Öcalan'a yönelimin 21 yılda gösterdikleri - 1
Ortadoğu'ya dönük hesaplarda Öcalan faktörü

img
İSTANBUL – Ortadoğu’yu 21’inci yüzyılda yeniden dizayn etme hedefiyle yola çıkan küresel güçlerin attığı ilk adım, politikaları önünde engel olarak gördükleri Abdullah Öcalan şahsında Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesini amaçlayan ve 9 Ekim 1998'de startı verilen uluslararası komploydu. Peki, bugün tecritle sürdürülen bu politika, geride kalan 21 yılda hem Türkiye hem de Ortadoğu’da hangi sonuçlara yol açtı?
 
Ortadoğu’nun haritası, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde batılı kolonyalist devletler tarafından imzalanan Sykes-Picot Antlaşması ile nüfuz ve manda bölgelerine göre kâğıt üzerinde değiştirildi. Cetvelle çizilen suni sınırlar, bölgede etnik ve mezhepsel krizlere, kanlı çatışmalara yol açarak bu sınırları sarstı. Bu durumun çıkarlarını bozduğu ve bölge zenginliklerinden pay alma amacındaki küresel güçler, 21. yüzyılın başında Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye girişti. Bu hedefle yola çıkan küresel güçler, ilk olarak politikaları önünde engel olarak gördükleri PKK Lideri Abdullah Öcalan şahsında Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesine girişti. Bu yönlü atılan ilk atım ise, Öcalan’a yönelik 9 Ekim 1998'de startı verilen uluslararası komplo oldu. 
 
Uluslararası komplo ile fitili yakılan ateş çemberi, El Kaide’nin 11 Eylül 2001’deki saldırıları ile harlanıp, devamında Irak’ın işgali, ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan süreç ve yine bu dönemde DAİŞ’in ortaya çıkışıyla tüm Ortadoğu’yu sardı. 
 
Yaşanan tüm bu süreçlerin başlangıç adımını oluşturan Öcalan’a yönelik uluslararası komplo ile Ortadoğu’nun iki önemli gücü olan Türk ve Kürt halklarını savaş tuzağına düşürmek isteyen küresel güçler, bu politikalarını bugün hali hazırda Türkiye eliyle sürdürdükleri Öcalan’a yönelik tecrit politikası ile sürdürme gayretinde. 
 
Peki, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “Apo'yu bize niye verdiler, anlamadım” sözüyle hakikate dönük örtünün biz nebze aralandığı bu süreç nasıl başladı ve aradan geçen 21 yılda hem Türkiye hem de Ortadoğu’da hangi sonuçlara yol açtı?
 
ATEŞKES İLANINA VERİLEN YANIT 
 
Türkiye’de Kürt sorununa dair başvurulan çözümsüzlük politikaları sonucu 1990’lı yılların başından itibaren şiddetlenen çatışma ortamının akabinde takvim yaprakları 1 Eylül 1998’u gösterdiğinde PKK, Kürt sorununun barışçıl çözümü için tek taraflı ateşkes ilan etti. 17 Eylül’de Washington'da KDP, YNK ve ABD arasında bir toplantı gerçekleşti. Bu toplantının ardından ise, Federe Kürdistan Bölgesi Yönetimi ile Türkiye arasında PKK karşıtı bir anlaşma sağlandığı sonraki yıllarda ortaya çıktı. Aynı günlerde Türkiye devlet yetkililerinden Suriye'ye müdahaleye dönük tehdit içerikli açıklamalar gelirken, 19 Ekim'de Adana'da gerçekleşen Türkiye-Suriye görüşmelerinde ise "Öcalan şu andan itibaren Suriye'de değildir ve kesinlikle Suriye'ye girmesine izin verilmeyecektir" hükmünü de içeren mutabakat metni imzalandı ve bu metin 20 Ekim'de açıklandı.
 
YA ÇATIŞMA YA DİYALOG!
 
Bu günlere dair Öcalan, sonraki yıllarda yaptığı değerlendirmelerinde önünde iki seçenek olduğunu; bunlardan birinin dağa çıkıp savaşı yaymak, ikincisinin ise Avrupa'ya giderek Kürt sorununun siyasi çözümü için bir diyalog yolu açmak olduğunu söyleyecekti.
 
