Mektumin’likten özyönetime

img

İSTANBUL – Yüzyıllardır yaşadıkları topraklarda Suriye Baas rejimi tarafından “mektumin” sayılıp, Arap Kemeri ile kuşatılan Kürtler, bugün Türkiye başta olmak üzere küresel ve bölgesel güçlerin devrimi boğma çabalarına rağmen dünya halkları için bir pusula. 

Tunus'ta 17 Aralık 2010'da üniversite mezunu Muhammed Buazizi adlı bir gencin seyyar satıcılık yaptığı arabasına el konulması nedeniyle kendini yakmasının ardından “ekmek, onur ve özgürlük" sloganıyla sokağa dökülen Tunuslular, 24 yıllık Bin Ali yönetiminin sonunu getirip, kısa sürede pek çok Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkesini etkisi altına alan "Arap Baharı"nın fitilini ateşledi. Mısır, Yemen ve Libya gibi bazı Arap ülkelerde mevcut yönetimlerin devrilmesini yol açan isyan yine de halklar için gerçek anlamda bir bahara dönüşemedi. 
 
O süreçte başlayan protestoların küresel ve bölgesel güçlerin müdahil olması ile iç savaşa dönüştüğü ülkelerden biri ise Suriye. Uluslararası kurumlara göre; 700 bin dolayında insanın hayatını kaybettiği, 5.6 milyon insanın göç etmek zorunda kaldığı ülkede yaklaşık dokuz yıldır devam eden savaşın sona ermesine dair işaretler hala uzak. Ülkede içerisinde bulunduğu kaos ve belirsizlik koşullarında kendi yollarını çizen güç ise Kürtler. 
 
KÜRTLER ‘ÜÇÜNCÜ YOL’U SEÇTİ 
 
Suriye’deki mevcut statükosunu sürdürmek isteyen Esad rejimi ile görünürde halklar, gerçekte ise çıkarları uğruna rejimi devirmeye girişen kapitalist küresel-bölgesel güçlere payanda olmayı reddeden Kürtler, kendi yaşamları hakkında söz sahibi olmayı seçip, 2012 yılında “Üçüncü  Yol” stratejisi ile ortaya çıktı. Ortadoğu’da yüz yıldır yaşanan sorunların omurgasını oluşturan ulus devlet anlayışına karşı halkların bir arada özgürce yaşaması ve kendi kendilerini yönetmesini esas alan demokratik toplum modeliyle örgütlenmeye koyulan Kürtler, bölgenin diğer halkları için umut haline geldi. Girişilen bu inşa sürecinin pusulası ise PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kapitalist Modernite’ye karşı geliştirdiği Demokratik Modernite paradigması oldu. 
 
Suriye’de daha düne kadar yok sayılıp, soykırım tehdidi altında yaşayan Kürtler, dıştan doğru baskı ve müdahalelere rağmen ısrar ettikleri “Üçüncü Yol” stratejisi ile hem Suriye’de hem de bölgenin diğer ülkelerinde yaşanan krize çözüm olma çabasında.
 
Suriye’de yıllarca kimlikleri dahi olmadan yaşayan Kürtler, sayısız soykırıma maruz kaldı. 1946 yılında Fransa’nın Suriye’den geri çekilip, bağımsızlığın ilanıyla Kürtler için baskı ve yasaklarla dolu bir dönemin kapıları aralandı. 1950’lilerin sonlarına doğru rejimin Kürt kimliğine, siyasal ve kültürel faaliyetlerine yönelik tutumu sertleşerek inkar, imha ve asimilasyon temeline oturdu. 
 
AMUDÊ SİNEMA YANGINI: 283 ÇOCUK KATLEDİLDİ
 
13 Kasım 1960’ta Amûde kentinde ilkokul müdürlerinin talimatıyla Kürt öğrencilerin götürüldüğü sinemada, tarihin en karanlık katliamlarından biri yaşandı. Katılım zorunlu tutularak 120 kişi kapasiteli sinema salonuna doldurulan 500 çocuktan  283’ü,  çıkan yaşamını yitirdi. Olayın planlı bir katliam olduğunu gösteren işaretlerden biri sinemanın iki kapısının da dışarıdan kilitlenmesiydi. 
 
