Kobanê isyanı üzerinden 5 yıl geçti: Devlet soruşturmadı ve araştırmadı

img
DİYARBAKIR- DAİŞ’in Kobanê’yi işgal saldırısının durdurulması talebiyle yükselen halk ayaklanmasının üzerinden 5 yıl geçti. Av. Mesut Beştaş, can kayıplarına yönelik etkin bir soruşturma yürütülmediğine dikkati çekerken, o dönem 112 Acil Servisi görevlisi milletvekili Saliha Aydeniz ise 6-8 Ekim’in devlet tarafından araştırılmadığını kaydetti. 
 
Suriye'de "Arap baharı" olarak 2011 Mart ayında başlayan protestolar çok geçmeden büyüdü. İç savaşta taraf olmayarak “üçüncü yol çizgisi”ni benimseyen Rojava halkı, özgür yaşamın inşasına başladı. İlk etapta Rojava Anayasası olarak kabul edilen Toplumsal Sözleşme’yi oluşturan Rojava halkı, 2014 yılında ise önce Cizîre daha sonra Kobanê ve Efrîn de kantonlarını ilan etti. Rojava halkının kendi yönetmek için kurduğu sistemi ilan etmesinin ardından sürekli saldırılara maruz kaldı ve bu baskılar hala da sürüyor. 
 
Kürt halkının özgürlük talebini boğmaya, yok etmeye yönlendirilen DAİŞ, 3 yıllık süreçte herhangi bir şey elde edemeyince destekçilerinin planıyla 10 Eylül 2014 tarihinde Kobanê Kantonu'na saldırdı. Rojava halkı, bu saldırılara öz savunma gücüyle karşılık verdi. Saldırıda, Kobanê’ye bağlı yüzlerce köyden binlerce insan yerlerini terk ederek tek çıkış yolu olan Türkiye sınırına yöneldi. 
 
ERDOĞAN’IN AÇIKLAMASI!
 
Diyarbakır'da Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Halkların Demokratik Partisi (HDP), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Halkların Demokratik Kongresi'nin (HDK) eş başkanları uyarıları ve açıklamalarına rağmen AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, 7 Ekim’de Antep’te yaptığı "Havadan bombalayarak bu sorunlar çözülmez. Bununla ilgili yerde mücadele eden yapılarla işbirliği kurulmadan netice alınamaz. İşte aylar geçti ve herhangi bir netice yok. Şu anda Kobani de düştü düşüyor" açıklaması Kürt illerinde yükselen tepkinin isyana dönüşmesine neden oldu. 
 
6-8 EKİM SÜRECİ  
 
Kısmi olarak 6 Ekim’de başlayan 7 ve 8 Ekim’de doruğa çıkan halk ayaklanması kısa sürede kent kent, sokak sokak yayıldı. Asker ve polisler karakol ve kışlalara çekildi. Sokaklara çıkma yasakları ilan edilirken, kentlerin bazı noktalarına paletli tanklar yerleştirildi. Bölgede hemen hemen tüm kentlerine hakimyet kuran halk, taleplerin karşılanması için çağrıda bulundu. 6 Ekim’de başlayan protesto eylemlerinde 12 Ekim'e kadar özellikle Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bingöl, Antep, Van, Muş, Batman, İstanbul, İzmir ve Adana’da toplamda 50’ye yakın kişi yaşamını yitirdi. 
 
SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI
 
Diyarbakır’da sokağa çıkma yasağı, Çınar, Eğil, Ergani, Dicle, Hani, Hazro, Kocaköy, Kulp ilçeleri de dahil birer gün uzatıldı. Yasak, İl İdaresi Kanununa dayandırıldı. Kentte okullar tatil, uçak seferleri iptal edildi. Okullar Diyarbakır’ın ardından Dersim’de de okullar iki gün tatil edildi. Hakkari ve Van’da da üniversitelerde eğitime ara verildi.
 
EMNİYETİN VERİLERİ
 
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre; 36 ilde meydana gelen 2 bin 389 olayda, 48 sivil ve 2 polis yaşamını yitirdi, 438 sivil ve 331 polis yaralandı, 4 bin 291 kişi gözaltına alındı, bunlardan bin 105’i tutuklanarak cezaevine konuldu.
 
