınıf ya da yeterli grup oluşturacak sayıya ulaşması halinde haftada 2 saat Kürtçe (Kurmancî, Kirmanckî) ders alınabilmesinin önü açıldı. Ancak öğretmen ataması ve materyal tedariki yapılmamasının yanı sıra okul idarecilerin engellemeleri ile fiilen okullarda yok haline dönüştü.
 
Yargı alanında ise 2009’dan itibaren tutukluların mahkemelerde Kürtçe yaptığı savunmalar “bilinmeyen dil” muamelesi gördü. Çözüm süreciyle birlikte bu konuda yumuşama adımları atıldı. 2013’te, Meclis'ten geçen yasa ile savunmasını Kürtçe yapmak isteyenlerin tercüman parasını ödemesi halinde savunma yapabilmesinin önü açıldı. Kürtçeye dönük esnetmeler yerel yönetimler de kendisini gösterdi. Bağlar Belediyesi, Eğitim Destek Evi olarak ilk Kürtçe eğitim veren Ferzad Kemanger İlkokulu’nu 15 Eylül 2014’te açtı. Onu diğer bazı merkezlerde açılan başka okullar izledi. Sokak ve caddelere ise Kürtçe isimler verilmeye başlandı.
 
KÜRTÇEYE KHK'LERLE DARBE 
 
Kürtçe eğitim konusunda yumuşama adımları atılsa da, 2015'te ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve akabinde ilan edilen Olağanüstü Hal’e (OHAL) dayanılarak çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) Kürtçenin gelişimi için faaliyet yürüten kurumlara darbe vuruldu. 
2016'da, 676 sayılı KHK ile Türkiye'de günlük yayın yapan tek gazete olan Azadiya Welat, Evrensel gazetesinin Kürtçe yayın yapan dergisi Tiroj, Kürt Dili Araştırma ve Geliştirme Derneği (KURDÎ-DER) ve İstanbul Kürt Enstitüsü kapatıldı. Bağlar Belediyesinin açtığı Kürtçe eğitim verilen "Ferzad Kemanger İlkokulu ile Kayapınar ilçesinde 5 Ekim 2015’te 60 Ali Erel İlkokulu, Mardin'in Nusaybin ilçesinde Eğitim Sen ve KURDİ-DER tarafından açılan Ahmet Beyhan İlkokulu-Dibistana Seretayî ya Ahmet Bayhan, mevzuata aykırı faaliyet yürüttükleri gerekçesiyle kapatıldı. Lice'de ve Silvan'da yapımı tamamlanan okullar, eğitim hayatına daha başlamadan yıktırıldı. Yine Kürt siyasi geleneğinden gelen partilerin kazandığı belediyelere atanan kayyımlar eliyle kaldırılan Kürtçe tabelaların yanı sıra Kürtçe sokak, cadde ve park isimleri silindi.
 
TAHAMMÜLSÜZLÜK LİNÇE VARDI 
 
Kürtçeye yönelik bu resmi bakış, sokaklarda Kürtçe konuşanların linç edildiği ve öldürüldüğü bir noktaya kadar geldi. 16 Aralık 2018’de, Sakarya’da sokakta Kürtçe konuştukları için silahlı saldırıya uğrayan Kadir Sakçı (43) hayatını kaybetti, oğlu Burhan Sakçı (16) ağır yaralandı. Diyarbakır'dan Sakarya'ya gelerek tarım işçiliği yapan 19 yaşındaki Şirin Tosun da, 21 Ağustos 2019 günü yine Kürtçe konuştuğu için uğradığı silahlı saldırı sonucu hastanede 54 gün sonra yaşamını yitirdi.
 
Dilleri üzerindeki baskı ve yasaklar devam ederken Kürtler anadillerini korumaktan geri durmadı. OHAL'in kaldırılmasıyla Mezopotamya Dil ve Kültür Araştırma Derneği (MED DER) kurularak dil kurslarına başladı. 4 yıllık aradan sonra bir adım da Kürt siyasi partilerinden geldi. 9 siyasi parti bir araya gelerek "Kürt Dil Platformunu" kurdu. Peşinden dil bilimci, sanatçı, akademisyen ve aydınları "Kürt Dili ve Kültür Ağı" adıyla bu alanda çalışmalara başladı. Yürütülen çalışmaların ana amacı yasak ve baskılara rağmen Kürtçenin geliştirilmesi, bu konuda bir duyarlılık oluşturularak oto sansürün önüne geçilmesi ve anadilde eğitimin önündeki engellerin kaldırılması. 
 
PROF. ORAN: KÜRTÇENİN ‘EĞİTİM DİLİ’ OLMASINDA ENGEL YOK
 
Anayasa Profesörü Baskın Oran’a göre, bu alandaki mevzuatla Türkçe dışında ‘anadilde eğitim’ mümkün olmasa da Kürtçe ‘eğitim dili’ olarak verilebilir.
 