YÜZDE 20’Sİ VATANDAŞLIKTAN ÇIKARILDI
 
Hafızalara kazınan bu katliamın akabinde 1962 yılında Hesekê’de gerçekleştirilen nüfus sayımı, Kürtler açısından bir milat oldu. Nüfus sayımında Kürtlerin 1945 yılından önce Suriye topraklarında ikamet ettiklerini resmi evrakla ispatlamaları koşulu öne sürüldü. Bunu ispatlayabilecekleri bilgi ve belgelerin kayıtlardan silindiği koşullarda yaklaşık 120 bin Kürt  “gerçek Suriyeli olmayanlar” olarak tanımlanarak vatandaşlık hakları ellerinden alındı. Bu rakam ülkede yaşayan Kürtlerin yüzde 20’sine tekabül etmekteydi.
 
Vatandaşlıkları iptal edilen Kürtler, Suriye devleti tarafından kayıtlara “ecnebi” (yabancı yerleşimci) olarak geçirilirken, nüfus sayımına katılmayan ya da katılamayanlar ise “mektumin” (kayıtsız dışı) durumuna düştü ve bu şekilde adlandırılmaya başlandı. Suriye vatandaşlığı kimliği yerine kırmızı renkte bir kimlik verilerek fişlenen ecnebi ve mektumin statüsündeki Kürtler, seyahat etme, eğitim, istihdam, mülk sahipliği, siyasete katılım, yasal evlilik ve çocuk kaydı gibi temel insani haklardan mahrum bırakılıp, toplumsal yaşamın her alanına yayılan bir ayrımcılıkla karşı karşıya kaldı. 
 
APAP KEMERİ PROJESİ
 
Kürtlere dönük yönelimin en önemli ayaklarından biri yine 1962 yılında yürürlüğe konan Arap Kemeri (Hizam El Arabi) projesi oldu. Bu proje ile sınır hattı boyunca yaşayan Kürt ailelerin iç bölgelere sürülerek asimile edilmesi, yerlerine ise Arap ailelerin yerleştirilmesi planlandı. Akabinde de yaklaşık 150 bin Kürt topraklarından sürüldü, yerlerine 7 bin Arap aile yerleştirildi, 2 milyon hektarlık toprakları Arap aşiretlere dağıtılarak Arap Kuşağı oluşturuldu. Kürtlere yönelik ayrımcı politikalar, 1971 yılında iktidarı devralan Hafız Esad döneminde bir devlet politikası halini aldı.
 
QAMİŞLO AYAKLANMASI
 
Bugün oğul Beşar Esad liderliğindeki Suriye yönetiminin baskı odaklı politikalarını sürdürmesi, 2004 yılında Kürtler için bir dönüm noktasına dönüşen ülke tarihinin en geniş çaplı protestolarından birinin yaşanmasının neden oldu. 12 Mart 2004 günü Qamışlo kentinde Arap ve Kürt futbol takımları arasında oynanan müsabaka sırasında tribünlerde karşılıklı atılan siyasi sloganlar ile başlayıp, sokağa taşan olaylar kısa sürede çatışmaya dönüştü. Efrin, Amudê, Hasekê ve Halep gibi Kürtlerin yaşadığı diğer şehirlere de sıçrayan protesto gösterileri iki haftadan uzun sürdü. Göstericilere yönelik sert müdahaleler sonucu iki hafta sonunda 7’si Arap, 43 kişi hayatını kaybetti, 2 bin 500 kişi tutuklandı, gösterilerle ilgisi olduğu düşünülen Kürt öğrenciler üniversitelerden atıldı. 
 
TARİHTE YENİ BİR SAYFA AÇILDI
 
Yıllarca Baas rejiminin ırkçı baskı politikalarına maruz kalan Kürtler, Arap Baharı’nın etkisiyle harekete geçti. Demokratik bir toplumsal yapı kurma amacı güdüp, referansını PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın fikriyatından alan bu arayış ile 19 Temmuz 2012’de Rojava halkı devrimin startını verdi. 
 
