Öcalan neden hedef seçildi?

img

HABER MERKEZİ - Ortadoğu coğrafyasını yüzyıl sonra bir kez daha ateş çemberine alan küresel güçlerin ilk hedefi PKK Lideri Abdullah Öcalan oldu. Seydi Fırat, uluslararası bir komployla 22 yıldır İmralı Adası’nda tecritte tutulan Öcalan’ın neden hedef seçildiğini anlattı. 

Kendisini demokrasi liginde konumlandırsa da Türkiye’de yaşayan insanların nefes almalarını, bir yıla yakın süredir ağız ve burunlarını kapatıp, neredeyse bir organları haline dönüşen maskeler değil, her geçen gün farklı bir yüzüyle karşılaşılan dikta rejimine dönüşen “tek adam” yönetimi zorlaştırdı. Milyonlarca insanın kaderinin tek bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak söze bağlı olduğu bu yönetim anlayışıyla özdeşleşen “kayyım” uygulaması, dün sandığa yansıyan iradenin tanınmayıp, açık bir gaspa dönüştüğü belediyelerden bugün ülkenin en iyi eğitim kurumlarından biri olan Boğaziçi Üniversitesi’ne partili bir rektör atanmasına kadar uzandı. Tıpkı dün üniversitenin kapısına takılmasıyla simgeleşen kelepçenin, sonrasında bugün ve yarınlarına sahip çıkan öğrencilerin bileklerine takılarak, cezaevine yollanmaları gibi...
 
Yüzlerini yerde tutmaları dayatmasına diklenen bir enerjiyle karşı çıkan öğrencilerin diğer iktidar muhalifleri gibi doldurulduğu cezaevleri ise, bugün 76'ncı gününe giren açlık grevleri ile kamuoyunun gündeminde. Açlık grevine giren binlerce tutuklunun talebi, pandemi koşullarında fütursuz bir hal alan hak gasplarının son bulmasıyla birlikte cezaevlerinin yanı sıra bir bütünen ülkeyi saran hukuksuzluk halinin kaynağı olarak gösterdikleri İmralı tecridinin son bulması. Bu tecride maruz kalan isim ise PKK Lideri Abdullah Öcalan. 
 
ORTADOĞU: HALKLAR VE İNANÇLAR BAHÇESİ 
 
İnsanlığa ve toplumsallığa beşiklik eden Ortadoğu’nun zenginliklerine 20’nci yüzyılın başında göz diken emperyalist güçlerin başvurduğu “böl ve yönet” politikasıyla coğrafyanın diğer halkları ve inançları gibi binlerce yıldır yaşadıkları toprakları dört parçaya bölünüp, aralarına sınır telleri çekilen Kürtler, kökü cumhuriyetin kuruluşu öncesine uzanan tekçi, inkârcı yaklaşımlara karşı yüz yıldır kimlikleri, kültürleri ve dilleriyle hak arama mücadelesi veriyor. Bu arayışın son 43 yılına önderlik edip, damgasını vuran kişi de Öcalan oldu. 
 
Birçok küresel ve yerel gücün yer aldığı, “komplo” olarak adlandırılan bir yönelimle 9 Ekim 1998’de Suriye'den çıkartılan Öcalan, 15 Şubat 1999 tarihinde Türkiye’ye teslim edildi ve o günden bu yana kendisi için özel olarak oluşturulan İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutuluyor. Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiği 15 Şubat tarihi, o zamandan itibaren Kürtler için bir “kara gün”. 
 
21'İNCİ YÜZYIL YENİDEN DİZAYN 
 
Tarihin farklı kesitlerinde o dönemin egemenleri tarafından siyasi, dinsel, ekonomik ve etnik çatışmaların merkezi haline getirilip, insanlık dramlarının yaşandığı bir coğrafya haline dönüşen Ortadoğu'yu, 20’nci yüzyılda olduğu gibi, 21’inci yüzyılın başında yeniden dizayna girişildi. Kapitalist modernitenin simgesi olan ABD’deki İkiz Kuleler’e yönelik saldırıyla meşru kılınmaya çalışılan bu dizayn planı, Afganistan (2001) ve Irak (2003) işgalleriyle başlayıp, “Arap Baharı” olarak anılan bir süreçle Ortadoğu’ya yayıldı. Tunus’tan Libya ve Mısır’a uzanan pek çok ülkede yönetim değişikliklerine yol açarken, Suriye ise 10’uncu yılını geride bırakmak üzere olan bir iç savaşa sahne oldu. Yangın yerine dönen coğrafyayı saran alevlerin İran’a sıçraması an meselesi. 
 
