Öcalan: İşbirliğini reddettiğim için tasfiyem kararlaştırıldı

img

İSTANBUL - Ortadoğu'nun zenginliklerine göz diken emperyalist dünya güçlerine uyum sağlamadığı için komploya maruz kaldığını vurgulayan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 21 yıldır tutulduğu İmralı’da bu güçlerin oyununu bozup, halkların tarihsel ve toplumsal gerçekliğine uygun onurlu bir barış ve demokratik çözümde ısrarcı oldu. 

 
Küresel güçlerin organizasyonu ile 15 Şubat 1999 yılında Türkiye’ye teslim edilip, kendisi için özel olarak dizayn edilen İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’ne konulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın aradan geçen 21 yılda yoğunlaştığı başlıca konulardan biri kendisini hedef alan bu komploya dair gizleri aydınlatmak oldu. Zira komployu tüm gerçekliği ile açığa çıkarmak genelde Ortadoğu, özelde Kürt sorununa dair politikaların teşhiri anlamına geliyordu.
 
Merkezinde yer aldığı sürece dair sis perdesini kaleme aldığı savunmalarında dağıtmaya çalışan Öcalan, bu sürecin akıllarda bıraktığı birçok soruya yine yaptığı değerlendirmelerle yanıt oldu. Öcalan’ın uğradığı komploya ilişkin yaptığı tespitlerin ana çerçevesini Ortadoğu'nun zenginliklerine göz diken emperyalist dünya güçlerine uyum sağlamadığı için tasfiyesinin planlanması oluşturdu.
 
Öcalan, kurgulanan plan ve amacı savunmalarında şöyle dile getirecekti: "Daha Şam'da iken İngiltere ve ABD, elçiler göndererek kendilerinin Ortadoğu politikalarına uyum sağlamamızı, aksi halde tasfiye edileceğimizi söylemişlerdi. Onların işbirliği tekliflerini reddettim. Halklar lehine özgürlükçü ve bağımsızlıkçı çizgiden vazgeçmeyeceğimizi söyledim. Ardından Talabani gelerek bana, 'Öcalan ne yaptın, başını belaya soktun!' diyerek kararımı gözden geçirmemi istedi ve bu güçlerle işbirliğine girmeye ikna etmeye çalıştı. Ama bu teklifi de reddettim. 'Ben ilke adamıyım. Halklar lehine çizgi sahibiyim. Halkların binlerce yıllık özgürlük, eşitlik ütopyasını temsil eden bir özgürlük savaşçısıyım, başkalarının savaşçısı olmam' dediğim için komployla tasfiyeme karar verdiler. Tasfiyemle birlikte PKK'nin de başsız kalıp dağılacağı hesaplanıyordu."
 
‘ESAD KONUMUMUN ÖNEMİNİ FARK ETTİ’
 
Kendisine yönelen komplonun başlangıç adımı olarak Öcalan’ın işaret ettiği tarih 1994 yılı. Bu tarihte dönemin ABD Başkanı olan Bill Clinton’un, 21 yıl aradan sonra kendisi henüz Şam'da iken bu ülkeden çıkarılması amacıyla Suriye’ye gelip Hafız Esad'la görüşmesine dikkat çeken Öcalan, bu görüşmenin amacını “Hafız Esad o görüşmelerde konumumun önemini fark etti. Sürece yaymayı kendisi açısından daha uygun gördü. Geçici bile olsa Suriye’den çıkmam konusunda bir talepte bulunmadı. Beni Türkiye'ye karşı iyi bir dengeleyici unsur olarak sonuna kadar değerlendirmek istiyordu. Ben ise, Suriye'yi stratejik tavır almaya zorladım. Ama gücüm veya durumum bunu başarmaya elvermiyordu. İran’da olsaydım belki de stratejik bir ittifak geliştirilebilirdi. O konuda da ben İran'a güvenemiyordum; geleneksel tavırlarından çekiniyordum. Clinton ve ilişki içinde olduğu Irak Kürt liderleri Suriye'de bulunmamı kendi stratejik amaçları için uygun görmüyorlardı. Çünkü Kürdistan ve Kürtler giderek kontrollerinden çıkıyordu. İsrail de bundan çok rahatsızdı. Kürdistan'daki gelişmelerin seyri ve Kürtlerin kontrolünün ellerinden çıkması onlar için kabul edilemez bir durumdu. Kürdistan’ı kontrolleri altında tutmak, özellikle Irak'la ilgili plan için hayati rol ifade ediyordu. Mutlaka ayrılmam ve bağımsız Kürt kimliği ile özgürlük çizgisine son vermem dayatılıyordu” sözleriyle yorumladı. 
 