O gece Kobanê’nin çıkışında yer alan rejime ait tütün mamullerinin bulunduğu satış noktasına el konuldu. Oluşturulan Halk Savunma Gücü de (YPG) şehrin giriş ve çıkışları ile birlikte rejime ait binaları kontrol altına aldı. Kobanê'nin ardından Efrîn, Serêkaniyê, Dirbesiyê, Amûdê, Dêrik, Girkê Legê, Tirbespiyê ve Til Temir kentlerinde de halk yönetime el koydu. Kürtler gerçekleştirdikleri bu "kansız devrim" ile başta Ortadoğu olmak üzere dünya halkları için tarihte yeni bir sayfa açtı.
 
ERDOĞAN SİNYALİ VERDİ
 
Kürtlerin "Üçüncü Çizgi" olarak kendi politikalarını üretmesi, bu coğrafi hat üzerinde yaşayan Arap, Süryani, Ermeni, Türkmen, Çeçen ve bazı oluşumlarla demokratik bir geleceğin inşasına koyulması, Türkiye'nin Kürt karşıtlığını bir kez daha dışa vurdu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 27 Temmuz'da "Kuzey Suriye'de bir terör örgütünün kamplaşmasını ve bunun ülkemizi için bir tehdit unsuru olmasına müsaade etmemiz söz konusu olamaz" açıklamasıyla, Rojava’ya dönük yönelim hazırlığı içerisinde olduklarının sinyalini verdi. 19 Kasım 2012'de Türkiye'den destek gören silahlı gruplar, YPG'yi Serêkaniyê'den çıkarmak için saldırıya geçti. Bu saldırılara karşı sergilenen direniş, bölgenin adeta geleceğini belirledi. Serêkaniyê'ye dönük bu saldırılar 17 Şubat 2013'a kadar devam ederken, saldıran gruplar arasından Türkiye'nin açıktan destekledikleri yer aldı.
 
GELECEK BİRLİKTE İNŞA EDİLİYOR 
 
Dıştan gelen bu saldırılara rağmen Rojava'da halkların birlikteliğini esas alan alternatif sistemin örülmesi devrimden sonra daha da hız kazandı. Siyasi olarak Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) öncülüğünde başlatılan Rojava genelinde siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, öz savunma, diplomasi, eğitim, hukuk, kadın ve gençlik alanlarında örgütlenmeler hayata geçirildi. Bu çalışmalarda en dikkat çeken yön ise, tepeden dikte edilen katı bir hiyerarşi temelinde değil, tabandan başlayan ve halkların yönetime meclisler yoluyla dahil olan bir model olarak örülüyor olması idi. Dêrik, Girkê Legê, Tirbespiyê, Qamişlo, Amûdê, Dirbêsiyê, Serêkaniyê, Til Temir, Kobanê, Efrîn ve 7 ilçesiyle birlikte Şam, Halep, Rakka ve Hesekê'nin birçok mahallesinde halk meclisleri kurularak, ‘Mala Gel (Halk Evi)’ örgütlenmesi ile halklar kendi geleceklerini birlikte kurmaya başladı.
 
TOPLUMSAL SÖZLEŞME İMZALANDI
 
Rojava'nın Amûdê kentinde 6 Ocak 2014 tarihinde Rojava Demokratik Özerklik Yönetimi'nin toplanmasının ardından Yasama Meclisi tarafından Rojava Toplumsal Sözleşmesi kabul edildi. Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisini esas alan sözleşmeyi sadece Kürtler değil, aynı coğrafyada yaşayan Araplar, Süryaniler (Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler de kabul etti. İlan edilen sözleşme merkezi yönetim ve iktidarın kabul edilemeyeceğinin ilanı oldu.
 
KOMÜNLER KURULDU
 
İnşa edilmeye girişilen devrimi boğmak için askeri saldırıların yanı sıra halen süren ambargolar da devreye konuldu. Bu ambargolar kurulan komünlerle aşılmaya çalışıldı. Böylece halk savaş koşullarında sadece yeni bir yaşamı inşa etmekle kalmıyor, yeni ve ortak bir ekonomik modeli de yaratıyordu. Bir yanda ambargo, diğer tarafta devrimi hazmedemeyen kesimlerin saldırıları direnişle boşa çıkarılırken, Kürtlerin kazanımları siyasi sonuçları da beraberinde getirdi. Devrim ilanının hemen ardından ilk olarak Efrîn, ardından Türkiye desteğiyle 2013 yılında Serêkaniyê ve sonrasında da Til Hasil ve Til Eran'a dönük gerçekleştirilen saldırılar karşısında öz savunma temelinde direnişler gerçekleşti. 
 