AÇIK PLAN, ÖRTÜK SAVAŞ
 
Bu olaylar, Ortadoğu coğrafyasını, bu zamana dek örtük biçimde sürdürülen 3'üncü Dünya Savaşı'nın merkezi haline getirdi. Kapitalist batılı güçlerce fitili yakılan bu savaşın büründürüldüğü kılıf, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) oldu. BOP, ilk kez 7 Ağustos 2003’te dönemin ABD Başkanı Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice (sonra Dışişleri Bakanlığı görevine getirildi) tarafından “Transforming Middle East” başlıklı makalesiyle dillendirilmeye başlandı. Kapitalist güçler, bu plan dahilinde kendileriyle işbirliği yapmayıp, çıkarları önüne set çeken devlet, halk, örgüt ve bireyleri doğrudan veyahut piyonları konumundaki güçlerle adım adım imha ve tasfiyeye koyuldu. Öcalan’a göre, bu yönde atılan adımlar doğrultusunda hedefe konulan güçlerin başında PKK ve örgütün lideri olarak kendisi geldi.
 
HEDEFE KONULAN İSİM: ÖCALAN 
 
“Başı koparıp, gövdeyi dağıtmak” amacıyla fiziki olarak ortadan kaldırılmak istenen Öcalan’a dönük bu yönde atılan ilk adım, 6 Mayıs 1996 yılında gerçekleştirilen suikast girişimi oldu. Sağ kurtulduğu bu suikastta “Yeşil” kod adlı JİTEM elemanı Mahmut Yıldırım’a görev verildiği yıllar sonra ortaya çıktı. Bunun gibi yine yıllar sonra ortaya çıkan bir diğer şey ise, 1994’de Suriye’ye giden dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ile Hafız Esad arasında gerçekleşen 4 saatlik görüşmenin 3 saatlik bölümünde Öcalan’ın konuşulmasıydı. Clinton’ın Suriye ziyaretini sıra dışı kılan en önemli faktör, 21 yıl aradan sonra bu ülkeye giden ABD Başkanı olmasıydı.
 
Bu yöndeki bilgilere göre; Suriye ziyaretinin ardından Clinton, Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis ile Beyaz Saray’da gizli bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmede yine Öcalan’ın tasfiyesi konuşuldu ve Simitis, Kıbrıs ve Ege Adaları konusunda Türkiye’den tavizler koparma hesabıyla ABD ile işbirliği içerisinde olmayı kabul etti.
 
Tasfiye amaçlı komplonun ayakları bu adımla örülmeye başlanırken, Öcalan, kendisi şahsında Türk-Kürt halklarının birbirine kırdırılmak istendiği oyunu bozmak için barış çabalarını sürdürdü. Devlet-polis-mafya ilişkilerinin Susurluk’ta yaşanan bir trafik kazasıyla ortaya saçıldığı skandallar zinciriyle 1998 yılına gelindiğinde Türkiye’de bir iktidar değişikliği yaşanıp, hükümetin başına Refah Partisi geçti. Partinin Genel Başkanı Necmettin Erbakan, dolaylı yollardan PKK’ye tek taraflı ateşkes talebini iletti. Öcalan da aynı yılın 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde üçüncü kez ilan ettiği ateşkesle barış zemininin oluşması için hükümetin önünü açmak istedi. 
 
KOMPLONUN KÜRT AYAĞI 
 
Devletin derinleri ile Öcalan’a dair komplo ağı örülmeye devam edilirken, tasfiye planının “Kürt ayağı” hala eksikti. Bu amaçla KDP Genel Başkanı Mesud Barzani Ankara’ya çağrıldı. Barzani, Ankara’nın ardından bu kez beraberinde YNK Lideri Celal Talabani ile Washington’a çağrıldı, 17 Eylül 1998’de KDP ve YNK ile ABD arasında “Kürt Otonomi Antlaşması” imzalandı. Akabinde de düğmeye basıldı. 
 