"Rolümü siyasi kanallarda oynamak istiyorum" diyerek ikinci yolu tercih eden Öcalan, 9 Ekim 1998'de Atina'ya hareket ederek, Suriye'den ayrıldı. Atina Havaalanı'na inen Öcalan, dost ilişkisiyle yaklaştığı Yunan Parlamentosu’ndan bir grup milletvekilinin davetiyle Yunanistan’a giden Öcalan’a ülkeye giriş izni verilmedi. Verilen sözlerin tutulmaması üzerine Öcalan, buradan Moskova'ya hareket etti. 33 gün Rusya'da kalan Öcalan, bu süreç içerisinde Rusya'dan siyasi sığınma talebinde bulundu. 4 Kasım günü Rusya'nın Duma Meclisi, 298 milletvekilinin Öcalan'a siyasi sığınma hakkı tanınması için hazırlanan karar tasarısını onayladı. Ancak dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright adına sözcüsü James Rubin, hiçbir ülkenin sığınma hakkı tanımasını kabul etmeyecekleri açıklamasını yaptı. Bu dönemde Rusya'ya IMF aracılığıyla 8 milyar dolar kredi verilirken, Türkiye ise “Mavi Akım” projesini Ruslara verdi.
 
Öcalan, tarihler 12 Kasım 1998'i gösterdiğinde uçakla bu kez İtalya'ya geçti. İktidarda bulunan Massimo D'Alema Hükümeti, her ne kadar bu konuda güvence verse de Öcalan'ın İtalya’ya gelmesinin ardından hakkında tutuklama kararı alındı. D'Alema, Öcalan'ı ölüm cezası olan Türkiye gibi bir ülkeye iade etmeyeceklerini ve kendi kanunlarına göre, bir yargılama yapacaklarını açıkladı. Türkiye, bunun üzerine İtalya’ya dönük ambargo ve ürünlerine dönük boykotlara başvurdu. Bu günlerde Öcalan’ın hakkında Almanya'da da tutuklama kararı olmasına rağmen acil toplanan Alman yargı kurumları ise, "zaman aşımına uğradı" gerekçesiyle davanın düştüğünü ve bu yüzden Öcalan'ı istemediklerini belirtti. 
 
KÜRTLER ‘GÜNEŞİMİZİ KARARTAMAZSINIZ’ DEDİ 
 
Tüm bu gelişmeler yaşanırken Kürtler, “Güneşimizi karartamazsınız” diyerek ayağa kalktı. Türkiye ve Avrupa'da Öcalan'ı sahiplenme eylemleri yapıldı. Yine on binlerce Kürt ve dostları Roma'ya akarak, Öcalan etrafında adeta ateşten bir çember oluşturuldu. 
 
‘VARLIĞIMIZ AVRUPA’YA AĞIR GELDİ’
 
Öcalan’ın İtalya'da kaldığı süre içerisinde Kürt sorunu ve PKK, Avrupa'nın temel gündemi oldu ve çözüm amaçlı birçok girişim gündeme geldi. Ancak İtalya devleti, içeride sağ muhalefetin dışarıda ise ABD ve Türkiye'nin yoğun baskılarına daha fazla direnç gösteremedi. Bunun üzerine yeniden alternatif ülke arayışlarına başlandı. Öcalan'ın "Varlığımız Avrupa'ya ağır gelmiştir" sözleri, rotanın başka bir Avrupa ülkesi olamayacağını gösteriyordu. Böylelikle rota yeniden Rusya'ya yeniden çevrildi ve Öcalan 6 Ocak 1999 günü Roma'dan ayrıldı.
 