NATO-GLADİO BAĞLANTISI 
 
Öcalan, komplonun işaret fişeğinin atıldığın bu ziyaret ile Suriye'den çıkışına kadar ki sürecin NATO-Gladio ile bağlantılı olduğunu da ısrarla vurguladı. "Türk ordusundaki ayrışmayı ve Gladio'yu dikkate almadan bu operasyonu doğru yorumlayamayız" diyen Öcalan, 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıkmadan önce bu iki kesim arasında yine bir rekabetin baş gösterdiğini savunmalarında şu sözlerle anlatmıştı: "Kapitalist güçlerin hegomonik savaşı Beyaz Türk faşizmi kılığına bürünerek sürdürülüyordu. M. Kemal'den beri ordu içinde bundan rahatsız olan bir kesim de her zaman vardı. Bunlar yurtsever ve Anadolucuydu. 27 Mayıs 1960 darbesinden 2000'ler sonrası darbe hazırlıklarına kadar bu yurtsever ve barış yanlısı diyebileceğimiz kesimin durumu darbeciler ve komplocularınkinden farklıydı. Darbeciler ve komplocuların arkasında esas olarak NATO Gladio'su durmaktaydı. Ayrıca sivil toplum içinde de her iki tarafın güçlü uzantıları, odakları mevcuttu. Bunlar aralarında daima bir ilişki ve çelişkiyi yaşarlar. Dönemlere göre birbirlerine üstünlük kurarlar. Sınıfsal olarak da millici ve işbirlikçi burjuvaları temsil etmek durumundadırlar." 
 
‘ÖNÜMDE İKİ YOL VARDI’
 
Öcalan, bulunduğu Suriye’ye yönelik artan baskılar ve tehditler üzerine bu ülkeden çıkış sürecinde ise önünde iki yol olduğunu ifade edecekti. Bunları “Birincisi dağ, ikincisi Avrupa yoluydu” olarak tarif eden Öcalan, bu yolların olası sonuçlarını da “Dağ yolunu seçmek savaşın şiddetlenmesi, Avrupa yolunu tercih etmek ise diplomatik-politik çözüm şansını aramak demekti” diye tanımlayacaktı.
 
Öcalan, başlangıçta ağır basan dağ yerine Avrupa seçeneğinin nasıl geliştiğini de “Dağ yolu hazırlıklarının günler öncesinden yapıldığı bilinmektedir. Kuvvetli ihtimal dağa çıkış yönündeydi. Fakat tam o sırada bir Yunanlı heyetin yanımıza gelişi ve Atina temsilcimiz Ayfer Kaya'nın Yunanlı yetkililerle yaptığı yoğun telefon görüşmeleri rotayı Atina'ya çevirmemize yol açtı. Suriyeli yetkililerin sorunu çok acil çıkış yapmamdı. Fakat Avrupa'ya çıkışımdan pek de rahat görünmüyorlardı. Bu konuda alternatif yaratmamaları kendilerinin ciddi kusurudur. Atina'ya çıkış aslında hesapta yoktu. Bir fırsattı ve oradaki dostların ciddiyetine inanarak bu fırsatı değerlendirmekten kaçınmadım. Eğer karşılaştığım tablodaki gibi olduklarını bilseydim, kesinlikle çıkış yapmazdım” sözleriyle dile getirecekti.
 
‘IMF KREDİSİ ÜZERİNDEN ANLAŞTILAR’
 
Öcalan, ihanet ile karşılaştığı belirttiği Atina'dan Moskova'ya gidişini ise savunmalarında şu sözlerle anlatıyor: “Liberal Demokrat Parti Başkanı Vladimir Jirinovski’nin yardımıyla Moskova'ya inmeyi, o sırada ekonomik kaos yaşayan Rusya'ya giriş yapmayı başardık. Fakat bu sefer karşımıza Rus İç İstihbarat Şefi çıktı. O da ‘Nuh der peygamber demez’ havasındaydı. O koşullarda Rusya'da kalamazdık. Yaklaşık 33 gün sözde gizli kaldım. Yanında kaldıklarım ve benimle ilgilenenler Yahudi kökenli siyasilerdi. Dürüst olduklarına inanıyordum. Beni gerçekten gizlemek istiyorlardı. Ama bu yöntemi doğru bulamazdım. Bu süre içinde hem İsrail Başbakanı Ariel Şaron, hem de ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Korbel Albright, Rusya'ya gelmişlerdi. Rusya'da Yevgeniy Primakov Başbakandı. Hepsi de Yahudi kökenliydi. Ayrıca dönemin Türkiye Başbakanı Mesut Yılmaz da devredeydi. Sonunda Mavi Akım Projesi ve on milyar dolarlık IMF kredisi üzerinde anlaşarak Rusya'dan ayrılmamı sağladılar.”  
 