ÇÖZÜM İÇİN AVRUPA'YI TERCİH ETTİ
 
Yapılan açık ve gizli kimi anlaşmaların perde arkasında atılan adımlarla Suriye’den çıkmaya zorlanan Öcalan, önündeki “dağ” ve “Avrupa” seçenekleri içerisinde Kürt sorununa çözüm zemini sağlama amacıyla kendi deyimiyle “kendisini feda etme” olarak tanımladığı Avrupa yolculuğuna çıktı. 9 Ekim 1998 tarihinde Şam Havaalanı’ndan hareket eden uçakla Suriye’den ayrılan Öcalan, Türkiye’ye teslim edildiği 15 Şubat 1999 tarihine kadar Yunanistan, Rusya, İtalya, Rusya, Kırgızistan, Rusya, Yunanistan, Beyaz Rusya, yeniden Yunanistan ve Kenya arasında mekik dokudu. 
 
GARDİYANLIK ROLÜ TÜRKİYE'YE 
 
Güney Afrika’ya götürüleceği söylenerek Yunanistan’dan Kenya’ya götürülen Öcalan, burada kaldığı Yunan Elçiliği’nden kandırılarak dışarı çıkarıldıktan sonra havaalanında Türkiye’den gelen operasyon ekibine teslim edildi. Öcalan, üzerinde Malezya bayrağı ve sahte kuyruk numarası yer alan bir uçakla 14 Şubat’ı 15 Şubat’a bağlayan gece Türkiye’ye doğru yola çıkarılıp, daha gelmeden kendisi için burada hazırlıklara başlanan İmralı Adası’na konuldu. 
 
Esas aktörlerin ABD, İngiltere ve İsrail olduğu yıllar içerisinde daha iyi anlaşılan Öcalan’a yönelik bu komploda görünürde Rusya, İtalya, Yunanistan ve Türkiye’ye kendilerine biçilen rolleri yerine getirdi. Öcalan'ın iltica başvurusunu kabul etmeyip, diğer Avrupa ülkelerini de bu yönde zorlayan Almanya, Fransa ve Hollanda gibi ülkeler de komplo perde arkasında kalan diğer güçlerdi. Devreye konulan planının sahadaki yürütücüleri ise CIA, MOSSAD, EYP (Yunan Milli İstihbaratı) ve MİT gibi istihbarat örgütleri oldu.
 
HZ. İSA BENZETMESİ
 
Özgürlük ve demokrasi savunucusu kesilip, hukuk üzerine bina olduklarını öne süren ve işlerine geldiği her fırsatta buna sarılan Batı ülkelerinin gerçek yüzü ile bu süreçte karşılaşıp, dostluk ilişkilerinden ihanete uğrayan Öcalan, öyle ki bu süreçte yaşadıklarını Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesine benzetti.
 
BOP'TAKİ EN ÖNEMLİ KONU KÜRTLER
 
Öcalan, maruz kaldığı komplo sonrası Ortadoğu’da yaşananları 2012 yılında basılan "Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü" kitabında geniş biçimde kaleme aldı. Kitapta, ABD’nin Ortadoğu planlarına ilişkin Öcalan’ın şu tespitleri yer aldı: “1990 sonrasında tek kutuplaştırıcı güç olarak sivrilmesinin ardından ABD, en büyük deneyimine Ortadoğu’da girmiş bulunmaktadır. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) her gün sorgulanmaktadır. Kürtlerin projedeki yeri, en önemli konudur. Kürtler, ABD ve İsrail ilişkileri, giderek daha da stratejik bir durum alabilir. Bunun bölge üzerindeki etkileri iyi hesaplanmak durumundadır. Kürtler için bol ihanetli bir dönem mi olacak, yoksa bölgede yükselen yıldız olacakları bir dönem mi yaşanacak, tartışılmaya değerdir. Kürtlerin kendi iç ve komşu kavimler ve devletlerle ilişkileri, ilk defa bölge stratejilerini derinden ilgilendiren bir konumda seyretmektedir. Kürt-Arap, Kürt-İran, Kürt-Türk ilişkileri üzerinde en çok kafa yorulan bir döneme girmiştir.”
 