Anadilde eğitim ile eğitim dili arasındaki ince çizgi üzerinde duran dikkat çeken Prof. Oran, "Önce şunu bilmek lazım anadil başka, eğitim dili başka. Anayasa’nın 42’nci Maddesi şöyle diyor: 'Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez' Buna göre Kürtçe anadil olarak öğretilemez ama eğitim dili olabilir. Yani anadil olan Türkçeyi okutmak şartıyla Kürtçe (veya Türkiye'de yerel olarak konuşulan Çerkesce, Arapça vs. gibi dillerde) eğitim yapan kurumlar açılabilir. Madde devam ediyor: '...Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir.' Fakat Kürtçe bir yabancı dil olmadığı için burası Kürtçeyi ilgilendirmez. Yasalara gelince 03.08.2002’de kabul edilen Üçüncü AB Uyum Paketi, 'Türk yurttaşlarınca geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve lehçelerin' öğrenilmesini ve bunlarda yayın yapılabilmesi mümkün kıldı. Aslında buna gerek yoktu, çünkü Lozan Barış Antlaşması Md. 39/4, resmî daireler dışında her yerde her dilin kullanılmasını öngörüyor ve buna karşı hiçbir kısıtlama getirilemeyeceğini söylüyor" diye belirtti.
 
'RESMİ DAİRELER DIŞINDA TAMAMEN SERBEST'
 
Lozan Antlaşması'nın Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılmasını sınırlamadığını söyleyen Oran, şunları ifade etti: "Dille ilgili olan 39/4 aynen şöyle: 'Herhangi bir Türk vatandaşının gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.' Görüldüğü gibi Türkçeden başka bir dil kullanımı resmi daireler dışında tamamen serbest. Hatta Md. 39/5, 'Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır' diyerek, bir resmi kurum olan mahkemelerde de Kürtçenin sözlü olarak kullanılmasına olanak sağlıyor. Çünkü savunma hakkı çok çok önemli bir hak. Açıklamak gerekirse burada ‘Türkçeden başka dil konuşan’ demek, anadili Türkçeden başka olan birisi demek. Uygun düşen kolaylık demek, tercüman kullanabilmek demek. Diğer yandan Türkçeden başka dil konuşan demek, Türkçe bilmeyen demek değil. Yani mahkemeye çıkan kişi Türkçe bilebilir, ama anadili Kürtçe vs. ise Kürtçe vs.'yi sözlü olarak kullanma hakkına sahiptir. Çoğu yargıçlar bunu uygulamıyor, o başka."
 
Peki, Oran'ın Kürtçenin eğitim dili olmasının önünde yasal olarak engel olmadığını söylemesine rağmen fiiliyatta durum ne? 
 
Kürt Dili ve Kültür Ağı çalışmalarında yer alan Dil Bilimci ve Kürt PEN Eşbaşkanı Sami Tan'a göre uygulamada Kürtçeye yönelik sınırlamalar sözkonusu. Tan, Kürtçenin kullanımının Türkçe lehine sınırlandırılmasına iki dilden öteye, "egemen ve ezilen" ilişkisi üzerinden bakılması gerektiğinin altını çiziyor. 
 
DİLBİLİMCİ TAN: EN BÜYÜK ENGEL STATÜSÜZLÜK
 
Ezilen bir dil olarak Kürtçenin özellikle de kamusal alanlarda yasak ve engellemelerle karşılaştığını belirten Tan, "Aynı şekilde sistem Türkçeye tüm kapıları açmış durumda, imkan ve yaşam Türkçedir. Kürtçe hiçbir işe yaramadığı inancı oluşturuluyor. Bundan dolayı Kürtçeye olumsuz etki ediyor. Aileler çocuklarının bu durumla karşılaşmasını istemiyorlar. Onun için de çocuklarıyla Türkçe konuşuyorlar. Bu da Kürtçenin yeni nesle aktarılmasını engelliyor" dedi.
 
Kürtçenin önündeki en büyük engeli ise, "statüsüzlük" olarak tanımlayan Tan, şunları kaydetti: "Kürtçe, Türkiye’de halen bir statüye sahip değildir. Resmi bir statüsü yok. Eskisi gibi sert olmasa da engellemeler var. Öncelikle Kürtçe eğitim dili değil. Öte yandan iletişimde de istenilen düzeyde değil. Özellikle yaşamdaki resmi alışverişlerde de kullanılmıyor. Bu da temelini tekçi politikalardan alıyor. Türk ulusu toplumun tek tipleştirilmesi üzerine kurulmuştur. Yani en büyük engel bu zihniyettir. Türkçenin içerisinde eriyip gitsin yaşamın tamamı Türkçe olsun istiyorlar. Kürtçenin önündeki en büyük engellerden bir tanesi budur." 
 