İHD RAPORUNDA YAŞAMINI YİTİRENLER
 
İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkezi tarafından 7-12 Ekim günlerinde Kobanê'ye destek eylemleri sırasında yaşamını yitiren ve yaralananlara ilişkin hazırladığı rapora göre, 46 kişi yaşamını yitirdi ve 682 kişi de yaralandı. Yine rapora göre, bin 974 kişi gözaltına alındı, bunlardan 323 kişi ise tutuklandı. Raporda, Kobane olayları sırasında Van'da Hamdi Caner (55) ve Yunus Aktaş; Siirt'in Kurtalan ilçesinde Yusuf Çelik (17), Mehdi Erdoğan (35), Necmettin Çelik; Muş’un Varto ilçesinde Hakan Buksur (25); Diyarbakır’da Mahmud Enez (55), Süleyman Kale (19), Turan Yavaş, Yusuf Tokar, Murat Dağ (24), Riyat Güneş, Mahsun Çoban, Hasan Gökyüz, Ahmet Dağkak, Mesut Menekşe, Uğur Özbay (19), Baver Şeyhanoğulları (18), Cumali Güneş (30), Yasin Börü ve Hasan Gökgöz; Batman’da Emrah Demir; Mardin Kızıltepe'de Kerem Karaaslan (22), Fehad İbrahim Elduveric (Suudi Arabistan vatandaşı) Abdullah Muhamet Latif (Suriye vatandaşı); İzmir’de Ekrem Kaçaroğlu (38); Mardin’in Dargeçit ilçesinde Bilal Gezer, Sinan Toprak, Abdulkerim Seyhan; Siirt’te Davut Nas (17) ve Kamil Taş (25); Mardin’in Nusaybin ilçesinde Beşir Ramazan Arif; Adana’nın Yüreğir ilçesinde Ahmet Albay (69); Antep’te Sevgi Alıcı (18); İstanbul Esenyurt’ta Mert Değirmenci (18) yaşamını yitirdi. 
 
FAİLLER BULUNMADI
 
Bazı kurum ve kuruluşların hazırladığı raporlarda ölü sayısı 52, bazılarında ise 53 olarak verilirken,  olaylarla ilgili etkin bir soruşturma yürütülmediği için yaşamını yitirenlerin failleri bulunmadı. Ancak, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde yaşanan olayda Yasin Börü’nün de aralarında olduğu 4 kişinin yaşamını yitirdiği olayı gündeme getirmesi sonucu  dava açıldı. 6-8 Ekim olayları gerekçe gösterilerek ve yürütülen algı operasyonları ile 4 Kasım 2016 tarihinde HDP’nin önceki Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, HDP’li birçok vekil ve belediye eşbaşkanlarına dönük tutuklama furyası başladı. 
 
HDP önceki Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın avukatlarından Mesut Beştaş, olay ile ilgili gözaltına alınıp tutuklananlara ilişkin yürütülen yargılamalara dair değerlendirmelerde bulundu.
 
‘TOPLUMSAL BİR OLAY’ 
 
Halk ayaklanmasını “yaygın toplumsal olaylar” ifade edilmesi gerektiğini belirten Beştaş, Türkiye’de 30’un üzerindeki ilde olayların yaşandığını kaydederek, gösterilerde farklı siyasi görüşlere mensup kişilerin karşı karşıya geldiğini söyledi. Güvenlik görevlileri ya da karşıt görüşlü kişilerin açtığı ateş sonucu birçok insan hayatını kaybettiğini dile getiren Beştaş, hukuk içerisinde her bir olayın kendi içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, olayları hukuki bir çerçeveden çok toplumsal olaylar çerçevesinde değerlendirilmesinin gerektiğinin altını çizdi.
 
'UYGULAMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ'
 
Erdoğan’ın Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde 9 Ekim 2014 yılında 3 kişiyle birlikte yaşamını yitiren Yasin Börü’ye ilişkin hazırlanan dosyada tek etkin bir soruşturmanın yürütüldüğünü kaydeden Beştaş, diğer dosyalarda ise bu yönlü bir soruşturmanın yapılmadığına dikkat çekti. Börü dosyasının ön plana çıkarılmasının nedenini ise olayın hem Diyarbakır’da meydana gelmesi hem olayı gerçekleştirenlerin HDP’ye yakın olma kuşkusundan kaynaklandığını dile getiren Beştaş, şunları söyledi: “Toplumsal olaylarda aslında faillerin bulunması mevzusu her zaman bir problemdir. Hatta faillerin bulunmaması gibi bir uygulama ile karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz. Yasin Börü gibi 51 insan yaşamını yitirdi. Fakat sadece bu dosyanın öne çıkması, aslında hukuki anlamda yapılmak istenen soruşturma ve kovuşturmaların belli bir siyasi bir değerlendirme neticesinde belli bir siyasal kesimi tasfiye anlayışının uzantısı olarak görmek mümkün. Özellikle kamuoyunda gerek Hükümetin gerek bir kısım yetkililerin yapmış olduğu açıklamalar, bunun çok bariz örneğidir. Yoksa, güçlü, hukuka uygun ve adil diyebileceğimiz soruşturmalar gerçekleştirirse bir çok fail, 6-8 Ekim olaylarında yakalanabilinir, yargılanabilinirdi. Bundan özellikle kaçınılması da Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumsal olaylara bakışında ve iktidarın yaklaşımından kaynaklandığını düşünüyorum.”
 
‘GELENEKTİR’
 
Yaşamını yitiren diğer kişilere dönük hazırlanan dosyalara değinen Beştaş, “Diğer dosyaların kapatıldığını söylemek doğru olmaz. Ancak, layıkıyla soruşturmalar yapılmadı. Dosyalar böyle kolay kolay kapatılamaz. Tek tek dosyalarda nelerin yapıldığını ve yapılmadığını bilmiyoruz. Genel olarak, gerek devlet personeli tarafından gerçekleştirilen yaşam hakkı olayının sona erdirilmesi olaylarında gerekse devletin bilerek veya bilmeyerek ihmali neticesinde meydana gelen ölüm ve toplumsal olaylarında, güçlü bir soruşturmanın yapılmaması bir gelenek haline geldi. Bu gelenek, cumhuriyetin kuruluşu ile yaşıttır. Devletin sorumluluğunu ortaya çıkarabilecek soruşturmaların daha çok faili meçhul kalıyor ya da fail meçhul bırakıldığını söyleyebiliriz” dedi.  
 
‘DOĞRUDAN BAĞLANTILIDIR’
 
Türkiye’de hukuk alanındaki cezasızlık politikasına da değinen Beştaş, şunları aktardı: “Cezasızlık politikası, hak arama yollarının tükenmesi anlamına gelir. Hak arama yollarının etkisizliği anlamına gelir ki, hangi ülke hangi toplumda olursa olsun bir kere hukuka olan güveni sarsar. İkincisi, cezasızlık mevzusu devletin personeli tarafından işlenen suçlar veya devletin işleyişine veya varmak istediği amaca hizmet etmek kaydıyla sessiz kalması neticesinde işlenen suçlar ile ilgili olduğunda, devlete de güveni azaltılıyor. Bence ülkenin en önemli sorunlarından biri de bu. Hukuka güveni sarsıyor. Türkiye’de devlet örgütlenmesi, açıkçası cezasızlığı makul gösterir veya kamuoyuna benimsetmiş bir durumdadır. Delillerin ortadan kaldırılması, suçtur. Fakat, devlet yapılanması da buna evet ediyor. Kamuoyu da ne yazık ki buna evet diyor. Böyle bir anlayış yaygınlaştıkça hukuka ve devlete olan güvenin sarsılmaması mümkün değildir. Olaylarda yaşamını yitirenlere dönük etkin bir şekilde soruşturmaların yürütülmemesi, bu cezasızlık politikasıyla doğrudan bağlantılıdır.”
 