İmralı Adası’na konulan Öcalan, 22 Eylül 1999'da “Demokratik cumhuriyete destek ve iyi niyet adımı” olarak bir grup PKK'linin Kandil'den Türkiye'ye gelmesi çağrısı yaptı. Bu çağrı üzerine 1 Ekim 1999'da Türkiye’ye gelen 8 kişilik grubun tümü tutuklanıp, cezaevine konuldu. Bu isimlerden biri Seydi Fırat’tı. 
 
ESKİ STATÜKO İŞLEVSİZLEŞTİ
 
“Komplo süreci öncesinde Ortadoğu’da nasıl bir tablo olduğu?” sorusunu yönelttiğimiz Fırat, 1980’li yılların ortasında Sovyet sisteminin çözülme emarelerini göstermesi, 1990’lara doğru ise bu durumun giderek somutlaşmasının hem küresel alanda hem de Ortadoğu alanında eski statükonun büyük oranda işlevsizleşmesine yol açtığını ifade etti.
 
Küresel sistemdeki eski dengelerin çözülmesiyle yeni bir dönemin başladığını dile getiren Fırat, “1990’da Saddam’ın ordusunu Kuveyt’e sokması, akabinde Ocak 1991’de ABD öncülüğünde Birinci Körfez Savaşı adı altında Saddam’a karşı geliştirilen saldırı, bölgedeki tabloyu hayli derinden etkiledi” diye belirtti.
 
KÜRT HAREKETİ GÜÇLENDİ
 
Gerek küresel alanda gerekse de Ortadoğu’da yaşanan bu gelişmeler çerçevesinde bölgedeki birçok devrimci, demokratik hareketin gerileme, sönümleme, hatta dağılma durumu yaşadığını söyleyen Fırat, Kürt özgürlük hareketinin ise tersi istikamette bir gelişmeyle güçlenip, büyüyerek bölgenin temel özgürlük dinamiği durumuna geldiğini ifade etti. Fırat, “Kürt özgürlük hareketinin temel bir eksen olarak konumu daha da belirginleştirmesi üzerine bunun önüne geçilmek istendi. Geçme de komplo konsepti temelinde oldu” dedi. 
 
ÖCALAN YENİ BİR UFUK SUNDU
 
Küresel ve bölgesel güçlerin Birinci Dünya Savaşı sonunda Ortadoğu’yu dizayn ederken Kürdistan’ı dört parçaya bölüp, Kürt halkı üzerinde inkar, asimilasyon ve imha konseptini devreye soktuklarını belirten Fırat, Öcalan’ın ise insanlık tarihi boyunca halklara yönelen bu en acımasız, katliamcı, soykırım içerikli konsepte karşı 70’lerin başında bir çıkış gerçekleştirdiğini vurguladı. Fırat, bu çıkışıyla Öcalan’ın başta Kürt halkı olmak üzere insanlığa, bölge halklarına demokratik, özgürlükçü yeni bir ufuk sunduğunu kaydetti.  
 
KÜRESEL VE BÖLGESEL İTTİFAK 
 
Fırat, bu konuda şu değerlendirmelerde bulundu: “Öcalan, Kürt halkı üzerinde yürütülen kirli ittifak, uygulama ve stratejilere karşı bir duruş ortaya koydu. Bu duruşun etkisi büyük oldu. Kürt halkını motive edip, ayağa kaldırması ve bölge halkları açısında da bir ilham kaynağı olmasını bölgesel ve küresel güçler içine sindiremediler. Kendi kirli çıkarları önünde engel gördüler. Komploya başvurma dürtüleri ve mantıkları da intikam esaslı oldu. Küresel ve bölgesel güçler Sayın Öcalan’a karşı ortak bir ittifak temelinde eşi benzeri görülmemiş bir saldırganlık sergilediler. İstihbarat servisleri, diplomatik ve idari mekanizmalarının komplo sürecindeki yoğunlukları, performansları son derece vicdansız, ahlaksız ve insanlık dışı bir çerçevede oldu. Bu vicdansızlığı ve ahlaksız yönelimi, İmralı sistemindeki uygulamalarında da somutlaştırdılar. Artık kendi kurumları da İmralı’nın işkence sistemi olduğunu itiraf etmekte ve kabullenmektedir. CPT bunu açık biçimde raporlarında dilendirdi.” 
 