'LEHÇELER ARASI HİYERARŞİYİ REDDEDİYORUZ'
 
Tan, UNESCO'nun "kırılgan diller” kategorisine aldığı Kürtçenin Kirmanckî (Zazaca) lehçesinin yok olma tehdidini ciddi biçimde yaşadığını da ifade etti.
 
Bu tehdidin bertaraf edilmesi için ise, Tan şu önerilerde bulunuyor: "Zazakî konuşan kişilerin dillerine daha çok önem vermesi gerekiyor ve korunması, gelişmesi için çalışma yapmaları gerekir. Diğer lehçelerle de birlik olması lazım. Bu konuda Kurmancların Zazakî lehçesine destekte bulunmaları lazım. Ancak bu şekilde tehlike ortadan kaldırılabilir. Diğer taraftan Kurmanci ve Kirmançkî konuşan evebeynlerin çocuklarını Kürtçe eğitmeleri gerekir, çözüm budur. Bu temelde bir birliğin olması lazım. Sivil ve demokratik çalışmaların geliştirilmesi lazım.  Toplum ne devleti beklemeli ne de Kürt kurumlarını veya siyasetini beklemeli. Bu temelde toplumun kendisi ve sivil ve demokratik kurumlarının öncülük yapması gerekir. Kürtçenin resmi bir statüsü ve eğitim dili olması için çalışma yürütülmesi gerekir ki Kürtçenin üzerindeki engeller ortadan kaldırılsın. Ancak bu şekilde dilimizi bu durumdan kurtarabiliriz. Hiçbir devlet, hiçbir güç o dili ortadan kaldıramaz. Fakat eğer toplum diline sahip çıkmazsa, hiçbir devlet de o dili ve kültürü yaşatamaz. Bundan dolayı dilimizin kaderini kendimizin belirlemesi gerekiyor. Karşı çıkılacak başka bir durum daha var. Bizler nasıl ki diller arasındaki hiyerarşiyi ret ediyorsak, aynı zamanda lehçeler arasındaki hiyerarşiyi de reddediyoruz. Tüm lehçeler dilimizin bir parçasıdır, bu bilinçle hareket etmek lazım."
 
KÜRT DİL PLATFORMU:  SORUMLULUK KÜRT HALKINDA 
 
Kürt Dil Platformu Sözcüsü Şerefhan Cizîrî’ye göre ise, bir ayağı devlet ile bağlantılı olsa da Kürtçenin karşı karşıya kaldığı tehdit konusunda en büyük sorumluluk Kürt halkının bizzat kendisinde. 
 
Cizîrî, “Eğer halkımız diline sahip çıkarsa, onu kimliği yaparsa, varlığı gibi görürse, günlük kullanırsa eylemlerini, siyasi görüşlerini Kürtçe yaparsa, devletin uyguladığı baskı ve zor politikalarına karşı kalkan gibi durabiliriz. Ama eğer sahip çıkmazsak Kürtçe kötü bir duruma düşer” diye konuştu.  
 
Kürtlerin çocukları ve çevreleriyle Kürtçe konuşup, günlük ilişkilerini ve tüm çalışmalarını Kürtçe yapması gerektiğini kaydeden Cizîrî, Kürtçeyi kimlik haline getirmeliyiz. Dil ortadan kalktığı zaman birçok şey de beraberinde yok oluyor. Onun için üzerinde duracağımız en önemli değer Kürtçedir. Biz Platform olarak daha önce de söylemiştik. Kürt siyasetinin ilk başta bu değerlere sahip çıkması gerekiyor. Kürt siyasetinin eylem, açıklama ve toplantılarında Kürtçe konusunda hassas ve duyarlı olmaları gerekiyor. Eğer onlar bize rol model ve öncü olurlarsa birçok kişi de onlara uyarak Kürtçeye sahip çıkar. İkincisi de sivil toplum kurumlarının aralarında Kürtçe meselesine önem vermeleri gerekir. Elbet insan kurs, dernek kurabilir, Kürtçeye karşı bir hassasiyette oluşturulabilir. Kürtçeyi sürekli gündemleştirebilir, Kürtçe kitaplar daha fazla okunabilir, Kürt medyasına daha fazla ağırlık verilebilir. Bundan dolayı bana göre en mühim mesele dil bilincini yükseltmektir. Gördüğüm eksiklik dil, kültür meselesini öne çıkaramıyoruz. En son gündemimiz oluyor. Fakat öyle olmaması gerekiyor. Bizim Kürt dil ve kültürü ile ilişkilerimiz en başat nokta olması lazım. Çünkü bize kimlik yaratan odur. Kürtlerin, Kürtçe konuşmaları, dillerine kültürlerine sahip çıkmalarının zamanı geldi. Bunu ertelemememiz lazım" dedi.