‘ADIM ATILMIYOR’
 
Olayların, diğer günlere nazaran 7 Ekim tarihinde daha yoğun yaşandığını ifade Beştaş, “Bırakın soruşturma yapmayı, soruşturma yapılmasından kaçınılıyor. O dönemki görüntülere baktığımızda, mağdurun ve failin kim olduğu açık bir şekilde anlaşılıyor. Ama bir adım atılmıyor. Başka şekilde izahı yapılmaya çalışmak, bence sorunu saptırmak olur diye düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
 
‘TASFİYE AMACINI YANSITIYOR'
 
4 Kasım 2016 tarihinde HDP’ye dönük tutuklamalara da değinen Beştaş, “Bir muhalefeti ezmek istersiniz, neticede her fırsatı değerlendirmeye çalışırsınız. 6-8 Ekim olaylarının sorumlularının HDP olarak gösterilmeye çalışılması, hem hukuk hem toplumsal düzleminde öne çıkarılması bir tasfiye amacını yansıtıyor. 2014 yılında olay yaşandı ama 2016’da tutuklanmalar oldu. Eğer, gerçekten doğrudan bir bağlantı olmuş olsaydı, 2016 yılına kadar beklenmemesi gerekiyordu. HDP’ye dönük operasyon kararı almışsanız, siyasi ve idari açıdan. Buna da bazı şeyleri uydurmanız gerekiyor” dedi.  
 
‘TUTUKLANDIKLARINDA TOPLUMSAL OLAYLAR YAŞANMADI’
 
6-8 Ekim olaylarının HDP’nin önceki Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın çağrısıyla meydana gelmediğini vurgulayan Beştaş, “HDP Eş Genel Başkanları’nın çağrısıyla böyle bir toplumsal olayların oluştuğu kanaatinde değilim. Nitekim, kendileri tutuklanırken toplumsal olaylar yaşanmadı. Onların çağrıları nasıl olur da 30 üzerindeki ildeki toplum, ayağa kalkar. ‘Kedi fareyi yemek isterken, acıktığı zaman her şeyi fareye benzetmeye çalışır. Önce benzetir sonra saldırıya geçer. Bu mesele böyle belki biraz daha açık anlatılabilinir. HDP’nin tasfiyesi bazı nedenlere bağlanması gerekiyordu. Kamuoyuna inandırabilecek mevzulardan bir tanesi de 6-8 Ekim olaylarının olduğunu düşünüyorum” diye konuştu. 
 
‘DEMİRTAŞ BAŞLATAN DEĞİL BİTERENDİ’
 
Olayların durdurulması için İmralı’da bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından gönderilen ve 8 Ekim’de de Demirtaş tarafından okunan yazıya dikkat çeken Beştaş, şöyle devam etti: “İmralı’dan 8 Ekim’de bir yazı geldi. 6,7 ve 8 Ekim’de de herhangi bir avukat İmralı’ya gitmedi. Peki o yazı nasıl geldi. Hükümet tarafından ya da hükümetin iradesiyle bazı personeller tarafından getirildi ve Selahattin Bey de okudu. Dünyanın gözü önünde cereyan eden bir olaydı. O el yazısı kendiliğinden gelmedi. O yazıyı, devlet dışında bir güç getirmedi. Devlet, özellikle Selahattin Bey’e okutmasını da belki olayların bitmesine dönük bir sonuç doğurur düşüncesiyle yapıldı. Bu da Selahattin Bey ve arkadaşları ile birlikte, 6-8 Ekim olaylarında başlatan değil bitiren bir tutum içerisinde olduğunun göstergesidir. Bu tutuklama gerekçesi olarak gösteriliyor.”
 
‘KIŞLAYA ÇEKİLDİLER’
 
O dönemde Diyarbakır’da olduğunu belirten Beştaş, olayların yaşandığı günlerde devletin yetkilileri özellikle de güvenlik görevlilerin kentten çekildiğini söyleyerek, “En dikkat çeken yanı da polisin ya da askerin hiçbir şekilde sokağa çıkmamasıdır. Herkes kendi kışlasına çekildi” diye konuştu.
 
‘ALGILAR İLE İDARE EDİLİYOR’
 
Yurttaşların Kobanê’nin düşmemesi için devletten beklentilerinin yerine getirilmediğini belirten Beştaş, yurttaşların  6-8 Ekim olaylarından yaklaşık 20 gün öncesinden eylemlerin başladığını aktardı. Türkiye’nin gerçeklikten çok algılar üzerinden idare edilmeye çalışıldığına dikkat çeken Beştaş, “Türkiye’de yargı da dahil olmak üzere yetkililerin, gerçeklikten çok algılar ile faaliyet yürüttüğünün ortaya koyuyor” diye konuştu.
 