Bu döneme dair, en çok tartışma konusu yapılan başlıklardan biri de diğer Kürt güçlerin bu süreçteki rolleri. 
 
KDP TÜRKİYE'YE ANGAJE OLDU
 
Seydi Fırat’a göre, Kürt özgürlük hareketinin önünü kesmeye dönük saldırılarda özelikle de KDP hep işlevse bir rol oynadı. KDP ve bölgedeki diğer bazı siyasi yapıların PKK’ye karşı Türkiye’nin saldırı politikasına angaje olduğunu söyleyen Fırat, bu durumun günümüze kadar süregelip, daha da derinleştiği görüşünde.
 
KDP’nin 1997’de Türkiye ile birlikte PKK’ye karşı çok ağır bir savaş yürüttüğünü hatırlatan Fırat, “Güney Kürdistan’daki oluşumun varlığını sürdürülmesi karşılığında PKK’nin ve Kürt halk önderinin tasfiyesinde katkı ve destek konsepti paralel bir biçimde oluşturuldu. Bazı Kürt güçlerin rol oynama konumları günümüzde de devam ediyor. KDP ve diğer bazı siyasi partilerinin Kürt halk önderi 22 yıldır çok ağır insanlık dışı muameleye maruz kalmasına rağmen şimdiye kadar insan hakları, tutuklu hakları çerçevesinde dahi Türk devletine yönelik bir demeçlerini görmedim, duymadım veyahut olmuşsa da çok alt düzeydeki yöneticilerin sıradan tepkisi olmuş olabilir. Yine bazı gruplar, dernekler, kendine ‘aydın’ diyen bazı şahıslar Kürt halk önderine karşı sürekli bir anti propaganda yürüttüler. Bu aslında komplocu güçlerin istikametinde bir algı oluşturma faaliyetiydi ve günümüzde bu durum yer yer devam etmektedir. Tüm bu yaklaşım ve politikalar komplocu güçlerin konseptini besleyen yaklaşımlardır” ifadelerini kullandı.    
 
ÇAĞIN AYDINLATICI SESİ
 
Öcalan’a dönük komplonun 23’üncü yılına girilirken, geçen zaman zarfında “Ortadoğu’da yaşananların komploya dair neleri açığa çıkardığı ve hangi sonuçlara yol açtığı?” sorusu, bugün yanıtı merak edilen soruların başında geliyor. Seydi Fırat, bu soruya şu yanıtı verdi: “Komplo cephesinin daha zayıf, dağınık, birbirine karşı daha güvensiz ve konseptlerinin kırılganlığının daha belirgin olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Komplonun Kürt ayağının günümüzdeki durumu hem daha deşifre olmuş hem daha da berbat bir pozisyonda. Tam bir çürüme, tümden Türk sömürgeciliğinin, AKP-MHP faşizminin uzantısı bir pozisyon sergileniyor. Kürt özgürlük hareketinin Öcalan şahsında tarihin en ağır komplosuna maruz kalmasına rağmen varlığını sürdürmesi, büyümesi, konumunun daha stratejik bir duruma evirilmesi söz konusu bugün. Kürt halk önderinin duruşu, paradigması evrensel çapta bir etkiye yol açmış bulunmakta ve bu çağın temel aydınlatıcı sesi olarak insanlığın ufkunda yer edinmiştir. Özgürlüğü temelinde evrensel bir ruh, evrensel bir vicdan kıpırdaması dolaşımda ve bu dalga daha da büyücektir, Kürt halk önderinin fiziki özgürlüğü ile sonuçlanacaktır. Mücadele devam ediyor.” 
 
Yarın: Komploya ‘Güneşimizi karartamazsınız’ yanıtı 
 
MA / Ömer Çelik