ÖZYÖNETİM İLANLARI
 
Kasım 2013'te Qamişlo'da gerçekleşen toplantıda 82 üyeli Kurucu Meclis'in ilanının ardından Ocak 2014'te "Demokratik Özerklik" temelinde Cizîrê, Efrîn ve Kobanê kantonlarının ilanı gerçekleşti. Kantonların ilanıyla birlikte Suriye'de yıllarca Baas rejiminin izlediği politikalarla soykırımın dayatıldığı Kürtler, artık diğer halklarla birlikte devrimi ete kemiğe büründürdü.
 
Her üç kantonun yönetimlerinde de sadece Kürtler değil, Araplar başta olmak üzere diğer halklar da temsiliyetini buldu. Bu şekilde tüm halkları eşit temsiliyet temelinde bir araya getiren model, dünya halkları için de örnek oldu.
 
21'İNCİ YÜZYILIN STALİNGRAD’I 
 
Devrimin giderek büyüyüp güçlenmesi üzerine saldırılar da şiddetlendi. DAİŞ'in Suriye'de varlığını ilan etmesinin ardından Rojava'yı kıskaca alacak şekilde başlattığı saldırıların en kapsamlısı 15 Eylül 2014'te Kobanê'ye dönük oldu. Rojava açısında bir dönüm noktası olan ve tüm dünyanın tanıklık ettiği "insanlık direnişi" ile Kobanê, 21’inci yüzyılın Stalingrad’ına dönüştü ve 134 gün süren savaşta YPG ile YPJ savaşçıları tarafından tarihte eşine az rastlanır kahramanlıklar sergilendi. 
 
Direnişin dünya genelinde karşılık bulmasıyla 1 Kasım tarihi "Dünya Kobanê ile Dayanışma Günü" olarak ilan edildi ve yılın bu günü dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan direnişe selam durmaya devam etmekte. 
 
ÖZGÜRLÜK KUŞAĞI 
 
Kobanê direnişinde elde edilen zafer Rojava'nın geleceğini de şekillendirirken, bu direnişin ardından geliştirilen hamle ile birlikte Rojava'nın Derîk kentinden Kobanê'nin batısındaki Fırat nehrine kadar uzanan yüzlerce kilometrelik alan 15 Haziran 2015'te Girê Spî’nin DAİŞ'ten temizlenmesiyle bir özgürlük kuşağına dönüştü. Geliştirilen hamlelerle birlikte DAİŞ birçok bölgede yenilgiye uğrarken, Suriye'de artık Kürtlerin görülmediği bir çözümün olmayacağı da tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçekliğe dönüştü.
 
ORTAK SAVUNMA GÜCÜ: QSD
 
2015 yılı ise devrimin daha da köklendiği bir yıl oldu. Devrimin savunma gücü olan YPG'nin geliştirdiği bu direniş, halklar nezdinde karşılığını buldu ve Ekim 2015'e gelindiğinde önemli bir gelişme yaşandı. Kantonların yönetimlerinden tüm halkların temsiliyetini askeri alana da yansıyarak, ortak bir çatı altında Suriye halklarına karşı savaşan güçlere karşı en başta da DAİŞ'e karşı savaşmayı önüne koyan Demokratik Suriye Güçleri'nin (QSD) ilanı gerçekleşti. YPG'nin de içerisinde bulunduğu bu ortak operasyon gücünde Kürtlerin yanı sıra Arap, Süryani, Asuri ve Türkmenlerden oluşan 13 farklı örgüt yer aldı. 
 
QSD'nin ilanının ardından ilk önemli başarı Hesekê'nin güney bölgesinde DAİŞ'e karşı elde edilirken, ikinci başarı Kobanê'nin tüm köylerinin özgürleştirilmesini ile Türkiye'nin "kırmızı çizgi" ilan ettiği Fırat'ın batısına geçilerek, Teşrin Barajı ve çevresinin özgürleştirilmesi oldu.
 