‘HİÇ BİR SİYASİ PARTİ O GÜCE SAHİP DEĞİLDİR’
 
6-8 Ekim olaylarının HDP’nin gerçekleştirebileceği bir olay olmadığının altını çizen Beştaş, “Hatta bugün iktidar partisi bile böyle bir olay gerçekleştirme gücüne sahip değildir. Hiçbir siyasi partinin çağrısıyla 32 il ayaklanmaz. Bunu görmek lazım. Bu bir toplumsal mevzu ise siyasi parti ile birkaç kişiyle sınırlandırmak gerçekçi değildir. Ancak, algı böyle bir şeyi ileri sürebilir” dedi.
 
‘KATKI SUNMAZ’
 
Kobanê olaylarının büyük bir toplumsal olay olduğunu söyleyen Beştaş, “Bu olayların gerçek nedenlerinin ortaya çıkarılması gerekir. Bu nedenler ortaya çıkarıldıktan sonra uygun bir siyasi ve hukuki tutum içerisine girilmesi durumunda toplumsal bir barışa katkı sunabilir. 6-8 Ekim öncesi ve sonrasındaki olayların sorumlularının sağlıklı ve adil bir şekilde ortaya çıkarıp, buna göre mahkeme karşısına çıkarılmalıdır. Yaşamını yitirenlerin faillerinin gizli tutulması veya ortaya çıkarılması konusunda isteksiz davranılması, ne Kürtlere ne Türklere ne Türkiye’ye bir katkı sunmaz” diye konuştu.
 
AYDENİZ: TÜRKİYE’NİN DESTEĞİYLE SALDIRDI
 
Diyarbakır’da o dönem 112 Acil Servisi'nde çalışan ve o günlerde kentte yaşanan olaylara da tanıklık eden HDP Diyarbakır Milletvekili Saliha Aydeniz ise DAİŞ’in Türkiye’den aldığı destekle Kobanê’ye saldırdığını söyledi. Aydeniz, saldırıyla paralel olarak da Türkiye’de yaşanan Kürtlerin ve halkların Urfa’nın Suruç ilçesine giderek, destek dayanışmasında bulunduğunu hatırlattı. Kobanê’nin stratejik konumuna dikkat çeken Aydeniz, o dönem Kobanê’nin yenilgiye uğratılması durumunda saldırıların Cizîre ve Efrin kantonlarına dönük olacağını, ancak direniş sonucu bu durumun gerçekleşmediğini söyledi. Aydeniz, “Kobanê’nin nasıl tüm karanlık güçler bir araya gelerek DAİŞ’i oluşturduysa, Kobanê mücadelesi de yine uluslararası tüm kesimlerin bir araya gelerek mücadele verdiği bir alana dönüştü. Kobanê, uluslararası mücadele hattına dönüştü" şeklinde konuştu.
 
'KAYMAKAMI'NIN ONANIYLA GİDİYORDUK'
 
Aydeniz, Kobanê dönük saldırının durdurulması için sadece 6-8 Ekim tarihleri arasında halkın sokağa çıkmadığını, aksine bu olaylardan önce de kentte tüm kurumların katılımıyla eylem ve etkinlerin yapıldığını söyledi. O dönem Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) Sağlık Meclisi’nde olduğunu hatırlatan Aydeniz, “O dönem Kobanê’de gelecek yaralıların tedavi edilmesi için mücadele yürütüyorduk. O dönem yaralıların tedavi edilmesi için Türkiye tarafından geçici kimlik veriliyordu. Suruç Kaymakamlığı’nın onayıyla birçok kurum çoğu kez Kobanê’ye gitti. Oradan gelen tüm yaralılar da önce Suruç’a getiriliyordu. Yaralılar, sınırda ambulansla alınıyordu. Suruç Devlet Hastanesi’nde tedavi edilmesi gerekenler ediliyordu, edilemeyenler ise çevre illere ya da İstanbul, İzmir ve Ankara'ya gönderiliyordu” ifadelerini kullandı.
 