‘AVRUPA KAPILARINI ALMANYA KAPATTI’
 
Devreye konulan komplo sürecinde Öcalan’ın, sergilediği tutum ile ısrarla özellikle üzerinde durduğu ülke ise Almanya. Öcalan, geri planda dursa da Almanya’nın bu süreçteki rolünü “Almanya'nın beni almamak için nasıl hareket ettiği biliniyor. İddia ediyorum; Kuzey Atlantik Antlaşması'nın 'örgüte üye ülkelerin, silahlı bir saldırıya uğrayan herhangi bir üye ülkeye yardım etmelerini' öngören 5. maddesini, 1985'lerden itibaren PKK'ye yönelik fiilen uygulayan Almanya, komplo sürecinde de hukuki ve insani sorumluluğundan kaçarak bana dağ yolunu göstermişti. Bir başka deyişle; Alman politikasının komplodaki rolü, bizi Avrupa'ya sokmamaktı. Denilebilir ki, Avrupa kapılarını bana Almanya kapattı. Peki, bu kadar işbirliği neden? Çünkü beni tasfiye etmek istediler" sözleriyle açığa kavuşturdu.
 
‘İSTENMEYEN ADAM İLAN EDİLMİŞTİM’
 
Almanya gibi İtalya hükümetinin komplo sürecindeki tavrını irdeleyen Öcalan, temelde Avrupa hukukunun dışında tutulmasına yönelik bu yaklaşımlara dair savunmalarında şu tespitlerde bulundu: "Bütünlüklü ele alındığında Massimo D'Alema, kötü bir demokrasi ve insan hakları sınavı vermişti. Hukuk ve demokrasinin gür sesi olabilseydi, özgürlük tarihine katkısı unutulmaz olurdu. Sonuçta İtalya cesur davranamayarak geri adım atmıştı. İtalya, Almanya ve Fransa başta olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinin kapıları, bana fiilen kapatılmıştı. Benimle aynı nedenlere sahip binlerce Kürde siyasi sığınma veren Avrupa'da, 'istenmeyen adam' ilan edilmiştim! Çünkü Avrupa'da kalsaydım, bana Avrupa hukukunun uygulanması gerekiyordu, ancak buna imkân vermediler. Böylece Avrupa bu yaklaşımıyla benim yasadışı yollarla Kenya'ya kaçırılmama daha bu aşamada suç ortaklığı yapıyordu." 
 
‘ÇARMIHIN İLK ÇİVİLERİ MOSKOVA’DA VURULDU’
 
Öcalan’ın komplo sürecindeki grift ilişkiler konusunda işaret ettiği örneklerden biri ise, tarih boyunca hep birbirlerine düşman olan ve karşıt kutuplarda yer alan ABD ve Rusya’nın ilk defa tasfiyesi konusunda müttefik haline gelmesi.
Bu yüzden yaşadıklarını Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi sürecine benzeten Öcalan, "Büyük ihtimalle oyunun son perdesi bilinerek hazırlanmış ve oynanıyordu. Süreç, çarmıh veya tabutun hazırlanmasıydı. Moskova'dakiler ilk çivileri sıkı vuruyorlardı. İlk defa suratlarında dostluğa hiç yer vermeyen görüntülerle tanışıyordum. Belli ki karar üst düzeyden ve kesindi" diyecekti.
 