UÇAĞIN ROTASI KENYA'YA ÇEVRİLDİ
 
Öcalan, geldiği Rusya’da da kalma koşullarının olmadığını gördüğünde Kürdistan'a dönme kararı verdi. Ancak bindirildiği uçak Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'ye indirildi ve Öcalan burada 6 günlük bir esaret yaşadı. Sonrasında yeniden Yunanistan'a geçen Öcalan, burada kalmasına izin verilmemesi üzerine uluslararası mahkemeye çıkmak amacıyla Hollanda'ya gitme önerisini sundu. Bir uçak kendisini Atina'dan Beyaz Rusya'nın Minsk kentine götürecek, buradan da ikinci bir uçakla Lahey'e götürülecekti. Ancak havalimanına inildiğinde Lahey'e gidecek olan uçak ortada yoktu. Çünkü Hollanda ve Beyaz Rusya tarafından bu uçağa iniş izni verilmemişti. Bunun üzerine Yunanistan'a dönmek zorunda kalan Öcalan'ın yeniden ülkeyi terk etmesi için baskılar yapılınca bu kez aynı uçakla Korfu Adası'na gidildi. Korfu'da tutuklu muamelesi gören Öcalan'a kendi iradesiyle adayı terk etme imkanı da tanınmadı. Korfu Adası'nda bulunan Öcalan'ın yanına gelen Yunan istihbaratçı Savas Kalenderidis, Öcalan'a "Pangalos'la konuştum, sizden özür diliyor. Çözüm bulduk" diyerek, Afrika ülkelerine rotayı çevirdiklerini söyledi. Önce bu plana karşı çıkan Öcalan, daha sonra bu planı kabul etmek zorunda kaldı. Öcalan plana göre önce Afrika ülkelerine geçecek, buradan da Güney Afrika Cumhuriyeti'ne götürülecekti. Ancak uçağın rotası 2 Şubat günü Kenya'ya çevrildi.
 
KAÇIRALARAK TÜRKİYE GETİRİLDİ
 
Öcalan, Kenya'da kaldığı Yunan Büyükelçiliği konutundan sürekli ayrılmaya zorlandı. Öyle ki Yunanlı yetkililer bu konuda zora başvurma tutumuna bile yaptı. Öcalan, yanında bulunanlara maruz kaldığı bu yaklaşımlara dair "Türkiye'nin halkımıza dayattığı soykırım girişimi, şahsıma yönelik komployla en vahim bir biçimde sonuçlandırılmak isteniyor" diyecekti.
 
Bu arada Ankara'daki görüşmenin ardından oluşturulan bir ekip, Amerikalı uzmanların gözetiminde Antalya'ya götürüldü. Antalya'da üç kişilik MİT uçuş personeli ile Cavit Çağlar'ın uçağının üç kişilik pilot ekibi de bulunuyordu.  Kenya, 15 Şubat'ta Öcalan'ın sınır dışı edilmesini talep etti. Öcalan da Hollanda'ya gitmek koşuluyla binayı terk etmeyi kabul etti. Ancak Öcalan'ı havalimanına götüren araç, aniden konvoydan ayrılarak kayboldu. Öcalan, 15 Şubat saat 03.00'te Türkiye'ye kaçırıldı. 
 
Bu şekilde başlayan komplo süreci, 21 yıldır Öcalan’a uygulanan tecritle sürdürülmeye çalışılırken, bu durum gerek Türkiye’de gerekse de Ortadoğu’da ağır sonuçlara neden oldu. Öcalan, İmralı'daki savunmalarda kendisine yönelik bu uluslararası komplonun nedenlerini ve bu komploya katılan devletlerin amaçlarına dair “Bütün hesaplar benim kör bir direniş içine girerek, öleceğim üzerine yapıldı” diyecekti. 
 
EN ETKİLİ 100 İSİM ARASINA GİRDİ
 
Öcalan, İmralı’da maruz kaldığı ağır tecrit koşulları ve baskılara rağmen sergilediği duruşla komployu boşa çıkardı. Geliştirdiği Demokratik Ulus Paradigması Kuzey Suriye’de vücuda bürünüp, dünya genelinde siyasetçiler ve akademi çevrelerince görüşlerine önem verilen Öcalan, 2013 yılında Time dergisinin 'yılın en etkili 100 ismi' listesine girdi.
 
AVUKATI: ÖCALAN HALA AYNI ÇİZGİDE
 
Avukatlarından Emran Emekçi, Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılıp, 15 Şubat 1999’da İmralı Adası’na hapsedilmesine uzanan uluslararası komployu değerlendirdi.
 
9 Ekim komplosundan çıkarılması gereken çok fazla ders olduğunu belirten Av. Emekçi, Suriye’den çıktıktan sonra dağın yolunu tercih etmeyerek demokratik çözüm için Avrupa’nın yolunu tutan Öcalan’ın bu çözüm arayışına Avrupa’nın verdiği cevabın ise kendisini “istenmeyen adam” ilan etmek olduğunu ifade etti. 
 