'ERDOĞAN'IN SÖZLERİ KIŞKIRTTI'
 
6-8 Ekim tarihlerinde Diyarbakır başta olmak üzere bölgenin diğer illerinde “karanlık güçler”in devreye konulduğunu belirten Aydeniz, olayların 7'Ekim'de yoğunlaştığını ve bunun da AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 Ekim 2014 tarihinde Antep’te yaptığı açılış konuşmasında “Kobanê düştü, düşecek” sözü ve Muş’ta 7 Ekim’de polis kurşunuyla öldürülen bir gencin ölümünün etkili olduğunu söyledi. Aydeniz, “İnsanlar sokaklarda demokratik tepkilerini ortaya koyuyordu. Ölümler ve Erdoğan’ın sözleri, insanları kışkırtı. Bir elde bu demokratik tepkilerin başka yerlere evrilmesi için düğmeye bastı. Provakatif girişimler devreye konuldu” dedi.
 
'KANLI ELLER DEVREYE GİRDİ'
 
Erdoğan’ın konuşmasının ardından kim oldukları belirsiz ve uzun namlulu sivil insanların sokağa çıktığını aktaran Aydeniz, “Karanlık eller devreye girdi. Türkiye tarihinde, bu tür karanlık odaklar hep var” diye konuştu. O tarihler arasında 112 Acil Servisi’nde nöbetçi olduğunu kaydeden Aydeniz, tanık olduğu bir olayı da anlattı: “Sokak ortasında uzun namlulu, sakallı ve kim oldukları belirsiz kişiler, yaralıları hastaneye götüren ambulansların önünü kesiyordu. Birebir şahit oldum. Komuta’da nöbetçiydim. Ekiplerimiz, ‘önümüzü bir grup genç kapattı’ anonsu geçiyordu. Bu kişileri sorduğumuzda, kimliği bilinmeyen kişilerdi. Yine şu an ki Selahattin Eyyübi Devlet Hastanesi’ne bir yaralı getirilmişti. Hastanenin arka bahçesi 112 Komuta Servisi’nden görünen bir yerdi. Bir sürü sakallı, uzun namlulu sivil insanlar, araçlarıyla hastane önüne geldi. Arabaların bagajlarından çıkardıkları bir sürü silahla hastaneye doğru gidiyordu. Hatta ne oluyor diye pencelere çıktığımızda ise bu kişiler silahları bizlere çevirerek, ‘girin içeri’ diye tehdit etti. Bunlar kimdi, neden sorgulanmadı ve araştırılmadı. Hepsinin görüntüsü çekildi ve basına da yansıdı. O araçlar kime aitti, o kadar silah nereden geldi? Bunları gözümle gördüm. Yaralıların hastaneye taşınmasında çok büyük engellemeler yapıldı."
 
‘DEVLET KARANLIK ELLERİNİ SAKLADI’
 
Yaşamını yitirenlerin yüzde 90’nının HDP’li olduğunu ifade eden Aydeniz, “’HDP bu kadar kişinin katilidir’ deniliyor. Nedense ölenlerin hepsi HDP’lidir. Yasin Börü üzerinden kıyametler koparıldı? Neden araştırılmadı? Sonuçta şehir ortasında, hastanenin bahçesinde uzun namlulu silahlı insanlar, devletin bunları araştırıp halka hesap vermesi gerekirken, kendi yönetim zafiyetlerini örtmek için Kürtler ve HDP hedef gösterildi. Devlet, karanlık ellerini sakladı. Rastgele silah kullanan gruplar vardı. Bu gruplara yönelik tek bir açıklama da ülkeyi yöneten iktidar tarafından da yapılmadı. İktidar meşruluğunu kanıtlamak istiyorsa önce bu karanlık ellerin kim olduğunu halka anlatmalıdır” dedi.  
 
'KURSAKLARINDA KALDI'
 
Karanlık süreçlere rağmen Kobanê’nin düşmediğinin altını çizen Aydeniz, “’Kobanê’de düştü, düşecek’ diyenlerin umudu, kursaklarında kaldı. Kobanê zaferle sonuçlandı” şeklinde konuştu. Aydeniz, sokaklarda silahlı çok kişinin olduğunu, ancak polis veya askerin olmadığını söyledi.
 