'3. DÜNYA SAVAŞI KOMPLOYLA BAŞLATILDI’
 
Irak'ın işgal senaryosunun da kendisinin teslim edilmesiyle sıkı sıkıya bağlantılı olduğunun altını çizen Öcalan, şunları ifade ediyordu: “İşgal aslında bana yönelik operasyonla başlatılmıştır. Aynı husus Afganistan'ın işgali için de geçerlidir. Daha doğrusu, Büyük Ortadoğu Projesi'nin hayata geçirilişinin kilit adımlarından biri ve ilki bana yönelik olan operasyondu. Ecevit'in; ‘Öcalan'ın niçin teslim edildiğini bir türlü anlamadım’ demesi boşuna değildi. Birinci Dünya Savaşı nasıl Avusturya veliahdının bir Sırp milliyetçisi tarafından vurulmasıyla başladıysa, bir nevi Üçüncü Dünya Savaşı da bana yönelik operasyonla başlatılmıştı.” 
 
‘KOMPLO ŞAHSIMDA KÜRTLER VE TÜRKLERE YAPILDI’ 
 
Öcalan’ın savunmalarındaki çözümlemelerde ısrarla üzerinde durduğu temel nokta komplonun kendi şahsında sadece Kürtlere değil, Türklere de yapıldığıydı. Bu hakikati ise,  “Teslim ediliş biçimi ve bunda rol oynayanların niyeti ‘terör’ün sona erdirilmesi ve çözüm olmayıp, bir yüzyıl daha sürecek şekilde anlaşmazlığın temelini derinleştirmekti. Beni komploya düşürmeleri bu niyetleri için ideal bir fırsat sunmuştu. Bu fırsatı sonuna kadar kullanmak isteyeceklerdi. Aksini düşünmek mümkün değildi. Çünkü isteselerdi bu yöndeki çok olumlu gelişmelere katkı sunabilirlerdi. Oysa işleri sürekli çıkmaza sürüklüyorlar, sorunu çözmek yerine tam bir kördüğüme dönüştürüyorlardı. Tipik bir İsrail-Filistin ikilemi yaratılmak isteniyordu. Nasıl ki İsrail-Filistin ikilemi yüzyıldır Ortadoğu’da Batı hegemonyasına hizmet etmişse, ondan çok daha büyük boyutlu olan Türk-Kürt ikilemi de en azından bir yüzyıl daha hegemonik hesaplarına hizmet edebilirdi. Zaten 19. yüzyılda bölgedeki birçok etnik ve mezhepsel sorunun geliştirilmesinde ve çözümsüz bırakılmasında aynı amaç güdülmüştür. İmralı gerçeği bu yöndeki ham bilgilerimi iyice olgunlaştırdı. Fakat karşımda duran en önemli sorun, bunu Türk yönetici elitine kavratabilmekti. Komplonun benden, Kürtlerden daha çok Türklere yapıldığını kavratabilmek en önemli sorunum haline gelmişti” sözleriyle dile getirdi. 
 
İMRALI SÜRECİ 
 
İmralı sürecini bu oyunu bozmak için ideal bir platform olarak değerlendirdiğini ifade eden Öcalan, barış ve demokratik siyasi çözüm seçeneği üzerinde yoğunlaşıp, bunun teorik temellerini güçlendirdi, bunun felsefi ve pratik argümanlarını geliştirdi. Zorlu ve sabır isteyen bu çalışmalarla ancak komplonun kısır döngülerini kırabileceğine ve çözüm alternatiflerini geliştirebileceğine inanan Öcalan, “Bu konuda kendime güvenmekten başka çarem yoktu. Aslında komplo sürecinde rol alanların niyeti farklıydı. Benim şahsımda PKK’nin ve Özgürlük Hareketi’nin bitirilişini sağlamak istiyorlardı. Cezaevi uygulamaları, AİHM ve AB’nin tüm yaklaşımları bu ana amaçla bağlantılıydı. Benden arındırılmış bir Kürt Hareketi hedefleniyordu. İğdiş edilmiş, efendilerinin hizmetinde olan geleneksel işbirlikçiliğin modern bir versiyonu oluşturulmak isteniyordu. Özellikle ABD ve AB’nin uzun vadeli çalışmaları bu doğrultudaydı. Strateji ve taktikler bu plan çerçevesinde geliştiriliyordu. Benim bunlara mukabil geliştirdiğim savunma, ne klasik Ortodoks dogmatik tutuma ne de kendimi kurtarmaya ve koşullarımı iyileştirmeye dayanıyordu. Savunmama yön veren şey ilkeli, halkların tarihsel ve toplumsal gerçekliğine uygun onurlu barış ve demokratik çözüm yolu oldu” diyecekti.
 
YARIN: Avukat Emran Emekçi: Öcalan şahsında bütün hukuk sistemleri bypass edildi
 
MA / Ferhat Çelik