‘KÜRT STRATEJİSİ ÇÖZÜMSÜZLÜK ÜZERİNE BELİRLENMİŞTİ’
 
Bu yaklaşıma rağmen Öcalan’ın Kürt sorununu çözümü için öneriler geliştirmeye devam ettiğini belirten Emekçi, Roma’da açıkladığı 7 maddelik çözüm paketinin bunun en somut örneği olduğunu ancak Öcalan’ın Avrupa devletlerinden beklediği desteği bulamadığını vurguladı. Emekçi, Öcalan’ın 7 maddelik çözüm paketini açıkladıktan sonra Avrupa’nın bütün havaalanlarının kendisine kapatıldığını kaydetti.
 
Emekçi, “Avrupa’ya ABD’nin sürekli bir baskısı vardı, psikolojik baskı altındaydı. En son Rusya’ya oradan da Kenya’ya sürüklendi. Bu komployu temel özetleyen şey, Öcalan’ın imhası ve sonu gelmez bir Türk-Kürt savaşı yaratmaktı. Çünkü çözüm bu güçlerin işine gelmiyordu. Kürt stratejisi çözümsüzlük üzerine belirlenmişti. O yüzden çözüme destek vermek yerine Öcalan’ı idam cezasıyla arandığı Türkiye’ye teslim ettiler” dedi. 
 
‘OYUNU BOZAN BİR ÇIKIŞ GÖSTERDİ’ 
 
Komplonun asıl amacının Öcalan’ın fiziki imhası olduğunu vurgulayan Emekçi, şunları söyledi: “Aslında imha girişimleri da oldu. Kenya’da çeşitli olaylar oldu. Zorla dışarı çıkarılmak istendi. Tarafına silah verilerek silahlı çatışmada öldürüldü süsü verilmek istendi. Israrla güvencesiz alanlara bırakılmak istendi. Ama Öcalan’ın sağduyusu bunun önüne geçti. Sonuçta Türkiye’ye teslim ettiler. 4 Şubat’ta Türkiye’ye gelen CIA yetkilileri ile MİT arasında gizli bir anlaşma yapılıyor. Bir ekip oluşturuluyor ve 14 Şubat’ta Türkiye’ye teslimi gerçekleştiriliyor. Öcalan’ı teslim eden güçler şöyle düşünüyorlardı: ‘Öcalan kaba bir direnişte bulunacak ve idam edilecek.’ Ve sonu gelmez Türk-Kürt savaşı böylece başlatılmış olacaktı. Öcalan o dönem bunu çok iyi tespit etti. Bu oyunu bozan bir çıkış gerçekleştirdi. Herkes kaba direniş beklerken o demokratik çözüm ve barış stratejisiyle çıktı. Zaten 1993’den beri bu yönde çabaları vardı. Komplo bu şekilde boşa çıkarıldı.” 
 
‘HUKUK VE ADALET SİSTEMLERİNİ YOK SAYDILAR’ 
 
Komplonun hukuk ve yasa dışı yöntemlerle hedefini tasfiye etmek, ortadan kaldırmak, etkisizleştirmek anlamı taşıdığını ifade eden Emekçi, “Hukuk ve ahlak dışı olduğu için komplo diyoruz. Sayın Öcalan’ın Avrupa’ya sığınma talebi vardı. Bu sürüncemede bırakıldı, kabul edilmediği ülkeler olan İngiltere, Almanya, Fransa’nın yaptıkları var. ‘İstenmeyen adam’ ilan edildi, havaalanları kapatıldı. En son Rusya’da Duma’dan sığınma kararı alındı ona rağmen zorla sınır dışı edildi. Benzer şekilde Yunanistan’da iltica talebi vardı, işleme alınmadı, zorla dışarı çıkarılmaya çalışıldı. Dolayısıyla hukuk uygulanmadı. Uluslararası hukukun temel ilkeleri siyasi suçlardan dolayı idamla yargılanan ülkeye iade edilemez, sığınma hakkı vardır. Bu prosedürlerin hiçbiri uygulanmadı. Kendi yarattıkları hukuk ve adalet sistemini yok saydılar” diye konuştu. 
 