'30 EKİM'E DÖNÜK BİR ALGIYDI'
 
30 Ekim 2014 tarihinde MGK’nin toplantısında Kürtlere dönük alınan “çöktürme planı”na da değinen Aydeniz, “Devlet bir şeyin resmi kararını almak için önce zeminin hazırlar. 6-8 Ekim olayları da aslında planının oluşturulması algısı üzerineydi. Kobanê üzerinden toplumsallaşan bir mücadele söz konusuydu. Rojava’daki 3’üncü çizgi tüm dünyaya örnek olma yolundaydı. Dolayısıyla bir müdahale edildi. Halkların özgürlüğünün önüne geçemeyen devlet aklı, bu planı devreye koydu. Bu planla Kürt halkının kazanımlarının yok edilmesi hedeflendi. Kürt düşmanlığı üzerinden bugün Efrin işgal edildi, Güney’e saldırı yapılıyor, belediyelere kayyum atıyor. Asimilasyonla Kürtleri yok edemeyen devlet, Kürtleri katliamla, şehirleri yıkarak ve göç ettirerek Kürtleri yok etme politikasını önüne koydu. 6-8 Ekim olayları, 30 Ekim’de alınacak kararlara dönük bir algı provokasyonuydu. İktidarın bu tutumu da bize bunu gösteriyor” dedi.
 
'BUGÜN DE SÜRÜYOR'
 
6-8 Ekim olaylarında oluşturulan algının bugün de devam ettiğini belirten Aydeniz, “Devlet aklı, rasyonellik üzerinden değil algılar üzerinden devam ettiriyor. 6-8 olayları, 31 Mart seçimlerinin ardından 3 büyükşehire atanan kayyumlar, Kulp’taki patlama sonrası yaşanan tutuklamalar ve HDP önüne oturtulan aileler bunun bir örneğidir” dedi. Devletin Kürtlerin tarihi yerlerini yok ettiğini dile getiren Aydeniz, “Bir halkı yok etmek isterseniz, tarihini, dilini ve kültürünü yok edersiniz. Toplumsal belleğini yok edersiniz. Bugün iktidarda, IŞİD’vari bir şekilde bunu yapıyor. Bunu da algılar üzerinden yapıyor” şeklinde konuştu.
 
'BUGÜN DE SOKAKTALAR'
 
“Devlet, bugün çeteleşmiştir” diyen Aydeniz, “İktidar, bugün ülkeyi çetevari bir şekilde yönetiyor. Türkiye’de yönetim erkinden bahsetmek mümkün değildir. Ülke, kafa kol ilişkisi ile yönetiliyor. O günde kimliği belirsiz kişiler, uzun namlulu silahlarla sokaklarda geziyordu bugün de geziyor. Sıradan bir polis bile devlet adına zülüm yaptığını söyleyebilir. Bugün devlet, Anayasa ve kurallara göre yönetilmiyor” ifadelerini kullandı.
 
'BİRLİKTELİK ZAFERE GÖTÜRDÜ'
 
Türkiye’de bir savaş konseptinin söz konusu olduğunu belirten Aydeniz, bu savaşın da 2014’te başladığını ve 2015 yılında da PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritle yoğunlaştırılarak devreye konulduğunun altını çizdi. Aydeniz, başlatılan savaş ile de Türkiye’de oluşturulmak istenen “diktatöryel sistemle” bağlantılı olduğunu vurguladı. Kobanê'yi zafere götüren şeyin birlikte hareket etme ruhunun olduğunu kaydeden Aydeniz, "Türkiye'de oluşturulmak istenen diktatöryal sisteme karşı da birlikte mücadele etmek gerekir. Gerçekten birlikte yaşama derdi olanlar, Türkiye'nin demokratik olmasını isteyenlerin, Kürt sorunun demokratik bir şekilde çözmesini talep etmeliler. Kürtler de kendi aralarındaki birliği kurması gerekir" dedi. 
 
MA/Mehmet Şah Oruç