DEVRİMİ BOĞMA ÇABALARI 
 
Halkların birlikteliğine dayanarak örülen Rojava devrimi güç kazanırken bunun önüne geçmek isteyen Türkiye ve selefi İslamcı örgütler devrimi boğmak için yeniden saldırılara girişti. Tarihler 20 Ocak 2018’i gösterdiğinde Türkiye Efrin’e yönelik operasyon başlattı. Türk jetlerinin Efrin’i bombalaması ve radikal İslamcı örgütlerin de bu operasyona dahil olmasıyla birlikte binlerce kişi yaşamını yitirdi, yüzbinlerce kişi yerinden göç etmek zorunda kaldı. 
 
ÖCALAN’DAN ÇAĞRI 
 
Kuzey ve Doğu Suriye’de inşa edilen sisteme, avukatları ile 2 Mayıs 2019’da yapabildiği görüşmede PKK Lideri Abdullah Öcalan da kimi değerlendirmelerde bulundu. Öcalan bu görüşmesinde, “İçinden geçtiğimiz tarihi süreçte derin bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır. Sorunların çözümünde her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç vardır. Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz. İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır” mesajı göndermişti. 
 
BM: TÜRKİYE YARGILANMALI 
 
Her ne kadar DSG, Öcalan’ın bu mesajlarına olumlu yaklaşsa da Türkiye saldırgan tutumunda ısrar etti. Türkiye ve desteklediği örgütlerin kontrolünde bulunan Efrin’de yaşanan cinayetler, insan kaçırmalar, yasa dışı insan nakilleri, arazi ve mallara el koyma ve zorla tahliyeler BM tarafından hazırlanan raporda yer aldı.
 
BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet ise, Türkiye'nin kendisine bağlı silahlı grupları Kuzey ve Doğu Suriye’de işledikleri savaş ve insanlığa karşı suçlardan dolayı yargılamasını istedi.
 
DAİŞ’İN BİTTİĞİNİN İLANI 
 
Suriye iç savaşına 2013’ün sonlarına doğru uluslararası ve bölgesel güçlerin desteği ile dahil edilen DAİŞ, QSD çatısı altında birleşen Kürtlerin öncülüğü ve savaş taktikleri karşısında elinde bulundurduğu kentler bir bir geri alındı. Dêra Zor’a kadar kademe kademe geriletilen DAİŞ, son olarak Hecin beldesinin alınmasıyla sonuna yaklaştı. 6 yıllık savaş sürecinde DAİŞ'i tüketen QSD’nin Genel Komutanı Mazlum Ebdi, 21 Şubat 2019’da DAİŞ'e karşı cephe savaşının bittiğini duyurdu. 
 
HALKLAR İÇİN PUSULA 
 
DAİŞ’in bittiğinin ilanından sonra desteklediği çeteler eliyle Suriye’de oluşacak Kürt oluşumunu engellemek isteyen Türkiye, bu sefer doğrudan müdahalelerde bulunmaya ve uluslararası güçler üzerinde hakimiyet kurarak bir güvenlik koridoru altında kendisine bir alan yaratmaya çalıştı. Rusya ve ABD ile yaptığı anlaşmalar sonucu bazı sınır bölgelerinde 30 kilometreye yakın bir alan Türkiye’ye verildi. Yaptığı plan çerçevesinde Rojava Devrimini boğmamaya çalışan Türkiye, bunun sonuçsuz kaldığını görmesi üzerine bu sefer Irak Federe Kürdistan Bölgesel yönetimi eliyle bunu yapma çabasında. Halkların ortak kurduğu bu yönetimi boğmak için bugüne kadar sayısız girişimlerde bulunan Türkiye, Heftanîn, Libya, İdlib ve Karabağ'da istediği sonucu alamayınca yeniden Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırı hazırlığı içinde olsa da, bölgesel ve küresel güçlerin bütün saldırılarına rağmen Rojava Devrimi her geçen gün güç kazanarak bütün dünya halklarına pusula olmayı sürdürüyor.
 
MA / Ferhat Çelik - İdris Sayılğan