‘KAPİTALİS MODERNİTENİN TUTSAĞIYIM’ 
 
Emekçi, uluslararası hukuku bypas eden ABD’nin 11 Eylül 2001’de ‘terörle mücadele’ adı altında ülkede yasaları rafa kaldırdığını ve “düşman hukuku” denilen yeni bir anlayışı hayata geçirdiğini de ifade etti. Emekçi, bunun ilk uygulamasının da Öcalan üzerinden yapıldığını söyledi. 
 
Kürt sorununun hiçbir meseleye benzemediğinin altını çizen Emekçi, nedeni şu sözlerle açıkladı: “Kürt statüsüzlüğü 20’nci yüzyılın başında belirlendi. O dönem işte Kahire Konferansı var. 1920’de orada alınan bir karar var. O kararda ‘Kürt sorununu çözümsüz bırak. İçerisinde yaşayan devletlere karşı bir koz olarak kullan. Sürekli onları bu tehditle kendine bağlı kıl’ belirlemeleri vardı. Bu sistemi 20’nci yüzyılın başlarında Avrupalılar belirlediği için Kürtlere statü verilmesi kabul edilmiyor. Sayın Öcalan, buna ilişkin ‘Ben Türkiye’nin mahkumu değilim, uluslararası dünya sisteminin, kapitalist modernitenin tutsağıyım’ diyor. Çünkü özgürlükçü bir Kürt, demokratik bir Kürtlük istemiyorlar. Kürtlere verilen rol, piyon rolüdür. Bütün devletlerin yaklaşımı böyledir. Bunun dışına çıkmak isteyeni de komplolarla etkisizleştirmek istiyorlar.”
 
‘ÖCALAN’IN DURUŞU KAZAN KAZAN POLİTİKASIDIR’
 
Komplo ve imha politikalarına rağmen Öcalan’ın barış umudunu hiç kaybetmediğini söyleyen Emekçi, Öcalan’ın son dönemde avukatları aracılığıyla paylaştığı mesajlarıyla da bu duruşunu koruduğuna dikkat çekti.
 
Yine İmralı süreci boyunca temel duruşunun, Kürt sorununu demokrasi ve barış temelinde çözmek olduğuna işaret ettiği Öcalan’ın “Eğer bu konuda varlarsa ben hazırım” sözlerini hatırlatan avukatı Emekçi, Öcalan’ın bu konuda çözüm projelerinin olduğunu vurguladı.
 
Öcalan’ın 7 Ağustos’ta avukatlarıyla yaptığı son görüşmeye değinen Emekçi, “Sayın Öcalan bu görüşmede ‘Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır’ dedi. Bir hafta içinde sorunu çözeceğini söylüyor. Ama bu yönde bir şey gelişmedi” dedi. 
 
Emekçi’nin dikkat çektiği bir diğer şey, Öcalan’ın avukatlarıyla 2 Mayıs’ta yaptığı görüşme sonrası verdiği mesajlar.
 
Öcalan’ın o mesajında ‘Derinleştirilmek istenilen Türk-Kürt savaşının önüne geçmek istiyorum’ dediğini hatırlatan Emekçi, “Rojava’ya, Fırat’ın doğusuna yüz binlik bir ordu ile girecekler. Karşılarına yüz binlik Kürtlerin kendi askeri güçleri var. Bunları karşı karşıya getirecekler ve iki taraf da bu çatışmada kaybedecek. Türk-Kürt çatışmasının kazananı yok. Sonuçta ne olacak Türkiye daha güçten düşecek, daha bağımlı hale gelecek. Kürtler de güçten düşürülmüş olacak. Plan bu. Sayın Öcalan bunun önüne geçmeye çalışıyor. Demokratik çözüm herkese kazandırıyor. Bunu herkes gözlemledi. 1999 yılından beri yirmi yılda çözüm süreçlerinin ülkeye ne kadar katkı sunduğu, kalkınma sağladığı, işçinin, memurun maaşının arttığı, ne zaman çatışma süreçleri başladığında ise ekonomik krizlerin, yoksullaşmanın olduğunu gözlemliyoruz. Öcalan’ın duruşu ‘kazan kazan’ politikasıdır. Hala da bu çizgidedir. Son barış çağrısı da bu temeldedir. Halklara kazandıracak yaklaşım politika da budur. Komplo da ancak böyle boşa çıkarılabilir” diye konuştu.
 
MA / Erdoğan Alayumat - Barış Ceyhan 
 
YARIN - Hatip Dicle: Komplo mutlak tecrit ile devam ediyor